Baskıyı yenen medyanın gücü ‘Spothligt’ta

Altı dalda Oscar’a aday gösterilen ‘Spotlight’, kurumsal skandalların ve suçluların deşifresinde özgürce hareket edip adaletin sağlanmasına yardım edenlerin gerçek medya öyküsü olarak vizyonda.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Kutsallar ve kültürel-milli değerler… Şimdilerde dizilerin, filmlerin, medyanın denetimiyle birlikte anılmaya başlanılan bu olgular kuşkusuz toplumlara güç katmak, dayanışmayı sağlamak ve güzel ahlaklı insanlar yetiştirmek için önemli. Lakin bu olgular aynı zamanda istismara müsait yönleriyle de yumuşak karın durumundadır her daim. Çünkü insanoğlunun geçmişten günümüze vazgeçemediği bir alışkanlık… Kötülükleri, yanlışları bu hassas değerler üstünden örtbas edip bunları açığa çıkartmaya yeltenenleri baskılamak! Hal böyle olunca en üstüne kondurulmayacak makamlar dahi, büründükleri kisveler sayesinde bir anda en zararlı noktalar haline geliveriyor. Dünyanın neresinde olursa olsun kurumların koruması altındaki istismarcılar bir şekilde kendilerini işin içinden sıyırmanın derdine düşebiliyor. Uluslararası çapta ses getireninden, yerel bazda kalanına pek çok örnek mevcut.

Kısacası, skandalsız ve bunları gündemden düşürmeye yönelik baskısız ülke yok. Aralarında fark yaratan başlıca unsur ise ‘medyanın işlevselliği’! Bazı yerde skandalları, dönen dolapları deşifre eden medyanın yaptığı habercilik ‘suç’ sayılabilirken bazı yerlerde suçu deşifre eden medya ödüllendiriliyor. Tabii her iki medya algısı da kurgulara konu olacak gidişatlarıyla ölümsüzleşip tarihin sayfalarında yer buluyor. Nitekim altı dalda Oscar’a aday gösterilen ‘Spotlight’ da, kurumsal skandalların ve suçluların deşifresinde özgürce hareket edip adaletin sağlanmasına yardım edenlerin gerçek medya öyküsü olarak vizyonda. Biz de gerçek bir çabayla en dokunulmazlara dokunma cesareti gösteren, otoriter baskıyı yenen medyanın gücü olarak değerlendirmekte fayda gördük.

ÇOCUK İSTİSMARCISI DİN ADAMLARININ DEŞİFRESİ

‘Spotlight’ın ana teması çocuk tacizi… Çocuk istismarı dünya çapında yaygın sorunlardan biri… Peki, çocuk istismarı konusuyla din adamı sıfatı yan yana gelir mi? Tabii ki! Fakat bunların deşifresi, yargı önüne çıkması sıradan suçlulara göre oldukça zor. Çünkü din adamı dendi mi akan sular durur… Müthiş bir güven vardır. Onların kötülük yapamayacağı düşünülür. Özellikle ruhani konulara fazlasıyla düşkün kişiler, din adamını sorgulamayı günah sayanlar kutsal kitaplarda yazılanları aktaranlara koşulsuz bağlanıverir. Yapılan yanlışlar görünmezleşir. Hele bir de devreye ‘Ayıptır’ mantığı sokulursa… Toplumdan dışlanma kaygısı, kurumların şimşeklerini çekme korkusu da bu mantıkla birleşirse… İlaveten telkinler, tehditler işin içine girerse… Din adamı sıfatından gelen güçle gerçekleştirilen nice istismarın yıllar boyu yapanların yanına kâr kalması kaçınılmaz.

Peki, böylesi yozlaşmanın önüne geçmek imkânsız mı? İmkânsız değil. Ancak başına geleni anlatma bilincindeki cesur mağdurlara, olayların üstüne gidebilecek araştırmacı gazetecilere ve suçu deşifre eden gazeteciyi ‘hain’ ilan etmeyen yönetim mantığına ihtiyaç var! Tıpkı ‘Gerçek olaylara dayanır’ vurgusuyla 1976 yılının Boston’undan açılışını yaparak erkek çocuklarını cinsel zevklerine alet eden din adamlarının izini süren ‘Spotlight’taki gibi…

Kısaca özetlersek… Cinsel istismara uğramış küçücük bir çocuğun ebeveynine yapılan ‘Kilisenin toplum için yaptığı güzel şeyleri biliyorsun’ telkiniyle örtbas edilen taciz vakasından Boston Globe gazetesinin atmosferine geçiş yaparak öyküsünü başlatan ‘Spotlight’, birimi daha kazançlı hale getirmek için gelen genel yayın yönetmeninin tarafsız ve cesur gazetecilik anlayışıyla 30 yıl boyunca süren Katolik din adamlarının çocuk tacizini masaya yatırır. Olayın yüzlerce çocuk boyutuna eriştiği gerçeğinin açığa çıkmasıyla birlikte mağdurların avukatı Mitchell Garabedian’la görüşülür… Küçük yaşta tacize uğramış yetişkinlerle röportaj yapılır… Ve nihayet mühürlenmiş mahkeme kayıtlarını açtırıp istismarcıları dünyaya deşifre etmenin peşine düşülür. Sonuçta; Kilisenin üst düzey direnişine, baskılarla engelleme girişimlerine rağmen 2002’de kamuoyuna sunulan haber sayesinde 200’den fazla şehirde ve değişik ülkelerde de tacizci rahiplerin ifşa yolu açılır. Gazetecilik adına büyük başarı!

MEDYA BAĞIMSIZ ÇALIŞIRSA İYİ İŞ ÜRETİR!

Başlı başına medyanın araştırmacı gazetecilik başarısı olarak tarihe geçen bu zorlu süreçte karşımıza çıkan tablonun yansıttığı gerçekler; fakir bir ailenin fakir çocuğu için inancın çok önemli olduğu söylemi, din adamı veya herhangi bir resmi sıfat fark etmeksizin insanların suç işleyebileceği, büyük kurumların birbirini kollama çabası ve çocukların en çok güvenilenler tarafından tacize uğradığı!

Altı dalda Oscar adayı olup Boston Globe’un araştırmacı gazeteci ekibi ‘Spotlight’a Pulitzer ödülü kazandıran araştırmayı anlatan yapımdan çıkartılması gereken ders, sadece çocuk istismarı konusunda da değil aslında… Yanı sıra medyanın olayların üstüne gitme özgürlüğü ve engellerden yılmadan gerçekleştirilen habercilik anlayışı da dikkate değer. Araştırmacı gazetecilik üstüne vurucu saptamalarla bizdeki kopyala yapıştır haberciliğin, gazetecilikten ve ciddi medya anlayışından ne denli uzaklaştığını da düşündüren film, öte yandan kendi projesini seçme hakkına sahip gazetecilerin yer aldığı ‘Spotlight’ biriminin özeleştirisini yapmaktan da çekinmiyor. Rahip İstismarından Kurtulanlar Derneği’nin yıllar önce yolladığı kayıtların, bilgilerin Boston’da etkin güç olan Katolik kilisesinin tepkisinden korkularak, küçük bir haber şeklinde geçiştirilmesinin dile getirilmesi gibi! İnsan bu tablo karşısında da ‘Keşke bizdeki medya da bunu yapabilse’ demekten kendini alamıyor. Kendi içinde sansür uygulayanın dışarıdan gelen sansüre diyecek sözü kalmıyor çünkü. Ama araya tamamen duygusal sebepler girince ne içerideki, ne de dışarıdaki sansürün önüne geçilmesi de zor.

Bizdeki klişe tabloyu bir tarafa bırakıp skandalları açığa çıkartma hevesindeki medyanın ve gerçek gazeteciliğin havasını solutan Tom McCarthy yönetmenliğindeki ‘Spotlight’a dönersek… Bu doğrultuda Katolik kilisesini dava etmek isteyen ve % 53’lük dilimi oluşturan Katolik okuyucuyu karşısına alma pahasına davasında kararlılık gösteren yayın yönetmeni Marty Baron fitili ateşleyen olarak başı çekiyor. Bostonlu olmadığı için çekincelerini bir tarafa bırakabilen ve objektif olabilen yayın yönetmeniyle ‘Bir gazetenin en iyi performansı çıkartabilmesi için bağımsız çalışması gerek’ diyerek mesajını veren yapım, tacizci rahipleri başka yerlere yollayarak olayları kapatan Kardinal ile de çokça aşina olduğumuz ‘Büyük kurumlar birbirine yardımcı olmalı’ mantığının köküne inmekte.

Sonuçta; Yakalanmaları imkânsız gibi görünen istismarcı din adamlarının çirkinliklerini deşifre eden gerçek bir öykü ‘Spotlight’! Seyircisine de adaleti sağlamakla görevli olanların dahi ‘dini kurumları zedeleme’ kaygısıyla suçların açığa çıkmasını engellemeye çabalayabileceğini… Buna karşılık ‘özgür’ medyanın kararlı bir gazetecilik anlayışıyla tüm zorlukları, kurum baskılarını aşabileceğini ve suçluları açıklayabileceğini… Daha net ifadeyle medyanın, toplumun uğradığı haksızlıkların, kitleleri ilgilendiren olumsuzlukların hesap sorucusu konumunda olduğunu söylemekte. Araştırmacı gazeteciliğe önem vermesi gereken medyanın da görevi bu değil mi zaten? İşi, sadece medya olanların bu tabii de… Gerçekleştiğini görmek ‘Spotlight’ gibi biyografik yapımlarda kısmet oluyor ancak!

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal