Kalp rahatsızlığı nedeniyle kaldırıldığı hastanede geçirdiği ameliyatın ardından yoğun bakıma alınan TBMM Başkanvekili, DEM Parti İstanbul Milletvekili, İmralı heyeti üyesi ve T24 yazarı Sırrı Süreyya Önder, tedavisinin 18. gününde çoklu organ yetmezliği nedeniyle hayatını kaybetti. Önder için Atatürk Kültür Merkezi'nde (AKM) düzenlenen törende konuşan kızı Ceren Önder Kandemir, babasına geçen hafta yazdığı son mektubu okudu. Ceren Önder, babasına, “Barışı görmek istiyordun, çocukların yetim kalması kalbini parçalıyordu, sütten de ağzın hiç yanmıyordu. Bir tür barış mıydı bilmiyorum ama hastane koridorlarındaki sınıfsız bayraksız hüzünlü umutlu kalabalıkta barışa benzer bir şey gördüm ben. Gözün arkada aklın bizde kalmasın” diye seslendi.
Ceren Önder babası Sırrı Önder’in rahatsızlanmadan önce kendisine, “İki hafta sonra barış protokolü hazırlanacak sonra rahatız. Ameliyatta olacağım iki haftada ne olacak” dediğini anlattı. Ceren Önder, “Kızmak istiyorum, açlık grevlerine, cezaevlerine, işkencelere… Bir tek kendinle ilgilenmeyişine kızmak istiyorum, yapamıyorum” diye konuştu.
Babasına “Hiçbir rüzgar dolduramaz boş kalan yerini” dizeleriyle veda eden Ceren Önder, “Seninle gurur duyuyorum” dedi.
Ceren Önder Kandemir’in konuşması şöyle:
Onunla biz tek bir kişi gibiydik çünkü kendime okur gibi okurdum, ona okurken hatalarımı görürdüm. Ona geçen hafta bir mektup yazdım onu size okumak istiyorum;
Baba, hayatın bütün rengi gitti, benim bildiğim hayat bitti. Yeni bir hayat başlıyor şimdi ürkütücü bilinmezliklerle dolu daha önce hiç duymadığım bir şeyi senden duyma ihtimalimin kaybolduğu mavrasız, kendimi bildim bileli seni kaybetmekten korktum, bu benim tek kabusun, zaafım, burnumdaki sızı yutağımdaki yumruk karın ağrımdı. Öyle iyi öyle benzersizdin ki bu adam bana ancak ölerek acı çektirebilir derdim, gece gece çaldığın kemanın cümbüşün udun sesi, bir çırpıda ezberden okuduğun şiirler, günde beş kere ve her birinde sanki yeni buluşmuşuz gibi bir heyecanla çıktığımız kahveler, evlere sığamayışın, kimseye kıyamaman, iyiliğe üşenmemen, kimseye güvenmemen, kalp kırmaktan bile daha çok korkman birinin onurunu kırmaktan… baba, kalbim kırık diye aradım, baba grip oldum, öksürüğüm geçmiyor, baba kedim öldü, baba aşık oldum, baba uyku tutmadı… Ben babalığına çok doydum, şimdiye kadar verdiğin tek bana değil oğluma ve onun çocuğuna bile yeter. Bir babaya ihtiyacım kalmayıncaya kadar doyurdun beni. Ama dostluğuna doyamadım. O dostluğa doyulur mu?
Şimdi öfkelenmek istiyorum, iki hafta sonra barış protokolü hazırlanacak sonra rahatız. Ameliyatta olacağım iki haftada ne olacak demene kızmak istiyorum, açlık grevlerine, cezaevlerine, işkencelere… Bir tek kendinle ilgilenmeyişine kızmak istiyorum, yapamıyorum. Bana Kandıra cezaevinden gönderdiğin bir mektup yüzünden kızamıyorum. Gidecek yolu olmayan bir amacı olmayan ama hep yanımda olan bir babayı sen istemezsin demiştin, şimdi gitmek zorunda olmamanı istemez miydim! Sana öfke duyanlar için yoksulluğun ve yoksunluğun öfkesi bu sakın içinde nefret biriktirme diyorsun. Doğduğumdan beri yoksulluk, yoksunluk ve yetimlikle geçen ömründe sen öfkeni nereye sakladın, ben hiç görmedim. Herhalde kalbine! Bir tek mülk edinmeden ikinci bir kazağı almadan, kimseden bir şey istemeden, borçsuz ve harçsız, boğazını değil onurunu besleyerek yaşadığın bu dünyada gidiyorsun baba. Giderken neşemi birazını Can ve Yasin’e bırakarak ama rengin tamamını alarak, sana doyuncana sevgi verebildim.
Her gün söyledim sevdiğimi, doyuncana öptüm kokladım, şimdi tüm renklerim de senin olsun. Gerçi sen orada da renklerini bulursun. Artık dinlen turna kuşum, biz iyi olacağız, çocuklara hep seni anlatacağız. Şakaların ağzımızda epri dursa bile taklit etmeye çalışacağız. İçinde tam tarif edemediğim bir huzur var şimdi artık mücadele etmek zorunda olmadığını bilmediğinin bir huzuru. Seni ayakta son gördüğümüz gün bize bir poşet portakal ve bir kutu yumurta vermiştin. Can için daima bir cebinde mandalina bir cebinde fıstık ezmesi taşımanı, teneke kutulardaki ballara ve dinlenme tesislerine olan sevgini hiç unutmayacağım.
Seni ayakta gördüğümüz son gün arabana binmeden önce bize söylediğin son cümle kulağımı tırmalıyor şimdi; Cano’nun düğününü görmeden gitmeyeceğim. Tutmadın sözün yoktu, gittin mi?
Barışı görmek istiyordun, çocukların yetim kalması kalbini parçalıyordu, sütten de ağzın hiç yanmıyordu. Bir tür barış mıydı bilmiyorum ama hastane koridorlarındaki sınıfsız bayraksız hüzünlü umutlu kalabalıkta barışa benzer bir şey gördüm ben. Gözün arkada aklın bizde kalmasın. Bana güzel sesinle okuduğun dizelerle, biliyorum yağmur yağmaz yukarıya doğru yeniden, acımaz olur, silinir gider izi bıçağın ama hiçbir rüzgâr dolduramaz boş kalan yerini. Bir yaşamdan ötekine birlikte uçan turnaların yerine gökyüzünde. Seninle gurur duyuyorum.