Abone Ol

Şeyda Taluk'tan flaş analiz: Erdoğan kötülerle savaşarak gelmişti, artık inandırıcılığını kaybetti

Siyasal iletişim uzmanı ve odatv yazarı Şeyda Taluk, Kasımpaşa İmam Hatip Lisesi'nden Beştepe sarayına uzanan, Erdoğan'ın siyasi yolculuğunda geldiği aşamayı masaya yatırdı.

Erdoğan kötülerle savaşarak gelmişti, inandırıcılığını kaybetti

İşte Şeyda Taluk'un o yazısı:

Geçtiğimiz hafta içerisinde final yapan Taht Oyunları (GOT), hayranlarını hayal kırıklığına uğratsa da dizi, liderlik ve iletişim dünyasının geleceğine dair çok önemli bir mesajla bitti.

Hikaye, her şartta kazanır, hikayesi olan liderler, insanları birleştirir. İdeolojilerin biçim değiştirdiği Bilgi Çağı’nda, artık kitleleri etkileyen, peşinden koşturan hikaye anlatıcısı liderler zamanı.

Walter Fischer tarafından ortaya atılan Anlatı Paradigması Teorisi, anlamlı bir iletişimin hikaye anlatıcılığı üzerinden olabileceğini ve bunun da en eski iletişim biçimlerinden biri olduğunu öne sürüyor. İnsanın aklından çok duygularına ulaşan bu iletişim biçimi, nörobilimciler tarafından yapılan araştırmalar sonucunda, en etkin yollardan biri olarak kabul ediliyor artık.

Oysa Aristoteles, Retorik adlı eserinde bunu binlerce yıl önce söylemişti. Hikaye anlatma sanatı, insanları etkilemenin, ikna etmenin bilinen en eski ve evrensel ifade biçimi. İnsanlar, karar verirken “iyi nedenler” ararlar. Hikayeler de insanlara bu “iyi nedenleri” verir.

ERDOĞAN DA BİR HİKAYEYLE GİRDİ

Recep Tayyip Erdoğan da, kendini iktidara taşıyanların kalbine, ezilenlere ait bir yaşama dair Kasımpaşalı hikayesiyle girdi. Neredeyse siyasal yaşamda olduğu kadar gündelik yaşamlarımızda da, anlatı eksenini belirleyen hep o oldu. (Üst yapıda üretilen retorik ve mesajların, hemen etkin bir biçimde tabana iletilmesi ise ciddi başarı.

Bu ve tabanda sağlanılan iletişim dilinde bütünlük, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin en güçlü taraflarından biri oldu Refah Partisi sürecinden bu yana.) Bir anlamda, Türkiye siyaseti ona inananlar ve onsuz bir dünya düşleyenler arasında mücadele alanı haline geldi.

Bu süreçte, daha 16 yaşında Kasımpaşa İmam Hatip Lisesi’nin münazara takımından yetişen, etrafına bilgili insanları toplamaktan kaçınmayan, büyük bir açlıkla bilgiye değer vererek öğrenmekten geri durmayan Erdoğan’ın hakkını teslim etmek gerek.

Erdoğan, kendi hikayesini anlatırken hep savaştığı düşmanları oldu. Kötülere karşı mücadele verdi. Bütün bir anlatı eksenini, Kasımpaşalı Don Kişot’un değirmenlere karşı verdiği mücadele üzerine kurdu. O değirmenleri, “One Minute”, “Dünya Beşten Büyüktür”, diyerek tehdit etmekten geri durmadı. Bu tehditlerin devamı gelmese de, önemi yoktu. “Algı, gerçekliği yaratmıştı,” ülkenin neredeyse yarısı ona tek söz söyletmiyordu.

Her hikayenin bir kurbanı vardır. Kendi yarattığı bu hikaye ekseninde, Erdoğan uzun yıllar onu ezen dünyanın bir kurbanı olarak seslendi insanlara, durumlarını onunla özdeşleştiren düzenin diğer kurbanlarına. Özellikle de kendi tanımıyla "Cumhuriyet Elitleri”ne, kurulduğundan bu yana cumhuriyetin kremasını yiyenlere çattı durdu.

Mesela, bir yandan Türkiye Cumhuriyeti’nin en köklü ve ciddi insan birikimine sahip Dışişleri Bakanlığı’nda kayırmacı politikalarla liyakati devre dışına itip kendi insanlarına pozisyonlar açarken diğer yandan “Monşer” diyerek yılların diplomatlarına savaş açtı. Aslında Fransızcada “Canım, Sevgili…” anlamına gelen “Monşer,” eğitimsiz kitlelerin, eğitimli ve dış dünyadan (özellikle batı dünyası) haberdar, küresel değerlerle uyumlu insanları aşağılamak için kullandığı bir sözcük.

Erdoğan, aynen ona oy veren kitleler gibi bu eğitimli insanlara “Monşer” diyerek burun kıvırırken, hikayesindeki kötü insanları işaret ediyordu aslında. O “Monşerler,” onun “Büyük Türkiye” hayalini engelliyorlardı! Ve bu anlatı karşısında savunmaya geçmek ya da bu hikayeye inananları cahillikle suçlamak yapılan en büyük hatalardandı.

Oysa o çattığı cumhuriyet, onu ülkenin en kudretli adamı yapmıştı. Kurban başarmıştı ve her hikayede, destanda olduğu gibi artık kahramandı. Şimdi sıra bu kahramanlık hikayesine sırtını dayamakta, bu retorik üzerinden kitlelere hitap etmekteydi. Bu, işine çok yarayabilirdi, nitekim yaradı.

Özellikle 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen darbe girişimi sırasında ve sonrasında Erdoğan, kendi destanını yazmak için çabaladı, yeni bir siyasal hafıza oluşturmak için elinden geleni yaptı, bunda da bir süre başarılı oldu.

KAHRAMANIN İNANDIRICILIĞI YOK OLMAYA YÜZ TUTMUŞTUR

Ancak hikayede doğru gitmeyen bir şey vardı. Talihi değiştikten sonra, bu talihi kötülerle savaşmak için kullanacağına, kendisine savaş açan bir kahramanın inandırıcılığı yok olmaya yüz tutmuştur. Oysa onun baba sertliğinde azarlarında herkes bir şekilde kendi babasını bulmuştu, onun talihinin dönüşü onlara umut olmuştur, “belki bir gün onlar da bir sarayda oturabileceklerdi.”

Gerçek yaşam deneyimlerinden ilham alan hikayeler yerini kurgu hikayelere bırakınca kahraman kendisiyle çelişmeye; anlatı, kahramanın aleyhine işlemeye başlar. İşte tam da bu nedenle, ne kadar çaba gösterilirse gösterilsin, 6 Mayıs’ta halkın iradesine darbe vurulmasının arkasındaki isim Erdoğan, artık mağdur değildir, inandırıcılığını yitirmiştir.

Türkiye’nin çeşitli yerlerinde yüksek duvarlar ardına inşa ettirdiği ve çevre katliamına neden olan saraylarıyla ilgili hikayeler dalga dalga yayılmaya başlar halk arasında. Osmanlı sevdası, hiç bir zaman cumhuriyetin kazanımlarının önüne geçemez en mutlu, statükodan tatmin olan muhafazakarlar arasında.

Zamanın ruhu diye bir şey vardır, o zamanın ruhu, artık baba “umut” vadeden, “güzel bir geleceği” müjdeleyen ve bunu inşa etmekte kararlı “genç” ruhlara, samimi ve kapsayıcı bir liderin başarı hikayesini dayatmaktadır. Tam da bu nedenle bir zamanlar hikayenin kahramanına yol arkadaşı olanların “Brutus” olma ihtimalleri beliriverir.

VE ERDOĞAN, BÜYÜK EMEKLE KURDUĞU KENDİ MİTİNİ KENDİ ELİYLE YIKIYOR

Çatışan hikayeler, kurgu gerçeklikler kahramana zarar verir. Bir zamanlar anlatacak hikayesi, söyleyecek sözü olan Erdoğan’ın yolculuğunda, dinleyiciyi heyecanlandıran, geleceğe dair umut veren bir hikayeyi yeniden yazması zor görünüyor. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın anlatı eksenini tam anlamıyla belirleyemiyor.

Zira, saraydan seslenen Kasımpaşalı delikanlı, artık içinden geldiği insanlara o kadar da yakın görünmüyor, “aşk” karın doyurmuyor. Ve Erdoğan, büyük emekle kurduğu kendi mitini kendi eliyle (özellikle de ülkenin kötü giden ekonomisinin dümenine oturttuğu damat nedeniyle) yıkıyor!

Şeyda Taluk / Odatv