Abone Ol

İzzet Çapa Refika'nın Mutfağı'na girdi

NTV ekranlarında yayınlanan Refika'nın Mutfağı programında yaptığı birbirinden ilginç ve lezzetli yemeklerle ve kendine has tarzıyla beğeni toplayan Refika Birgül ile Hürriyet Gazetesi'nden İzzet Çapa bir araya geldi.

İzzet Çapa Refika'nın Mutfağı'na girdi

İzzet Çapa'nın 'Bayıldığım kadın' dediği Refika Birgül ile gerçekleştirdiği eğlenceli sohbetten satırbaşları:

Erkek arkadaşımı yemekten kıskanırım

Musakkanın karekökünden yola çıkıyor kadayıfın algoritmasını alıp mantısını pişiriyor... Robert Kolej'den Harvard'a uzanan yolda, bir hastane yöneticisinin kendi mutfağını yaratan lezzet mimarına dönüşme öyküsü... Bol matematik, çok baharat, fazla zeka ve karşınızda "Mucize Lezzetleri" ile Refika Birgül...

*  "Eli lezzetli" durumun genetik mi?

- Valla bizim ailede boyun ocağa erince kahveyle işe başlayıp, daha sonra da mutfağı devralma durumu vardır. Yalnız bu miras, annemin odağı farklı olunca onu atlayıp direkt abime geçmiş, ondan da bana.

*  Senin için "Anasına bak kızını al" diyemeyeceğim yani...

- (Gülüyor) Annemle babam çok yoğun çalıştıkları için eve bir hayli yorgun gelirlerdi. Abim başrolde, ben yardımcı oyuncu olarak yemekler yapıp sofralar kurardık. Bütün amacımız bizimkileri masa başına toplayıp biraz daha fazla görebilmek ve mutlu etmekti.

*  O zaman referansın annen değil, abin...

- Aynen öyle... Abim inanılmaz beceriklidir. Üstelik benim boyumun ocak kadar, onunkinin de olsa olsa tezgahtan biraz yukarıda olduğu yıllardan bahsediyorum. Soslu biber kızartma ve salatalar, mercimek köfteler... O bunları kitaplardan okuyabilecek yaştaydı, ben de yanında yamaktım... Boynuz kulağı geçti mi bilmiyorum ama o günler benim hayatımı inanılmaz değiştirdi ve zenginleştirdi.

*  Anlaşılan "yemek virüsü" abinden sana bulaşmış...

- Ailesiyle biraz daha fazla vakit geçirebilmek için bir erkek çocuğun yemek yapması müthiş büyülü bir şey. Hem mutfakta hem de hayatta alışılanın dışına çıkmayı o aşıladı bana. Her şeyin başı o (gülüyor)!

*  Annenler ne iş yapıyorlardı ki, o yaştaki 2 çocuk mutfaktan çıkamıyordunuz?

- Bizim aile alabildiğine doktor (gülüyor). Annem, babam, abim, yengem, amcam, eniştem... Tek çirkin ördek yavrusu benim işte (kahkahalar). Maşallah hepsi çok hırslıdır... İşlerini en iyi şekilde yapıp, kafalarına koyduklarını bitirmeden başka bir şeye konsantre olmazlar. Bu mücadele azimleri kendi ailelerinden geliyor.

*  O zaman haydi gel en başa saralım...

- Ama bak, bayağı büyük bir resimden başlayacağım, sakın sıkıldım deme. Dünya toz ve gaz bulutuydu (gülüyor). Baba tarafım Nevşehir'in İmran Köyü'nden... Ninemin doğurduğu 14 çocuktan 7'si hayatta kalıyor. Hane kalabalık. İç Anadolu köylerinin o dönem durumları belli. Bu yüzden herkes çocukluktan itibaren "dayanıklı olan hayatta kalır" evrim teorisiyle erkenden okullarını bitirip yaşama tutunmaya çalışıyor.

*  Durumlar bu kadar sakatken, ailesi "Hadi oğlum, elin ekmek tutsun" diye baskı yapmamış mı?

- Yok, tam tersi! Okuyup "büyük adam" olsunlar diye dedem elinde sopasıyla ders çalıştırırmış. Çünkü kendisi de, babası ve 8 amcası Çanakkale'de şehit olduğu için annesiyle köyde tek başına kalmasına rağmen okumuş bir adam. Evdeki bu disiplin başarı hırsıyla birleşince, babam Tıbbiye'ye girmiş. Annemle de yolları burada kesişmiş.

*  Tam da oraya geliyordum, valide sultan da mı "eli sopalı" eğitimden geçmiş?

- Annemin durumu daha ağır, askeri disiplinden geliyor (kahkahalar). Kıbrıs'ta doğduğu için Barış Harekatı öncesi ve sonrası yaşananların bire bir şahidi. Çok klişe olacak belki ama ondaki mantık şu: Yaptığı işle hayat kurtarmak, insanlığa faydalı olmak...

*  Sanki bu da doktorluğun tanımı gibi...

- Aynen öyle... O da en az babam kadar hırslıdır. İngiliz disiplininde eğitim alıp, hayat kurtarma aşkı ve çalışkanlığıyla Tıbbiye'ye giriyor.

*  Pederle, validenin hikayesinde aynı kutuplar birbirini çekmiş gibi görünüyor...

- Disiplin ve iddia anlamında bakarsak evet. Ama geniş açıdan aslında pek de aynı sayılmazlar. Babam Anadolu kültürüyle büyürken, annemde bir İngilizlik söz konusu... Neyse uzatmayalım, evleniyorlar ve İstanbul gibi, "

*  Durumlar bu kadar sakatken, ailesi "Hadi oğlum, elin ekmek tutsun" diye baskı yapmamış mı?

- Yok, tam tersi! Okuyup "büyük adam" olsunlar diye dedem elinde sopasıyla ders çalıştırırmış. Çünkü kendisi de, babası ve 8 amcası Çanakkale'de şehit olduğu için annesiyle köyde tek başına kalmasına rağmen okumuş bir adam. Evdeki bu disiplin başarı hırsıyla birleşince, babam Tıbbiye'ye girmiş. Annemle de yolları burada kesişmiş.

*  Tam da oraya geliyordum, valide sultan da mı "eli sopalı" eğitimden geçmiş?

- Annemin durumu daha ağır, askeri disiplinden geliyor (kahkahalar). Kıbrıs'ta doğduğu için Barış Harekatı öncesi ve sonrası yaşananların bire bir şahidi. Çok klişe olacak belki ama ondaki mantık şu: Yaptığı işle hayat kurtarmak, insanlığa faydalı olmak...

*  Sanki bu da doktorluğun tanımı gibi...

- Aynen öyle... O da en az babam kadar hırslıdır. İngiliz disiplininde eğitim alıp, hayat kurtarma aşkı ve çalışkanlığıyla Tıbbiye'ye giriyor.

*  Pederle, validenin hikayesinde aynı kutuplar birbirini çekmiş gibi görünüyor...

- Disiplin ve iddia anlamında bakarsak evet. Ama geniş açıdan aslında pek de aynı sayılmazlar. Babam Anadolu kültürüyle büyürken, annemde bir İngilizlik söz konusu... Neyse uzatmayalım, evleniyorlar ve İstanbul gibi, "Doğu Batı sentezi" olan abimle bendeniz dünyaya geliyoruz (gülüyor).

*  Peki okulu bitirdikten sonra da bu idealizmlerini koruyup "Anadolu'nun doktor gitmeyen köylerine hizmet götüreceğim" mi demişler, yoksa kısa yoldan zengin olmayı mı seçmişler?

- Bizimkiler asla kısa yolu seçmez. O dönem okulu bitirenler ya Nişantaşı'nda muayenehane açıyor ya da üniversitede kalıyor. Bunlar bizimkilere uymayınca, basıp Küçükçekmece'ye gidiyorlar (gülüyor).

*  Anadolu'da bir köye giden doktor çok gördüm de, Küçükçekmece'ye göç edeni ilk kez duyuyorum...

- Bizimkiler hep biraz "şey"dir zaten (gülüyor). Aslına bakarsan o zaman Küçükçekmece'nin durumu Anadolu'nun herhangi bir köyünden farksızmış. İstanbul'a uzak olmak ve oradakilere hizmet etmek çok iyi gelmiş onlara.

HAYATTA HİÇBİR ŞEY OLAMADIM, ÇÜNKÜ BABAM HASTANESİNİ DAHA ÇOK SEVİYOR

*  Yani abinin Küçükçekmece'de kızartma yaptığı dönemler...

- Aynen öyle, her gün sanki acilde çalışıyorlarmış gibi deli bir temponun içindeydiler. İşlerine ne kadar aşık olduklarını sana bir örnekle anlatayım istersen...

İzzet Çapa'nın Refika Birgül ile gerçekleştirdiği ropörtajın devamına buradan ulaşabilirsiniz.