Abone Ol

Ferdi Özbeğen’in ağzından Şan Tiyatrosu konserlerinin hikayesi

Netflix’te yayımlanan “Bir Başkadır” dizisinde bölümlerin kapanışında piyanist Ferdi Özbeğen’in 1983 yılında Şan Tiyatrosu’nda verdiği konserin görüntülerine yer verildi.

Ferdi Özbeğen’in ağzından Şan Tiyatrosu konserlerinin hikayesi

Ferdi Özbeğen, 70’lerin ikinci yarısı ve 90’ların başına kadar Türk müzik piyasasını tabiri caizse silip süpürmüş bir isim. Plakları, kasetleri satış rekorları kıran, kadife sesiyle hep en çok konuşulanlardan oldu.

Piyanist-şantör ekolünün başlatan isim olarak bilinse de tarzı arabesk piyanist şantörler gibi olmadı. Çok sesli orkestrayla da söyleyebilen, tek başına piyanosuyla da salonları coşturan bir isimdi Ferdi Özbeğen.

Özbeğen aynı zamanda yardımseverliğiyle de ünlüydü. Yardım dernekleri için ücret almadan çıktığı konserlerin sayısı bilinmezken, vefatından sonra tüm mal varlığını Türk Eğitim Vakfı’na bağışladı.

2000’lerin başında tekrardan popüler olurken, geçirdiği amansız hastalıkla erken sayılabilecek bir yaşta 2013 yılında aramızdan ayrıldı.

Ferdi Özbeğen şimdilerde yeniden gündem oldu.
Sebebi ise “Bir başkadır” isimli dizi.
Dizi tek sezon olarak 8 bölüm halinde yayınlanırken fragmanında Ferdi Özbeğen’in 1983 yılında verdiği Şan konserinin görüntüleriyle çıktı.

Diziyi izleyenler için Özbeğen sürprizi bitmemişti. Bölümlerin kapanışında yine konser görüntülerine yer verildi.

Dizide kullanılan konser görüntüleri ise Ferdi Özbeğen’in anılarında çok önemli bir yere sahip. Dönemin piyanist-şantörlerinin arasında bu denli kapsamlı bir organzasyona imza atan yok. Özbeğen 40 kişilik orkestrasıyla Şan Tiyatrosu’nda sahne alıyor.

Bir Başkadır dizisinde kullanılan konser görüntüleri de Şan Tiyatrosu’ndan.

Gazeteci Ali Rıza Türker’in sanatçının vefatından kısa bir süre önce Ferdi Özbeğen’in hayatını anlatan bir kitap çalışma hazırlıyor. Kitap, Özbeğen’in ağzından yazılmış.

“Şöhret Dediğin” isimli kitapta Ferdi Özbeğen Şan Konserlerini çarpıcı bir şekilde anlatıyor.

Gelin o günleri Ferdi Özbeğen’in ağzından dinleyelim.

“O zamanlar İstanbul’da konser verecek güzel ve büyük salonlar vardı. Başta Atatürk Kültür Merkezi ve Şan Tiyatrosu. Bir devlet kurumu değildi, ama Şan Tiyatrosu anormal ilgi görüyordu. Rahmetli Egemen Bostancı’nın girişimiyle müzikaller ve benzer prodüksiyonlar heyecan verici kalabalıklar yaratıyordu. Şan Tiyatrosu böylelikle şanlı bir Kültür Merkezi olmuştu.

EĞLENDİRİCİ PİYANİSTLER KÜÇÜMSENİYORDU

Müzikallerin ağır bastığı bu ortamda Şan Tiyatrosu’nda konser vermek için çok istekliydim. Ama yaptığım müzik türü konsere uygunsuzluğunu çıkarıyordu karşıma. Örneğin dönemin entelektüelleri “eğlendirici piyanistleri” küçümsüyordu. Ortada kalan eğlendirici piyanistler adına bu komplekse kapılmalı mıydım bilemiyorum.

Bunları düşünürken Marmaris Martı Otel’deydim. Yazları bir-iki ay gidip kalıyordum orada. Sahibi Halit Narin’de bana ıskonto yapıyordu. İstanbul’un ne kadar kalburüstü kodamanı varsa Martı’ya gelirlerdi.

1980-1983 arası yıllar, İstanbullular daha güneyi keşfetmemişlerdi. Martı Otel'in yıldızı parlıyordu. İlginin bir başka sebebi de Marmaris Festivali'ydi.

FERDİ HERHALDE AKLINI OYNATTI

Şan Tiyatrosu'nun işletmecisi Egemen Bostancı, yardımcısı Mustafa Oğuz ve ekibin diğer çalışanları, Marmaris Festivali'ni yaparken Martı Otel'de kalıyorlardı. Bir sabah kahvaltı ortamında Egemen Bostancı'ya konser planımı açıkladım. Şan Tiyatrosu'nda seri konserler vermek istiyordum. Amacım sıradan değil senfonik bir orkestrayla sahneye çıkmaktı. Hatta devlet senfoni orkestrası müzisyenlerinden yararlanmaktı. Düşüncelerimi aktardıktan sonra bir sessizlik oldu. Bu sessizlik ve Egemen'in yüzündeki ifade sanki bir an evvel oradan gitmemi emrediyordu. Sorasında kulağıma gelenler ilginçti.
“Ferdi herhalde aklını oynattı” demişler.

Yaz bitti, kış sezonu başlayacak. Rana Cabbar ben dayımın oğludur ve çok değerli bir tiyatro sanatçısı Sait Hop Sait adlı bir müzikalin yönetimini vermiş ona Egemen. Fakat sıkıntılar var, kadro kurulamıyor, provalar aksıyor ve koca Şan bir türlü açılamıyor.

Bunları almış bir düşünce. Karalan bağlamışlar. Şimdilerde menajerlik yapan Lisa Tüna bu karamsar tabloyu dağıtmak için benim teklifimi hatırlatmış Egemen Bostancı’ya. Olur mu, olmaz mı tartışmaları yaparken bana telefon açtılar. Benim de bu Sait Hop Sait projesinden haberim yok, bir anda kanımın donduğunu hissettim. Büyük bir şaşkınlık içindeyim.

“Osman’la bir konuşayım sizi arayacağım,” dedim. Kendimi rüyadaymış gibi hissederken Osman’ı aradım ve “merak etme, hallederiz,” dedi. Osman İşmen, hemen kırk kişilik bir orkestra kurmanın hazırlıklarına başladı. Altyapı enstrümanlarının yanında yirmi bir adet keman ekledi. Telefon trafiğiyle ilişkiler kuruldu.

Ve provalar başladı. Tereyağından kıl çeker gibi her şey yolundaydı.
Konserlerin başlama tarihini tespit ettik, ilanlar hazırlanmaya başlandı. Ama işe güvenleri yoktu. Bu nedenle önemsemez bir davranış içindeydiler. Ben de hayatım da hiç yapmadığım bir işe kalkışmıştım.
İçim titriyordu. Bir alamete binmiştik, nereye gittiğimizi bilmiyorduk.
Masrafları kısarken “dekor mekor yapamayız,” dediler.

Ben de “Yapmayın siyah bir perde çekin,” dedim.
Siyah perdenin sonra sahnede sabit olduğunu öğrendim. Orkestranın düzenli oturması için setler gerekiyordu. Kuliste oda sıkıntısı yaşandı, müzisyenler üst üste neyse Osman’ın takibiyle taşınmalar ve yeni elemanlar, sahne kurulmuştu.

Piyanoyu çalıştığım lokalden getirmiştim, kuyruklu muhteşem bir piyanoydu ve akordu kendim yaptırmıştım.
Provaların sonuna doğru benden kaç para istediğimi sordular.

PARA İSTEMİYORUM, SADECE ORKESTRANIN PARASINI VERİN

Ben de “Para mara istemiyorum sadece orkestranın parasını verin,” dedim. O günkü parayla müzisyen başına ikişer, üçer bin lira bir ücret düşüyordu.
Mozart, Beethoven çalan müzisyenler Ferdi Özbeğen’e eşlik edeceklerdi, bana güvenmiyorlardı.

Ama profesyonel duygular içinde bunu pek kafama takmadım, önümüzdeki provalarda ne yapacağımı biliyordum. Gala cuma gecesi yapılacaktı. Pazartesi aletler kuruldu ve alt yapı enstrümanlar geldi.

Piyano, bas gitar, davul ve perküsyon gibi aletleri duyduk önce. Sonraki üç gün yaylılar başta olmak üzere orkestranın tamamıyla provaları bitirdik. Ben provalar boyunca sıradan bir şarkıcı edasıyla, şarkıları mırıldandım. Şarkılarda esas sesimi onlara duyulmamıştım.

Bu bir taktikti... Nasıl bir taktikse. Bunun adı biraz uyanıklıktır.
Nitekim Osman İşmen’e demişler ki;
“Yahu nedir bu, bu sesle mi okuyacak?” Osman da demiş ki;
“Merak etmeyin daha iyi okuyacaktır, ben onu tanırım.”

Osman benim yaptığım hilenin farkındaydı. Buradaki gizem şudur: Bir sanatçı olarak provalarda bütün gücünüzü gösterirseniz, konser sırasında aynı gücü sergileyemezseniz orkestra size doğru çalmaz. İşte, bu nedenle provalarda kendimi sakladım. Tabii uzun yıllar birlikte çalıştığın orkestrayla bunu yapmana gerek yoktur.

Yılları aşan müzikal ortaklık önemli bir ambiyans sağlamıştır.
Orkestrayla uyum önemli olduğu kadar sahnenin görselliği ve programın akışı da çok önemliydi Allah’tan benim bu konuda da gördüklerime dayalı bildiklerim vardı. Her yıl Paris’e giderdim. Paris’in dünyaca ünlü Olympia sahnesinde Jilber Bequed Serge Regiani gibi dünyaca ünlü usta yorumcuların konserlerini izlemiştim.

Onların formatın aynısını Şan Tiyatrosu’nda uyguladım.
Perde açılmadan önce salonun ışıkları sönüyor ve orkestra ilk parçasını enstrümantal olarak icra ediyordu. Şarkı bitip perde açıldığında seyirciler orkestrayı alkışlıyordu. Sonrasında salonun ve sahnenin ışıkları kısılıyor ve ben Olympia’dan aldığım alıntılarla ufak bir spot ve takip ışığıyla sahneye çıkıyordum. İlk şarkıyı sabit bir mikrofonla söylerken ellerimi kullanma imkânı buluyordum.

Sahaya 2-0 galip çıkmıştık. Sanatçının sanatçıdan etkilenmesinin mutlu bir sonucuydu. Orkestranın sesinden başka hiçbir şey duymuyor ve görmüyordum. Seyirci tarafında sadece karartılar oturuyordu. Salonda hiçbir ses yoktu. İçime bir kurt düştü.

“Beğenmediler herhalde,” dedim. Protestoyla karşılaşabilirdim.
Yenilikti yaptığım, bir sınavdı. Türkiye’de ilk defa yapılıyordu.

KEMANCILAR ARŞELERİYLE SEHPALARINA VURUYORDU

Allah’tan bu ilk adımı müzikseverler bağırlarına bastı. İlk parça bittikten sonra alkışlar bir gök gürültüsü haline dönüşmüştü. Bu moralle birinci şarkı, ikinci şarkı derken ilk bölümü selametle bitirdik. Orkestraya da alışmıştım. Şarkı bitimlerinde kemancılar arşeleriyle sehpalarına vuruyorlardı. Bu onların alkışları demekti. “Tamam, orkestrayı tavladık,” dedim içimden.

Alkışlar beni çok mutlu etmişti, ama salon dolu değildi. İlk konserime beş yüz kişi gelmişti. Yeterli değildi benim için. Bu salonun yansıydı salonu doldurmamız gerekiyordu. Konserin ilk günü kulise Hürriyet gazetesi muhabirlerinden Hami Alkaner gelmişti. Konseri dinlemişti.

Kendisinden destek istedim. Benim bu girişimim o güne kadar hiçbir gazete de haber geçmemişti. Hami Abi, kuliste bir resim çekti ve ertesi günkü Hürriyet’in arka sayfasında büyük bir haber ve küçük bir resim olarak yayınlandı. Cumartesi günü geldi o gün matine suare yapıyoruz... Matine bin iki yüz kişi oldu. Suare ise üç yüz sandalye ilavesiyle bin beş yüz sayısına ulaştı.

HERKES ŞAN KONSERLERİNİ KONUŞUYOR

Konserlerim sonraki haftada devam etti ve on iki defa sahne aldım, Şan Tiyatrosu’nda. Büyük bir sükse yaratmıştım. Konserlerdeki başarım yazılı basında sonra sayfa sayfa yer aldı.

On üçüncü gün oldu, Egemen Bostancı büyük bir keyif içinde konserlere devam etme niyetini söyledi.

Ben de kabul etmedim. Çünkü bu başarıyı tadında bırakmak istiyordum. Seneye aynı sayıda bir kez daha yapmanın yararlı olacağı inancındaydım. Zaten para pul almıyordum. Rahmetli Egemen’in bütün ısrarlarına karşı çıktım. Süksemi bir yıl sonraya taşımak en akılcı yoldu. Ben de bunu yapmıştım.

KONSERLERİME GELEMEYEN HAYRAMLARIM İÇİN 1 LİRA YAPMIŞTIM

1982 yılında yaptığım Şan konserleri, lokal çalışmalarımda beni dinlemeye gelemeyen hayranlarımla buluşmama sebep olmuştu. Ben bu konserlerden para almazken bilet fiyatlarının bir lira, on lira gibi fiyatlarla satılmasını istemiştim (bugünün 1 lirası gibi). Böylelikle dar gelirli memur da gelebiliyordu onların müdürü de.

İkinci konserler serisini yirmi bir gece yaptık. Bu seriye inanılmaz talepler geldi. Millet izdiham halinde camlar çerçeveler kırılıyordu. Bu yüzden Şan Tiyatrosu’nun gişesinin yerini iki kez değiştirmek zorunda kaldılar. Bana gelen çiçekler giriş kapısından caddeye kadar taşıyordu.

Ekim ajanda kış başında yaptığımız konserler çok başarılı geçti diye Mayıs ayında da tekrarlamaya karar verdik.

Bir yıl içinde iki kez konserler dizisi yapmak ne kadar doğru olacaktı?
Bu kaygıyı içimde taşırken, İstanbul’da tahminen on konserlik bir diziyi gerçekleştirdik. O yıl Mayıs ayında çok ciddi sıcaklar yaşanıyor, klima falan hak getire bu sebepten son konserlerim başarısız geçmişti. Ama üç bölüm halinde yaptığım Şan Konserleri meslek hayatımın en gurur verici olayıdır.

Bana maddi olarak katkısı olmamıştı, ama önemi yoktu. Son konserlerde orkestraya kırk tane smokin ceket yaptırdım. Mavi gömlek ve papyonları da ilave ederek müzisyenleri giydirmiştim, ama aslında kendimi ödüllendirdim." (Aykırı)