Abone Ol

Fehmi Koru: Yapılacak ekran tartışmasında kazanacak tarafı tahmin zor değil

Gazeteci yazar Fehmi Koru kendi internet sitesinde çarpıcı bir analiz kaleme aldı.

Fehmi Koru: Yapılacak ekran tartışmasında kazanacak tarafı tahmin zor değil

Fehmi Koru'nun bugünkü yazısı şöyle:

ABD’de 2020 seçim yılı. İki partinin (Cumhuriyetçi Parti, Demokrat Parti) aday adayları çoktan meydanlardalar. Sonunda her iki partinin aday sayısı bire inecek ve Amerikan halkı seçim öncesi -hem de birden fazla kez- onları kuralları önceden belirlenmiş televizyon münazarasında tartma imkanına kavuşacak.

Eskiden Amerikan Haberler Merkezi nihai münazara için gazetecileri Ankara ve İstanbul’daki binalarında bir araya getirir, izlemelerini sağlardı; şimdi herkes kendi evinin rahatlığı içerisinde izleyebiliyor.

Oradan başka ülkelere de geçti adayların veya parti liderlerinin ekran atışmaları.

Yaşı müsait olanların kolayca hatırlayacakları bir örnek, 1983 yılında, darbeci askerlerin siyasi hayata geçiş izni vermesiyle başlayan yeni siyasi dönemde, iktidara gelmek için yarışan parti liderlerinin TRT ekranında atışmalarıdır. Anavatan Partisi lideri Turgut Özal ile Halkçı Parti lideri Kemal Calp arasında geçen “Köprüyü satarım” ile “Sattırmam” tartışması o seçime damga vurmuştu. “Satarım” diye ısrarcı olan (Özal) kazançlı çıkmıştı o atışmadan…

Sonraki seçimlerde de devam etti o türden atışmalar…

Adaylar ve gazeteciler

İstanbul belediye başkanlığı için yenilenen seçime doğru günler iyice azalmışken önde giden iki adayın ekranda karşı karşıya gelmesi söz konusu. AK Partili adaylar, partinin aldığı bir karar gereği, rakipleriyle ekranlarda karşılaşmaktan kaçınıyorlar. Galiba bu prensip kararı ilk kez İstanbul seçimi için bozulacak. (Benim kuşkum var ama…)

Televizyondaki siyasi münazaraların seçim sonuçlarını çok etkileme gücü olduğu bir mit; izleyicilerin tuttukları tarafın rakibi karşısında ezilmesine bile aldırmadıkları pek çok örnek hatırlıyorum. Kararsız seçmenin durumu farklı; seçmen kararını bir adaydan yana yapmaya niyetli ise, aday ekranda rakibi karşısında başarılı göründüğünde kararını kesinleştirebiliyor.

Tabii ekranda hatalı duruş veya gaflar öldürücü etkiye sahip olabiliyor. ABD’de Gerald Forddış politika konuşulurken Doğu Avrupa konusunda bilgisiz görünmüş, Baba Bush‘un sık sık saatine bakması ve Al Gore‘un derin iç çekmeleri izleyenleri rahatsız etmişti.

Korkulacak, çekinilecek fazla bir durum yok bu münazaralarda aslında.

Esas çekinmesi gerekenler, -kendim de geçmişte TV’de yapılan birkaç aday tartışmasına sorgulayıcı olarak katıldığım için biliyorum- onların karşısına çıkarılan gazeteciler…

ABD’de başkan adaylarının atışmalarını kanallar değil bağımsız bir kurum ayarlıyor; tabii gazetecileri de o kurum seçiyor. Genellikle ülkenin en kıdemli ve bilinen televizyon gazetecileri oluyor adayları sorgulamaya davet edilenler…

Son ABD başkanlık seçiminde Donald Trump ile Hillary Clinton arasındaki atışmayı NBC televizyonu yayınlamış, programı kanaldan Matt Lauer yönetmişti. Atışma sonrasında politikacılardan daha çok programı yöneten televizyon gazetecisi tartışıldı.

Eleştirenler arasından, ekran atışmalarına televizyon gazetecilerinin değil yazılı medyanın siyasi yorumcularının davet edilmesini, hatta dış politika konularındaki sorular için de düşünce üreten merkezlerden isimlerin hazır bulundurulmasını teklif edenler de çıktı.

Gazetecilerin zorluğu, programı izlemek üzere ekran başına geçenlerin beklentilerinin farklı oluşu yüzünden. Bazıları sert ve çetin sorularla adayların sorgulanması beklentisi içerisindeyken, destekledikleri adaylara kıyamayan izleyici de çok.

Taraf tuttuğu açıkça belli olanların kamuoyundan çekeceği var.

Kuşkuluyum, çünkü…

Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım hangi kanalda karşı karşıya gelecek? Onların çıkacağı programı kim yönetecek? Soru sorsun diye hangi gazeteciler davet edilecek?

“Anlaşma tamam” denildiğine göre bu soruların cevaplarını taraflar biliyor olmalı.

Taraflar anlaştıklarını ilan ettiler, her şey tamam görünüyor, zaten vakit de azaldı; fakat ben yine de televizyonda karşı karşıya gelişin yaşanacağından kuşkuluyum.

Kuşkumun temelinde günümüzün medya düzeninin çarpıklığı yatıyor. Taraflar arasında medya desteği bakımından büyük bir fark bulunuyor. İmamoğlu mesajlarını iletebileceği kanal bulmakta zorlanıyor; arayı bu yüzden paralı reklamlarla kapatmaya çalışıyor. Rakibi Yıldırım‘ın ise her attığı adım, hatta fısıltısı bile neredeyse bütün kanallardan duyuruluyor.

Bu ayrıcalıklı durumundan vazgeçer mi Binali Yıldırım?

Geçer ve ekran münazarasına katılırsa kendisine “Bravo” demeye hazırım.

ABD’de, başkan adayları arasındaki ekran atışmalarında, rakibin iktidar adayından daha fazla avantaj sağladığı biliniyor. Hillary-Trump atışması buna bir örnek; Trump programdan kârlı çıkan taraf olmuştu.

Hayli zamandır kendimi televizyon haberlerine ve özellikle de tartışma programlarına izleyici olarak kapattım. İmamoğlu-Yıldırım hangi kanalda buluşur ve görüşlerini yarıştırırlarsa, bir İstanbul oyvereni olarak, onları izlemek için sabırsızlanıyorum ama…

Bu atışma kaçırılmaz çünkü…

*Bu yazı fehmikoru.com'dan alınmıştır