Abone Ol

Cumartesi Anneleri, gözaltında kayıpların çok ötesinde

Gözaltında kayıplara karşı ilk örgütlü mücadele, kayıp yakınları ve insan hakları savunucularınca, Hasan Ocak'ın devlet tarafından kaybedildiği ve katledildiği ortaya çıkmasıyla 27 Mayıs 1995 tarihinde başlatıldı. Cumartesi Anneleri adını alan bu mücadele 25 yıldır gözümüzün önünde sürüyor.

Cumartesi Anneleri, kayıpların çok ötesinde

Hülya Karabağlı- Medyafaresi.com Özel haber

16 Kasım 2000 yılında ülkesinde bazı kesimlerce uğradığı linç kampanyası sonucu sürgün hayatı yaşadığı Paris'te kalp krizi geçirerek 43 yaşında hayatını kaybeden sanatçı Ahmet Kaya, 10 Şubat 1999 tarihinde Magazin Gazetecileri Derneği'nin ‘En İyi Sanatçı Ödülü’nü alırken “Ben bu ödülü yalnızca kendi adıma değil, bu ödülü İnsan Hakları Derneği, Cumartesi Anneleri, magazine emek veren bütün insanlar ve bütün Türkiye halkı adına alıyorum” demişti.

12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında gündeme giren ‘gözaltında kayıplar’ meselesi yaklaşık 40 yıldır Türkiye’nin gündeminde. Gözaltında kayıplara karşı ilk örgütlü mücadele, kayıp yakınları ve insan hakları savunucularınca, Hasan Ocak'ın devlet tarafından kaybedildiği ve katledildiğinin ortaya çıkmasıyla 27 Mayıs 1995 günü başlatıldı. Cumartesi Anneleri adını alan bu mücadele tam 25 yıldır gözümüzün önünde sürüyor.

Cemil’in ya kafasını duvara vurdular ya da kum torbasıyla

‘Berfo Ana’ bu mücadelenin sembol isimlerinden biri oldu. 105 yaşında gözleri açık gitti bu dünyadan. Kapısını açık bıraktığı evinde oğlu Cemil Kırbayır’ı bıkmadan, usanmadan anlattı. TBMM İnsan Haklarını İnceleme komisyonu, 23.dönem 5. yasama yılında, ‘Gözaltında iken Kayboldukları  İddia Edilen Kişilerin Akıbetinin Araştırılması Alt Komisyonu’ kuruldu ve Cemil Kırbayır olayını da inceledi. Kırbayır’la birlikte ya da aynı tarihlerde yapılan gözaltıları ve canlı tanıklarını dinleyen komisyona Cemil Kırbayır’a yapılan ağır işkence anlatıldı.

8 Ekim 1980 tarihinde Karsta gözaltında iken kaybolan Cemil Kırbayır olayının görgü  tanıklarından bir ismin  komisyona anlattıklarından  bir bölüm şöyle:

BAŞKAN- Cemi!' i son görmeniz nasıldı?

Ç. A - Sorgucu Cemil abiye "Çok mu masumsun" dedi ve Cemi! Ağabey şöyle bir yanıt verdi, net ama net, zaten bu dinlediğimiz son sözleri oldu, yani en son hançeresinden çıkan mantıklı sözler bunlardı, diğerleri iniltiydi: "Biz kızlarımızı Kayserilere ve Niğdelere parayla satmıyoruz, biz gazyağı, sigarayı, şekeri karaborsa satmıyoruz, biz Göle'yi geneleve çevirmedik, biz tefecilik yapmıyoruz, bütün bunları yapanlar kendi devranlarını sürsünler diye, rantları kesilmesin diye bizi şikayet ediyorlar ki düzenleri devam etsin.

Biz namuslu insanlarız, onlar namussuz insanlar bunları yapanlar." Ve bir ses geldi o anda "Dank" diye böyle. Tahminen -yani yorum yapıyorum- ya kafasını duvara vurdular ya kendini kafasıyla duvara vurdular ya da kum torbasını önden vurdular, duvara değdi ama duvara değdiği kesin çünkü o ses duvar dışında hiçbir şeyden gelmez.

Böyle tok bir ses yani ve sonra bir sessizlik, bir inilti başladı Cemil Ağabey'de ve "Ben ölüyorum, ağabey beni hastaneye götürün." dedi. "İstifra et" dedi polis, İstifra. "Hastaneye götürün, ben ölü. "Fakat sesi perde perde sönüyor ve sanırım o anda bir tane görevli elini ağzına soktu.

Bu benim yorumum, hatta "Hep sok, sok" dedi biri "Sok, sok" dedi böyle veya onun elini sokturdular ağzına, istifra etti ama gür bir şekilde böyle. Ve sonra "Ağabey, ağabey, ölüyorum ağabey, beni hastaneye götürün." Sonra ses tonu indi, indi, indi. "Tamam Cemi!, tamam koçum, merak etme, panik yapma, biz seni, tamam aslanım hemen hastaneye götürüyoruz." falan dediler ve büyük bir koşuşturma başladı, ayak sesleri çoğaldı.

Anladığım kadarıyla, bir panik ortamı vardı ve sanırım içeriye ya sedye girdi ya da bunu karga tulumba götürdüler birçok kişi. Fakat sessizlik oldu, hiç çıt yok. Bunlar gittiler, işte o esnada biz ayağa kalkıp göz bağlarımızı hafif böyle yukarı kaldırmak suretiyle camdan baktığımızda Sukapı mahallesini gördük ve anladık ki burası Kars Dede Korkut Eğitim Enstitüsü. Orada işkence edildiğimizi anladık”.

Berfo Ana’nın 13 Aralık 2012 tarihli mektubu: Adaletsiz bir ülkenin Adalet Bakanı olma,

CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, 17 Mayıs 2016 tarihinde kürsü konuşmasında, Adalet Bakanlığının önünde olan Cumartesi Annelerine duvara asmak istedikleri mektup için izin verilmediğini söyledi. Tanrıkulu, 13 Aralık 2012 tarihli mektubu kayıtlara geçmesi açısından okudu:

"Sayın Adalet Bakanı, ben Berfo Kırbayır. Otuz iki yıl önce 13 Eylül 1980 günü devletin Göle'deki evimden alıp kaybettiği Cemil Kırbayır'ın annesiyim. 105 yaşındayım. Yıllardır devlet bana oğlumun gözaltı merkezlerinden firar ettiği yalanını söyledi. Gitmediğim yer, başvurmadığım kapı kalmadı.

Oğlumu götürdükleri günden beri, belki gelir diye, kapımı açık tuttum; gözüm yollarda, kulağım kapıda yaşadım. Her gece başımı yastığa 'Yavrum neredesin?' diye koydum. 5 Şubat 2011 günü, benim gibi evlatları kaybedilen annelerle birlikte Başbakan Erdoğan'la görüştüm.

Ona 'Bana oğlumu bul.' dedim. Mecliste oğlumun akıbetini araştıran bir komisyon kuruldu. Bu komisyon Cemil'imin firar etmediğini açıkladı, işkenceyle öldürüldüğünü ve işkenceciler tarafından kaybedildiğini söyledi. Oğluma işkence yapanların isimlerini açıkladı. Kars savcısına gittim, 'Daha ne bekliyorsun, oğlumun mezarını bul.' dedim. Aradan iki yıl geçti, ağır hastalıklar geçirdim, doktorlar bir hafta ömür biçti bana ve Cemil'imi bulmak, onunla birlikte toprağa girmek, ondan bir daha hiç ayrılmamak arzum beni yaşattı.

Anlayacağın ahımı Azrail duydu da devleti yönetenler, savcılar duymadı. Her şey ortada, oğlumu öldürenler, gömenler belli ama mezarı bulunmuyor. Benim durumumdaki yüzlerce anne, Galatasaray'dan, Diyarbakır'dan, Batman'dan, Dicle'den, çocuklarının mezarını istiyor.

Avrupa Mahkemesi, çocuklarımızı kaybettiği için devleti suçlu buluyor; Meclis araştırıyor, çocuklarımızı devletin kaybettiğini söylüyor ama savcılar 'Sizin çocuklarınız gözaltına alınmamış ya da firar etmiş.' deyip dosyaları kapatıyor. Mahkemeler çocuklarımızı kaybedenleri yargılamıyor.

Oğlumun kaybedilmesinden sorumlu tuttuğum Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya cezaevinde olması gerekirken mahkemeye bile getirilmiyor. Çocuklarıma 'Cemil'i bulmadan beni gömmeyin, morgda bekletin, Cemil bulununca bizi birlikte gömün, gömerken de onun kemiklerini baş ucuma yerleştirin.' diye vasiyet ettim.

Bakan Bey, sen Adalet Bakanısın, annelerin adalet isteğini yerine getirmek, savcıların işlerini layıkıyla yapmasını sağlamak senin görevin. Senden otuz iki yıldır aradığım oğlumun mezarının bulunmasını istiyorum. Adaletsiz bir ülkenin Adalet Bakanı olma, kayıp yakınlarının adalet talebini duy ve gereğini yap. Bunlar bir anne olarak, bir yurttaş olarak talebimdir.

 Mehmet Ağar, Hasan Ocak olayını hatırlayamadı

Devlette kilit isim olarak bilinen eski siyasetçi ve bakanlardan Mehmet Ağar, 15 Temmuz Darbe Komisyonu’nda faili meçhul cinayetlere ilişkin sorularla karşılaşmıştı. Ağar, 58 gün boyunca kaybettirilen ve daha sonra Beykoz’da ormanlık alanda cesedi bulunan Hasan Ocak’la ilgili soru yönelten CHP İstanbul Milletvekili Ali Şeker’e,” Kaydı kuydu yok mu” diye yanıt vermişti.

TBMM 15 Temmuz Darbesini Araştırma Komisyonu’nda FETÖ’nün emniyetteki yapılanması hakkında bilgi veren Mehmet Ağar’a CHP’li Ali Şeker, döneminde çok sayıda faili meçhul cinayet işlendiğini, gözaltında kayıplar yaşandığını hatırlatarak,  “Bunlardan birisi de Hasan Ocak,  benim mahalleden komşumdu ve gözaltına alındı” demişti. Ocak’la ilgili ayrıntılı bilgileri de aktaran Şeker’e, Mehmet Ağar, “Gözaltına alınmış mı, Kaydı kuydu yok mu” diye sormuştu.

15 Temmuz Darbe Komisyonu tutanaklarına Hasan Ocak konusu şöyle yansımıştı:

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Sayın Ağar, Emniyet Genel Müdürlüğünüz döneminde çok sayıda faili meçhul cinayet işlendi ve bunların içerisinde çok sayıda gözaltında kayıplar yaşandı. Bunlardan birisi de Hasan Hoca, benim mahalleden komşumdu ve gözaltına alındı…

İÇİŞLERİ ESKİ BAKANI MEHMET KEMAL AĞAR – Kaç yılında olmuş?

ALİ ŞEKER (İstanbul) – 1993-1994 yıllarında oldu. Yani sizin Emniyet Genel Müdürlüğünüz zamanında Necdet Menzir…

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Evet, Emniyet Müdürüyken ve parmakları mürekkepli, bağcıkları ayakkabısının çözülmüş, kemeri alınmış vaziyette bir Beykoz’da ormanlık alanda bulundu, sonra kimsesizler mezarlığına maalesef defnedilmişti, daha sonra otopsi kayıtlarından…

İÇİŞLERİ ESKİ BAKANI MEHMET KEMAL AĞAR – Gözaltına alınmış mı?

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Gözaltına alınmış ki, alındığına dair görgü tanıkları var. Gözaltındayken o dönem komşumuz olduğu için biliyorum…

İÇİŞLERİ ESKİ BAKANI MEHMET KEMAL AĞAR – Kaydı kuydu yok mu yani?

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Gözaltındayken bilgiler geliyor, sonra bunların hepsinin kayıtları nasıl oluyorsa yok ediliyor. Bu sadece tek bir örnek değil, çok sayıda örneğin olduğu ve sistematik olarak o dönemde çok sayıda gözaltında kayıp yaşandı. Sizin Emniyet Genel Müdürlüğünüzde ekibinizin böyle bir şey yapmasına nasıl…

İÇİŞLERİ ESKİ BAKANI MEHMET KEMAL AĞAR – Göz yumdunuz?

ALİ ŞEKER (İstanbul) – …engel olmadınız?

İÇİŞLERİ ESKİ BAKANI MEHMET KEMAL AĞAR – Yok canım, haberimiz olan her türlü gayrikanuni hareketlere tabii ki mani oluruz, rahmetli Necdet Menzir de mani olurdu. Yani bundan başka somut bir örneğiniz var mı İstanbul Emniyet Müdürlüğünde kaybolan kimse?

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Çok sayıda kayıplar var, ben yakinen bildiğim ve tanıdığım bir kişi olduğu için onu özellikle size söyledim.

Kutlu Savaş, 1998 yılındaki müdahaleye yanıt vermişti

TBMM tutanaklarına bakıldığında ‘Cumartesi Anneleri’ne 1998 yılında da güvenlik güçlerince müdahale ettiği görülüyor.  O dönemin Erzincan Milletvekili Mustafa Kul,   konuyla ilgili İçişleri Bakanına bir soru yöneltiyor.

Dönemin İçişleri Bakanı Kutlu Aktaş, İstiklal Caddesinin  (Galatasaray Lisesi önü)  ilgili yasa uyarınca valiliklerince belirlenen toplantı ve gösteri yeri olmadığını belirtiyor ve burada yapılan toplantı ve gösteriler, suç teşkil ettiğinden izin verilmediğini söylüyor. Müdahaleye ilişkin  somut bir yanıt verilmiyor.

İşte Mustafa Kul’un soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını saygılarımla arz ederim.

Mustafa Kul

Erzincan

Cumartesi Anneleri 3 yılı aşkın bir süredir Galatasaray Lisesi önünde, kaybedilen yakınlarına dikkat çekmek ve bulunmalarını sağlamak amacıyla, sessiz oturma eylemi yapmaktadırlar.

Yasal ve barışçıl bir eylem tarzı sürdüren Cumartesi Annelerine güvenlik güçleri tarafından son iki haftadır müdahalede bulunulmaktadır. 29 Ağustos 1998 tarihindeki son oturma eylemine yapılan müdahale sonrasında ise yaklaşık 200 kişi gözaltına alınmıştır.

.3 yılı aşkın bir süredir Cumartesi Annelerinin yasal sessiz oturma eylemi hangi nedenlerle yasa dışı ilan edildi ve müdahale emrini kim verdi?

. Cumartesi Annelerine yapılan bu müdahalenin Bölge Emniyet Müdürü Ercüment Yılmaz ile bir ilgisi var mıdır?

. Bölge Emniyet Müdürü Ercüment Yılmaz hakkında, "Yargısız İnfaz" iddiasıyla dava açılmış mıdır; açılmış ise dava hangi aşamadadır?

. Eyleme müdahale eden güvenlik güçlerini görüntülemek isteyen basın mensuplarının üzerine, polis minibüsünün sürülmesi için, bir komiser tarafından emir verildiği doğru mudur; doğruysa bu komiser ve minibüsü basın mensuplarının üzerine süren görevli hakkında nasıl bir işlem yapılacaktır?

. Anayasanın 34. Maddesine göre "Herkes, önceden izin almadan, silâhsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir". Bu maddeye göre son derece meşru ve barışçıl olan Cumartesi Annelerinin bu hak arama mücadelesine müdahale emri verenler Anayasaya aykırı davranarak suç işlemiş olmuyorlar mı?

Bakan Kutlu Aktaş’ın yanıtı şöyle:

T.B.M.M. B:1 6 10.11.1998 0: 3

T.C

İçişleri Bakanlığı

Emniyet Genel Müdürlüğü 5.11.1998

Konu: Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi: TBMM Başkanlığının 8.10.1998 gün ve A.01 .GNS.0.10.00.02-7/6092-15049/ 34990 sayılı yazısı.

Erzincan Milletvekili Mustafa Kul tarafından TBMM Başkanlığına sunulan ve tarafımdan yazılı olarak cevaplandırılması istenilen soru önergesinin cevabı aşağıya çıkarılmıştır.

1. İstiklâl Caddesi (Galatasaray Lisesi önü) 2911 sayılı yasanın 6. maddesi gereği önceden valiliklerince belirlenen toplantı ve gösteri yeri olmadığından, burada yapılan toplantı ve gösteriler, suç teşkil ettiğinden izin verilmemektedir.

2. Cumartesi Annelerine yapılan bu müdahalenin Bölge Emniyet Müdürü Ercüment Yılmaz ile herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır.

3. Bölge Emniyet Müdür Yardımcısı Ercüment Yılmaz'ın, 13.8.1993 günü İstanbul İli Şişli ilçesi Okmeydanı PERPA iş merkezinde güvenlik güçleriyle giriştikleri silâhlı çatışma sonucu ölü olarak ele geçen yasadışı Türkiye Halk Kurtuluş Partisi cephesi adlı örgüt militanlarının olayı ile ilgili olarak Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde görülen Hz. 1993/23118 sayılı soruşturma dosyasında yargılanmasının yapıldığı anlaşılmıştır.

4. Güvenlik kuvvetlerini görüntülemek isteyen basın mensuplarının üzerine polis minibüsünün sürüldüğüne, bir komiserinde polis minibüsünün basın mensupları üzerine sürülmesi için emir verildiğine dair herhangi bir tespit yapılamamıştır.

5. Anayasamızın 34 üncü Maddesinde yer alan ve temel hak ve özgüllüklerden olan Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü düzenleme hakkı, sınırsız bir özgürlük anlayışı içerisinde kullanılmayacağından, bu hakkın kullanımındaki şekil, şart ve usuller 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununda belirtilmiştir.

2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 6. Maddesinde "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri, tüm il veya ilçe sınırları içerisinde, hangi meydan ve açık yerlerde veya yollarda toplantı veya yürüyüş yapılabileceği ve bu toplantı ve yürüyüş için toplanma ve dağılma yerleri ile izlenecek yol ve yönler vali ve kaymakamlarca kararlaştırılarak alışılmış araçlarla duyurulur.

" hükmüne göre İstiklâl Caddesi ve çevresi "toplantı ve gösteri" yeri olarak mülkî idare amirince tespit edilmediğinden, ayrıca toplantı ve gösteriyi düzenleyenler, aynı kanunun 9 ve 10 uncu Maddelerinde öngörülen prosedüre uymadıklarından, burada yapılan toplantı ye gösteri kanunsuz olup, suç teşkil etmektedir.

Bilgilerinize arz ederim.

Kutlu Aktaş

İçişleri Bakanı