Türkiye’mizin dertleriyle dertlenmekten bitap düşmüşken, bir de yeni bir dünya savaşının kıyısında bulduk kendimizi. İsrail’in İran’a karşı başlattığı savaşa Amerika Birleşik Devletleri’nin de katılmasıyla artık biliyoruz ki hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. ‘Eski’ çok matah bir ortam değildi belki ama ‘yeni’nin hayırlara vesile olamayacağı da aşikâr. Nasıl bir geçidin içinde olduğumuzu anlamak için geçmişi hatırlamanın değerli olduğu bir andayız. Türkiye’de Orta Doğu üzerine en uzun ve en yoğun mesaiyi yapmış birkaç insandan biri olan Cengiz Çandar’la konuşmanın faydalı bir zihin egzersizi olabileceği bir andayız.
Kuşkusuz Cengiz Çandar artık sadece ‘gazeteci’ birikimiyle analiz yapan bir uzman değil. DEM Parti Milletvekilliği ona yeni bir sorumluluk yüklediği için bölgeyi ve Türkiye’yi bekleyen sınamaları, içinde bulunduğu siyasi denklemin bilgisiyle yorumluyor. O nedenle geçmişe kıyasla bir nebze temkinli konuşuyor. Yine de kendi partisi içindeki çoğunluğun şu noktada girmeye imtina edeceği konularda epey cüretkâr. Devlet Bahçeli’nin tanımıyla ‘PKK’nın kurucu önderi’ Abdullah Öcalan’ın Türkiye’deki siyasetin 19 Mart’tan sonra girdiği kaotik sürece bakışına dair Çandar’ın içerden yorumları, iktidar bloğunun pek hoşuna gidecek şeyler değil.
Öcalan’ın İsrail’e mesafeli tutumunun arka planını anlatırken Çandar, PKK’nın Türk solu içinden doğan bir Kürt isyan hareketi olmasına vurgu yapıyor. Oralar tam da onun oyun alanı. Her ne kadar 68 kuşağındaki devrimci arkadaşlarının büyük bölümünü ileriki yıllarda aldığı siyasi pozisyonlarla uzun zaman önce kızdırmış ve küstürmüş olsa da tanıklıkları hâlâ bugüne ışık tutabilecek nitelikte.
İsrail’i, İran’ı ve Kürt sorununu konuşurken araya öyle anılar sıkıştırdı ki… Mesela son dönemde yine çok tartışılan BOP meselesinin arka planını detaylarıyla öğrenmiş olacaksınız. Turgut Özal’ın cumhurbaşkanı olduğu dönemde onun ‘özel temsilcisi’ sıfatıyla 1993 ateşkesi sırasında Öcalan’la yaptığı görüşmeyi çok kez yazıp anlatmış olsa da bugün yine hatırlanmaya değer. Hem de Öcalan’ın devlete “Bana Cengiz Çandar’ı gönderin” diye mütemadiyen mesaj yolladığı şu dönemde. Ama o bildiğini anlatmanın gücüne inandığından olsa gerek bir şey saklamaya gerek duymuyor.
“İran’a saldırı 20. yüzyıl emperyalizminin 21. yüzyıldaki tezahürü”
“Orta Doğu’da İsrail’in taraf olduğu savaşlar, hep yeni bir çağın başlangıcını işaret etti”
-Size göre de İran meselesinde Trump’ın bir hafta oyaladıktan sonra savaşa müdahil olması “Aslında ABD ve İsrail başından beri iyi polis kötü polis oynuyor. Oysa beraberce planladılar bu işi” diyenleri haklı mı çıkardı?
Bence bugün, Trump Amerika'sının ve Netanyahu İsrail'inin İran'a ilişkin pozisyonlarında örtüşme söz konusu. Bu, biraz yumurta-tavuk meseline benzer bir durum. Bence İsrail’in İran’a yönelik saldırısını, en veciz şekliyle Almanya Başbakanı Friedrich Merz ifade etti. “Bizim yapamadığımız kirli işleri hepimiz adına yapıyor” dedi. İsrail’in yetemediği noktada bizzat Amerika devreye girdi ve İran’daki nükleer hedeflere saldırdı. Buradan ilerlersek, yaşanan duruma 19. yüzyıl sömürgeciliğinin, 20. yüzyıl emperyalizminin bir bölgeye yönelik 21. yüzyıldaki tezahürü diye de bakabiliriz.
Orta Doğu’da İsrail’in taraf olduğu savaşlar, hep yeni bir çağın başlangıcını işaret etti. 1948’de İsrail kuruldu, Orta Doğu haritası değişti. 1956 Arap-İsrail Savaşı, uluslararası sistemde İngiltere ve Fransa’nın yerini iki süper devlet olarak ABD ve Sovyetler Birliği’nin almasını beraberinde getirerek tüm uluslararası sistemi yeniden yapılandırdı. 1967 Savaşı, Orta Doğu haritasını, sonuçları bugün dahi ortadan kalkmamış şekilde bir daha çizdi. Sonra 1973 Arap-İsrail Savaşı çok şey değişti, Kissinger diplomasisiyle Sovyetler Birliği Mısır'dan çıktı. Mısır devrin en güçlü Arap ülkesiyken kendini devre dışı bıraktı. Arkasından 1979 İran İslam Devrimi ile uluslararası sahnede yeni bir aktör belirdi. İran! 1982 Lübnan Savaşı da Filistin Kurtuluş Örgütü’ne vurduğu büyük darbeyle önemli bir kilometre taşıdır. Bu büyük savaşlar, Orta Doğu'da tarihî kilometre taşları. Şimdi bugüne bakınca, ilerde ne diyeceğiz? 1982’den sonraki en önemli savaşın başlangıç tarihini 7 Ekim 2023 olarak mı yoksa 13 Haziran 2025 veya ABD’nin İran’a saldırdığı 22 Haziran 2025 olarak mı alacağız? Başlangıcı hangi tarihi olursa olsun vardığımız nokta, İran’ın 1979’tan bu yana dünya sisteminde tahkim ettiği yerinin iptal edildiğidir. 1979’daki İslam Devrimi ile sahneye çıkan İran yok artık. İran’la birlikte, Rusya’nın da denklem dışına itilmesi bu savaşın sonuçlarından biri. Bu savaşın sonuçlarına dünya ölçeğinde bakarsak, Çin'in belli ölçülerde sıkıntıya girmesi de demektir bu.
“İran’ın 1979’tan beri dünya sisteminde tahkim ettiği yer iptal edildi”
-İran'ın bir bölgesel güç olarak ‘iptal edildiğini’ söylemek için biraz erken değil mi?
Hayır değil. Yaklaşık son yarım yüzyılın İran’ı artık yok. Şu anda “İran'da rejim değişikliği olacak mı, olmayacak mı?” tartışmasına geldik. Olmayabilir. Ama eski İran'ı tartışmıyoruz. Ve ben bunu 1979'daki İran İslam Devrimi’ni adeta Türkiye'ye tanıtan kişi olarak ün yapmış biri olarak söylüyorum. Haksız bir ün de değildi bu.
-Sizi İran İslam Devrimi konusunda o kadar heyecanlandıran şey neydi?
Şii de değildim, İslamcı da değildim. Soldan gelen bir devrimci olarak, İran devriminde beni en çok heyecanlandıran şey bir ‘devrim’ oluşuydu. 1789 Fransız ve 1917 Bolşevik devrimleri kıvamında, çağ değiştiren boyutta bir devrimi kendi yaşam dönemimde, hem de kapı komşumuzla gördüm. Öyle algıladım. Bir sürü insan da öyle algıladı. Çünkü 1979 herhangi bir isyan ya da herhangi bir iktidar değişikliği değildi.
“İran devrimini ihraç edebildi”
“İran ahtapotunun uzvu olan devlet olmayan aktörler devletlerden önemli hale gelmişti”
-1789, 1917 ve 1979’dan ortak bir paydası varsa o neydi size göre?
Büyük çapta bir devrimse, ihraç edilmek zorundadır. Gerçekleştiği ülkenin ya da coğrafyanın dışına taşamayan şeyi ‘devrim’ diye kaydedemezsin. Bir devrim, -illa askeri biçimde olmasa da- ideolojik olarak, coğrafi ve jeopolitik olarak ihraç edilmek zorundadır. 1789 Fransız Devrimi’nin sonuçları malûm. Keza 1917 Devrimi de Rusya’nın, Sovyetler Birliği’nin dışına yayıldı. İran Devrimi, 1979 da ihraç ihtiyacı içindeydi. İran-Irak savaşı onu bloke etmek için patlak verdi zaten. 1980 ile 1988 arası kan gövdeyi götürdü bölgede. Ve bütün bir Batı sistemi, Saddam Irak’ının arkasındaydı o savaşta İran'ı bloke etmek için. Hal böyle olunca İran gibi bir başka ‘İslam Devleti’ kurulamadı ama kendilerinin ‘Şiî Hilali’ diye ifade ettikleri, kutsal bir kavramsallaştırma ile ‘İsrail'e yönelik Direniş Ekseni’ olarak tarif ettikleri bir şey yarattılar. Irak, Suriye, Lübnan, Filistin'den ta Yemen'e kadar İsrail'e ve Batı sistemine karşı ‘devlet olmayan’ aktörler birdenbire anlam kazandı. Hatta Hamas, Hizbullah gibi bu aktörler, devletlerden bile daha anlamlı hale geldi.
İran’ı bir ahtapot gibi düşünürseniz, bu aktörlerin hepsi İran’ın uzuvları haline geldi. İsrail’i çevreleyen ve İsrail’e nefes aldırmayan bir ahtapot. Bir kolu Müslümanlık zemini üzerinden Pakistan’a, bir kolu Çin'e uzanıyor. Çin'in bir numaralı petrol kaynağı İran ve dolayısıyla da eski İpek Yolu’nun canlandırılması İran by-pass edilerek düşünülemiyor bile. Keza, bu ahtapot Körfez'e olan hakimiyeti sayesinde Suudi Arabistan'dan, Birleşik Arap Emirliklerinden, Bahreyn'den, Katar'a kadar koca bir alanı etkiliyor. Çünkü orası küresel enerjinin can damarı. Dünyadaki petrol rezervlerinin yaklaşık yarısı orada. Petrol ve doğal gaz trafiği bakımından dünyadaki günlük toplam enerji arzının yüzde 20’si oradan sağlanıyor, Ayrıca İran, Rusya'yla öyle bir ilişkiye sahip ki Rusya’nın Ukrayna'yla savaşında kullandığı İHA’ları Rusya İran'dan alıyor. Ve tabii en önemlisi İsrail'i kuşatan ve İsrail'e nefes aldırmayacak bir role soyunmuş olması.
“İsrail, batı merkezli uluslararası sistemin bölgeye yerleştirdiği koçbaşıdır”
-İsrail de iyi ki nefes alamamış! Bir de nefes alsaydı neler yapacaklardı acaba düşünmek istemiyorum…
Ben “iyidir, kötüdür” diye bir değer hükmü yükleyerek anlatmıyorum bunu. İsrail dediğiniz sonuç itibariyle Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sonrasında oluşmuş Batı merkezli
uluslararası sistemin, süper devlet fonksiyonuyla Amerika Birleşik Devletleri'nin bölgeye yerleştirdiği koçbaşı. Dolayısıyla İran’ın ‘Direniş Ekseni’ sadece İsrail’e karşı bir direnişi sembolize etmiyordu. Zaten o nedenle de Merz bugün çıkıp “İsrail bizim yapamadığımız kirli işleri hepimiz adına yapıyor” diyebiliyor.