Abone Ol

Büyükelçilerle Kavala Krizi Büyüyor: Türkiye Batı Dünyası ile Kırılma Eşiğinde

Erdoğan’ın, "Türkiye’nin 10 büyükelçiyi ağırlayacak lüksü yok" açıklaması kriz yarattı. Batılı diplomatlar bu sözleri "vahim" olarak tanımladı.

Büyükelçilerle Kavala Krizi Büyüyor!

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, tutukluluğunun dördüncü yılında iş insanı Osman Kavala’nın serbest bırakılması için ortak bir bildiriyle Türk hükümetine çağrı yapan büyükelçileri, Ankara’yı Batı dünyasından koparmanın eşiğine getirecek şekilde hedef aldı.

Erdoğan, söz konusu on büyükelçi hakkında Türkiye’nin uluslararası diplomatik anlaşma ve kurallara göre persona non grata (istenmeyen adam) ilan edilme prosedürünün başlatılabileceği mesajını şu sözlerle verdi:

"Bu Kavala denilen Soros artığıyla ilgili olarak Türkiye’yi adeta burada mahkum etmek istiyorlar. On tane büyükelçi bu açıklamayı niye yapar? Bu Soros artığını savunanlar, -bunu nasıl bıraktırırız- gayreti içindeler. Söyledim Dışişleri Bakanımıza, bizim bunları ülkemizde ağırlamak gibi bir lüksümüz olamaz. Türkiye’ye böyle bir ders vermek haddinize mi sizin? Kimsiniz siz? Neymiş, Kavala’yı bırakın... Sen kendi ülkendeki haydutları, katilleri, teröristleri bırakıyor musun?"

"Ortada vahim bir durum var"

DW Türkçe'den Hilal Köylü'nün haberine göre, Büyükelçiler, Erdoğan’ın çıkışından önce Dışişleri Bakanlığı’na çağrılıp, "hadsizlikle ve Kavala davasını siyasallaştırmakla" suçlanmıştı. Erdoğan’ın sözleriyle ilgili olarak büyükelçiler, "Ortada vahim bir durum var. Bu sözlerin ne anlama geldiğini ciddi ciddi düşünmek gerekiyor. Diplomatlar bulundukları ülkelerde görevlerini yaparlar. Biz Türkiye’nin içişlerine karışmıyoruz. Biz, Türkiye’nin kendi anayasasında da uygulamakla zorunlu olduğu AİHM kararlarının uygulanması için hatırlatmada bulunuyoruz. Erdoğan bunu istemiyor demek ki. Demek ki bizi de istemiyor" söyleminde bulundu.

"Dünya tarihinde göremezsiniz"

Peki Erdoğan’ın, "Büyükelçileri ülkemizde ağırlayacak lüksümüz yok" sözü uluslararası ilişkilerde tam olarak ne anlama geliyor?

Türkiye'nin bir dönem Avrupa Birliği (AB) Daimi Temsilcisi olarak da görev yapan emekli büyükelçi Selim Kuneralp bu soruyu DW Türkçe'ye, "Erdoğan kendince büyükelçileri persona non grata (istenmeyen adam) ilan ediyor.

On büyükelçinin gönderilmesini savaş dönemleri dışında bırakın Türkiye tarihinde, dünya tarihinde göremezsiniz. Ancak Erdoğan’ın ciddi olacağını düşünmüyorum. Sadece kendi kamuoyuna mesaj vermeye çalışıyor. Hem Türkiye büyükelçileri gönderirse, Batı’daki Türk büyükelçiler de Ankara’ya gönderilir. Erdoğan bunu göze alamaz" sözleriyle yanıtlıyor.

Diplomasi yazarı Semih İdiz de, Erdoğan’ın sözlerinden Dışişleri’ne bir talimat verdiğinin anlaşıldığını ama tam olarak "persona non grata" prosedürünün işletilmesi yönünde karar alınıp alınmadığının belirsiz olduğunu düşünüyor.

İdiz, "Burada persona non grata’yı mı kastediyor. İstenmeyen sahışlar olarak mı görecek bu büyükelçileri. Onu bilmiyoruz. Bunun nasıl fiile geçeceğini görmemiz lazım. Dışişleri Bakanlığı’na belli ki bir talimat vermiş. İlgili ülkelerin dışişleri bakanlıkları da bu açıklamanın ne anlama geleceğini, yani lafta mı kalacağını yoksa bunun ötesine mi gideceğini görecekler" ifadesini kullanıyor.

Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi (EDAM) Başkanı Sinan Ülgen ise, "Erdoğan’ın sözleri yalın haliyle on büyükelçinin Türkiye’de kalmasının istenmediği anlamına geliyor. Ama büyükelçiler, Türkiye’den yollanabilir mi? İşin o noktaya varacağını sanmıyorum.

Çünkü bunun dünyada örneği yok. Eğer yine de yaparsa, o zaman Türkiye’nin dış dünyayla hem siyasi hem de diplomatik ilişkileri büyük zarar görür. Bu çok aşırı bir senaryo. Düşünülecek gibi değil" eleştirisi getiriyor.

Diplomatik gözlemcilere göre Erdoğan’ın çıkışları Ankara’nın 50 yıldan fazladır tarihi bağı olan Avrupa Konseyi ile ilişkilerinin yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile ilişkilerini de "tarihi kırılmanın eşiğine" getirmiş durumda.

"Kişisel husumeti var"

Emekli Büyükelçi Kuneralp, Ankara’daki büyükelçilerin Türkiye’ye AİHM kararlarının bağlayıcılığını hatırlattığına gönderme yaparken, "Ankara AİHM kararlarını uygulamayacağını söyleyebilir mi? Bu kararlara uyacağını kendi anayasasında taahhüt etmiş bir ülke Türkiye. Avrupa Konseyi’nden mi çekilecek yoksa Ankara? Ortada çok üzücü ve korkunç bir durum var. Erdoğan, Türkiye’yi korkunç kayıplara sürüklemeye çalışıyor. Ülkeyi, Batı’dan koparmanın eşiğine getirmenin ne anlamı var? Sadece iç kamuoyunda güç kazanmak için yapmaya çalıştığı şey, diplomatik ilişkileri altüst edecek düzeyde. Bunu görmeli." Eleştirisinde bulunuyor.

Kavala davasının sürekli uzadığını ve Batı dünyasının da Türkiye’yi uzun tutukluluklardan doğan hak ihlalleri konusunda uyardığını belirten Kuneralp’e göre Erdoğan’ın bu dava üzerinden Batı’ya sert çıkmasının tek bir sebebi var:

"Erdoğan’ın Kavala ve Demirtaş konusunda demek ki bir kişisel husumeti var. Bu yüzden olsa gerek tutuklulukları uzayıp gidiyor. O husumetin üzücü ve korkunç sonuçlarını hep birlikte yaşıyoruz. O husumet bize ülkede sadece adaletin değil her türlü değerin kaybolduğunu gösteriyor" diyor.

Erdoğan, büyükelçileri hedef aldığı konuşmasında HDP’nin (Halkların Dmeokratik Partisi) tutuklu eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ı da Kavala gibi "Sorosçu" ilan etti.

Erdoğan’ın neden Kavala davası konusunda çok katı olduğunu Semih İdiz de Gezi Parkı olaylarına dayandırıyor. Kavala’nın Gezi’nin finansörü olarak da suçlandığını hatırlatan İdiz, "Kavala, Erdoğan ve onun destekçilerinin gözünde Gezi’nin baş sembolü oldu, bir anlamda ikonu oldu. Onun için Erdoğan, Kavala konusunda taviz vermeyi Gezi konusunda taviz vermek gibi görüyor ve aşırı hassas davranıyor" diyor. Erdoğan, Mayıs 2013’te İstanbul’da başlayan ve tüm Türkiye’ye yayılan Gezi Parkı olaylarının hükümeti devirmeye dönük olduğunu öne sürmüştü.

Erdoğan’ın büyükelçilere çıkışının Türkiye'nin AB ve ABD ile ilişkilerini derinden sarsacağını öngören İdiz, "Bir anlamda bütün Batı’yı karşısına almış oldu. Eminim bunu en yakından izleyen başkentlerden birisi de Moskova olacaktır şimdi. Çünkü son Putin görüşmesi adeta Biden’la yapılamayan görüşmenin rövanşı olarak gerçekleşti. Türkiye’nin Batı’yla ilişkilerinin kötüleşmesi her zaman Moskova’nın işine gelen bir şeydir. Onun için Erdoğan’ın sözlerinin ne anlama geldiğini Moskova da görmek isteyecektir. Hepsinin şu aşamada bir bekle-gör noktasında olacaklarını tahmin ediyorum" diyor.

Ağır yaptırım süreci

AİHM, 10 Aralık 2019 tarihli kararıyla Kavala’nın tutuklanmasında, "makul şüpheyi doğuracak nesnel eylemler bulunmadığı"na, o nedenle tutuklamanın hukuka aykırı olduğuna hükmetmişti. Türkiye’nin Kavala’nın "derhal serbest bırakılmasını" isteyen mahkeme kararını uygulamaması da ihlal olarak değerlendiriliyor.

Siyasal bir organ olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, AİHM kararlarını uygulamayan ülkelere baskı yapabiliyor. Komitenin bu sorumluluğu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne dayanıyor.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 30 Kasım’da yapacağı toplantıda Türkiye hakkında "ihlal prosedürü" başlatabileceğine ilişkin haberler Ankara’ya ulaştı. Komite, sonrasında Kavala’nın serbest bırakılıp bırakılmadığı konusunda AİHM’nin Türkiye’yle ilgili bir karar vermesini isteyecek. AİHM, Türkiye’nin mahkeme kararlarını uygulamadığı ve bu nedenle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal ettiği yönünde karar alırsa, Bakanlar Komitesi Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden çıkarılmasına kadar uzanabilecek bir dizi yaptırımı hayata geçirebilecek.

Hilal Köylü / DW Türkçe