Tuncer Bakırhan'dan Özgür Özel'e çok sert tepki: CHP süreç karşıtlarının partisi olacaksa...

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin TBMM grup toplantısında yaptığı konuşmada hem CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in "Stockholm sendromu" çıkışına yanıt verdi hem de İmralı görüşmesi, Suriye’de Alevilere yönelik saldırılar ve Kuzey ve Doğu Suriye’yle diyalog çağrıları üzerinden çözüm ve barış vurgusu yaptı. Bakırhan, Meclis’i, iktidarı ve muhalefeti "yüz yıllık meselenin çözümünde sorumluluk almaya" çağırdı.

Bakırhan, CHP lideri Özgür Özel’in partilerine ve tabanlarına yönelik "Stockholm sendromu" ve "celladına aşık olmayın" sözlerine sert yanıt verdi. "Biz Meclis’te barış için yasa konuşurken, sokaklarda barışı toplumsallaştırırken siz kürsüden neden bir halkı aşağılayıcı sözler kullanıyorsunuz?" diyen Bakırhan, "Biz bu coğrafyada halklar, inançlar, devrimciler, ezilenler olarak celladı mezarlıklarımızdan, faili meçhullerden, yakılmış köylerimizden, direndiğimiz o zindanlardan iyi biliriz" sözleriyle tepki gösterdi. "Cellatlığımıza soyunan çok oldu ama bizi kurban yapmaya kimsenin gücü yetmedi ve yetmeyecek" diyen Bakırhan, "Cellat defterini açacaksak, geçmişi konuşacaksak hepiniz borçlu çıkarsınız" ifadeleriyle tüm siyasi aktörleri polemikçi dilden vazgeçip çözüme ve barışa katkı sunmaya çağırdı.

Bakırhan, Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun İmralı Adası’nda PKK lideri Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmeyi "çözüm yolunda atılmış çok önemli bir adım" olarak niteledi. Bu temasın Kürt meselesini güçlü bir siyasal zemine taşıdığını belirterek "Bu, Türkiye’deki çözüm aklının başarısıdır" dedi. 4 Aralık’ta komisyonun yeniden toplanacağını hatırlatan Bakırhan, görüşme tutanaklarının yalnızca üyelerle değil kamuoyuyla da paylaşılmasını, "şeffaflığın sağlanması ve toplumun rahatlaması" için gerekli gördüğünü vurguladı. TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’a ve komisyona seslenen Bakırhan, "Bu toprakların yaralarını saran, özgürlüğü inşa eden demokratik raporlar bekliyoruz; çözüm odaklı raporların hızla yasalara dönüşmesi için ilk ve tarihi sorumluluk Sayın Kurtulmuş’ta ve komisyondadır" çağrısında bulundu.

Suriye’de Alevilere yönelik saldırılar ve Meclis heyeti önerisi

Konuşmasında Suriye’deki gelişmelere de değinen Bakırhan, özellikle sahil bölgesinde Alevilere yönelik saldırıların "kabul edilemez" olduğunu vurguladı. "Dünyanın ve bölgenin neresinde olursa olsun Alevi kardeşlerimize vurulan en ufak fiskeyi kendimize vurulmuş bir tokat olarak değerlendiririz" diyen Bakırhan, 10 Mart’ta Alevilere dönük yapılan sistematik ve toplu katliamların cezasız bırakılmasının bugünkü saldırıları teşvik ettiğini söyledi. Türkiye’nin Suriye rejimiyle ilişkilerini kullanarak bu saldırılara karşı uyarması gerektiğini belirten Bakırhan, Meclis’te siyasi parti temsilcilerinden oluşan bir komisyon kurulmasını, bu heyetin Suriye’ye giderek Alevi halklarının sorunlarını yerinde dinlemesini ve rapor hazırlamasını talep etti. Koalisyon güçlerini ve bölge devletlerini de Alevilere dönük saldırılar konusunda sorumluluk almaya çağırdı.

Kuzey ve Doğu Suriye, dostluk eli ve İlham Ahmed çağrısı

Bakırhan, Suriye’nin Kuzey ve Doğusundaki yönetimin hem ülke içinde çözüm arayışını sürdürdüğünü hem de komşu ülkelere "dost eli uzattığını" belirterek, "Kuzey ve Doğu Suriye’den özellikle Türkiye’ye uzanan bir dostluk eli var, artık bu elin tutulması gerekir" dedi. DEM Parti’nin bu hafta sonu düzenleyeceği uluslararası konferansa Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Dış İlişkiler Ofisi Eş Başkanı İlham Ahmed’in davet edildiğini hatırlatan Bakırhan, "İlham Ahmed'in Türkiye'ye gelip gelemeyeceği konusunda henüz bir dönüş sağlanmadı. Bırakın gelsin, sorusu olan sorusunu sorsun, endişesini getirsin, diplomasi bunun için var" sözleriyle diyalog çağrısı yaptı. "Çözümden kaçmak, Kürtlerin Suriye’de elde edeceği kazanımlardan kaçmak kimseye kazandırmaz; getirin, oturun, konuşun, anlaşın" diyen Bakırhan, diyalog ve temasın yalnızca Kürtler için değil "bütün bölge için kazanım" sağlayacağını ifade etti.

Bakırhan'ın açıklamasından öne çıkan satırbaşları şu şekilde:

"Romanların kapısı herkese açıkken onlara açılan kapılar kapatılıyor"

"Bu toprakların en kadim halklarından birisidir Romanlar. Onlara hoş geldiniz diyorum. Roman halkı yıllardır ciddi bir adaletsizliğe uğruyor. Sistematik olarak yoksullaştırılıyor. Mahallelerine hizmet götürülmüyor. Çocukları okullarda başka sınıflarda okutuluyor. İş başvurularında soyadları yüzünden ayrımcılığa uğruyor. Oysa Romanların kapısı herkese açıkken onlara açılan kapılar kapatılıyor.

Maruz kaldıkları hak ihlallerini buradan böyle sıralayabiliriz. Belediyeler Roman vatandaşlara hizmet üretsin. Roman dilinin ve kültürünün görünür olması sağlansın.

Bu dayanışmayı eşit yurttaşlık temelinde ortak mücadeleyle yürütmeliyiz. Bu ötekileştirmeye, adaletsizliklere ve keyfi yaklaşımlara karşı herkesi mücadele etmeye çağırıyorum.

"İlk ve tarihi sorumluluk Sayın Numan Kurtulmuş’ta ve komisyondadır"

Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nun İmralı Adası'nda gerçekleştirdiği görüşme, çözüm yolunda atılmış çok önemli bir adımdır. Komisyonun Sayın Öcalan ile gerçekleştirdiği görüşme, Kürt meselesini güçlü bir siyasal zemine taşımıştır. Bu, Türkiye’deki çözüm aklının başarısıdır. Kardeşlik hukukumuzu çatışma zemininden çıkarıp yasal ve demokratik zemine kavuşturma zamanıdır. Görüşme öncesinde fırtınalar koparıldı, kıyamet senaryoları yazıldı. Peki, kıyamet mi koptu? Hayır. Aksine, barış yolunda önemli bir eşik aşıldı. Toplumsal barışın inşası için atılan bu cesur adım, çözüm zeminini daha fazla güçlendirecektir.

4 Aralık'ta komisyon yeniden toplanacak ve görüşme tutanağı komisyon üyeleriyle paylaşılacak. Sayın Öcalan'ın toplumdan saklayacağı, gizleyeceği hiçbir şey yoktur. Kendisi her türlü fikrin kamusal şeffaflık içerisinde olması gerektiğini yıllardır söylüyor. O nedenle tutanakların kamuoyuyla da paylaşılmasını, şeffaflığın sağlanmasını ve toplumun rahatlamasını istiyoruz. İktidar da, toplumsal barışın sahiplenilmesini sağlayacak hukuki ve idari düzenlemeleri acilen yapmalıdır. Söz değil, artık pratik adımlar zamanıdır. Türkiye barış için sözünü söyledi. Artık bu sözleri hayata geçirme zamanıdır. Çünkü söz uçar; önemli olan toplumsal mutabakatı kağıda dökecek adımlar atılmasıdır. Sorumluluk Meclis’te. Bütün partileri, Kürt meselesinin çözümüne ve Türkiye’nin demokratikleşmesine sahici katkı sunmaya çağırıyorum. Bu toprakların yaralarını saran, özgürlüğü inşa eden demokratik raporlar bekliyoruz. Çözüm odaklı raporların hızlıca yasalara dönüşmesi için ilk ve tarihi sorumluluk Sayın Numan Kurtulmuş’ta ve komisyondadır.

Barış kapısı açıldığında eşikte durmak siyaset değildir. Biz bu kapıdan tüm Türkiye halklarının geçmesini, kimsenin geride kalmamasını istiyoruz. Kürt meselesi yalnızca Kürtlerin değil, 86 milyonun sorumluluğudur; çözüm de birlikte üretilmelidir. Yüzyıllık acılar ancak geniş bir toplumsal mutabakatla, tüm renklerin yer aldığı ortak akılla çözülebilir. Bu süreç bizler açısından hiçbir partiye angaje olmak değildir; ülkenin yüz yıllık meselesine çözüm arıyoruz. Bizim hattımız üçüncü yoldur: Ne başkalarının vagonu oluruz ne de çözümü erteleyenleri makul görürüz. Yolumuza ortak paydaları büyüterek, yapıcı dili koruyarak ve kararlılıkla devam edeceğiz. Ve sonunda hep birlikte barışa ulaşacağız.

"Ucuz polemikler ve anlamsız kavgalara başvurmak siyasetsizliktir"

Biz ortak paydaları büyütmeye çalışırken ana muhalefet partisinin lideri, partimize ve tabanımıza bazı ithamlarda bulunuyor. Öyle anlaşılıyor ki Sayın Özel, kurultay kürsüsünden bize "Stockholm sendromu" teşhisi koyuyor, "Celladına aşık olmayın" diyor. Biz de soruyoruz: Biz Meclis’te barış için yasa konuşurken, sokaklarda barışı toplumsallaştırırken, siz kürsüden neden bir halkı aşağılayıcı sözler kullanıyorsunuz? Sözü çözüm için kurmak varken, ucuz polemikler ve anlamsız kavgalara başvurmak siyasetsizliktir. Biz demokratik siyasi çözümü esas alan mücadele ve müzakere partisiyiz. Halkımız barış içinde eşit ve özgür yaşamak istiyor. Böyle bir halkı sendromla itham etmek demokratik siyaset midir? Kürt halkına saygı duymak bu mudur? Biz bu coğrafyada halklar, inançlar, devrimciler, ezilenler olarak celladı iyi tanırız. Cellatları mezarlıklarımızdan, faili meçhullerden, yakılmış köylerimizden, direndiğimiz o zindanlardan iyi biliriz. Kimse bu hafızanın üzerine ucuz metaforlarla yaklaşmasın. Cellatlığımıza soyunan çok oldu, haklısınız, ama bizi kurban yapmaya kimsenin gücü yetmedi ve yetmeyecek.

Herkes çok iyi bilsin ki "cellat" defterini açacaksak, geçmişi konuşacaksak hepiniz borçlu çıkarsınız. Herkesi polemikçi ve tutarsız dilden vazgeçmeye; çözüme ve barışa katkı sunmaya çağırıyorum. Açık konuşun. Bu sorunun çözümünün karşısındaysanız, sağa sola çekmeden, yaftalamadan sözünüzü söyleyin. Ana muhalefet partisi süreç karşıtlarının çekim merkezi olmaya adaysa büyük bir yanlış yapar. Buradan iktidara yürürüm stratejisini düşünüyorsa kaybeder. Bu vesileyle bir kez daha CHP Genel Başkanlığına seçilen Sayın Özgür Özel’i tebrik ediyoruz. Başta ana muhalefet partisi olmak üzere bütün muhalefet partilerine, yüz yıllık meselenin çözümünde ellerini taşın altına koymaya, sorumluluk ve inisiyatif almaya çağırıyorum. Barışa ve çözüme ortak olan kazanır.

Türkiye’nin ve bölgenin en önemli gündemlerinden biri de Suriye’deki gelişmelerdir. Suriye’de Ahmed Şara ismini, kıyafetini, rejimi değiştirdi. Ama soru şu: Tekçi yapıyı da değiştirecek mi? Pratiklere bakınca görünen tablo, yeni bir sayfa değil, eski kitabın devamı. Tekçi ve inkârcı zihniyet Suriye’nin 60 yılına mal oldu. Bu ülke başka bir 60 yıl daha aynı hatayı kaldıramaz.

"Alevi kardeşlerimize vurulan en ufak fiskeyi kendimize vurulmuş"

Bakın, Suriye’nin sahil bölgesinde yaşayan Alevilere yönelik saldırılar kabul edilemez. Bu saldırıları en güçlü bir şekilde kınıyoruz. Binlerce yıldan süzülüp gelen çoğulcu yapısını yok etmek isteyen herkes, kendisini de ülkesini de ateşe atmış olur. 10 Mart’ta Alevilere dönük yapılan sistematik ve toplu katliamların cezasız bırakılması bugünkü saldırıları teşvik ediyor. Suriye üzerinde ilişkileri olan Türkiye, Alevilere dönük saldırılara karşı rejimi uyarmalı, bu yanlıştan vazgeçmelerini sağlamalı. Dünyanın ve bölgenin neresinde olursa olsun Alevi kardeşlerimize vurulan en ufak fiskeyi kendimize vurulmuş bir tokat olarak değerlendiririz.

Meclis, siyasi parti üyelerinden oluşan bir komisyon kurarak Suriye’ye gitmeli ve Alevi halklarının sorununu dinlemeli. Koalisyon güçlerini ve Suriye üzerinde ilişkileri olan bölge devletlerini de Alevilere dönük saldırılara karşı sorumluluklarını yerine getirmeye çağırıyoruz.

"İlham Ahmed, Türkiye'ye gelebilmelidir"

Öte yandan bunlar olurken Suriye’nin Kuzeydoğusundaki yönetim bir yandan Suriye’de çözümü arıyor, bir yandan da komşu ülkelere dost eli uzatıyor. Kuzey ve Doğu Suriye’den özellikle Türkiye’ye uzanan bir dostluk eli var. Artık bu elin tutulması gerekir. İlham Ahmed, bu hafta sonu partimizin düzenleyeceği uluslararası konferansa davetliydi. Henüz bir dönüş sağlanmadı. Sorusu olanlar sorularını sorsun, endişelerini yerine getirsin. Diplomasi ne için var? Çözümden kaçmak, Kürtlerin Suriye’de elde edeceği kazanımlardan kaçmak kimseye kazandırmaz. Getirin, oturun, konuşun, anlaşın. Diplomasi bunun için var. Diyalog bunun için var. Çözümden kaçmak kimseye kazandırmaz ama diyalog ve temastan bütün bölge kazanır.

"Halk dünyanın en pahalı etini almak zorunda bırakılınca kimse et yiyemez hale geldi"

Türkiye’de dert bir değil bin; en büyüğü de geçim sıkıntısı ve üretimden kopmadır. Bakın, tarım ve hayvancılıkta topyekûn bir çöküş yaşanıyor. Onlarca yıl dünyanın dört bir yanına ihracat yapan Türkiye bugün, dünyanın ikinci büyük canlı hayvan ithalatçısıdır. 2024 yılında 514 bin 869 baş hayvan ithal edilmiş, bunun bedeli 788 milyon dolar olmuştur. 2026 yılı için öngörülen rakam daha da ağırdır: 450 bin baş sığır ve 70 bin ton kırmızı et ithalatı yapılacak. Peki ihracat ne? İhracat: 0.

Yakın geçmişte Kars’tan araçlara hayvanlar yüklenir, hem iç piyasaya hem de Ortadoğu’nun dört bir tarafına giderdi. Şimdi ne hayvancılıktan eser kaldı, ne ihracattan… Hayvancılıkla uğraşanlar yem alamıyor, meraya çıkamıyor, girdi maliyetlerini karşılayamıyor. Yakıt pahalı, gübre pahalı, su pahalı, elektrik pahalı, teşvikler yetersiz.

Sonuç? Üretici üretimden kopuyor, et fiyatı yükseliyor, halk dünyanın en pahalı etini almak zorunda bırakılınca kimse et yiyemez hale geliyor. Milyonlarca insan yeterli beslenemiyor, hakkıyla barınamıyor. Yapılan hesaplamalara göre son 10 yıla bakıldığında, enflasyon yaklaşık 10 kat artarken konut fiyatları ise 20 kat artmış. Yıllardır "yeni ev yapalım, kriz çözülür" dediler. Bugün yine aynı şeyi tekrar ediyorlar. Hep aynı yoldan giderek farklı bir yere varmak istiyorlar.

Bakın, vatandaş fazla bir şey istemiyor. Milyonlarca insan ilk çağdan beri insanlığın sahip olduğu temel beslenme ve barınma ihtiyacını karşılamak istiyor. Bu temel ihtiyaçların karşılanması için 2026 bütçesi komisyonda görüşülürken onlarca önerge verdik, sadece birkaçını sayacağım: Barınma hakkı için adım atılması, çiftçilerin belli miktarda borçlarının silinmesi, emekli maaşlarının en az yoksulluk sınırının yarısına çıkarılmasını defaatle söyledik, hanelere ihtiyaç sınırına kadar ücretsiz doğalgaz ve elektrik sağlanması, asgari ücretin yoksulluk sınırının yarısına çıkarılması… Ve bunları çoğaltabilirim.

Tek bir önergemizi bile kabul etmediler. Niye? Kaynak yokmuş. Herkes bilsin ki kaynak var ama iktidar kaynağı halka, emekçilere ve yoksullara ayırmak istemiyor. Ortada bir kaynak sorunu değil, siyasi irade sorunu var."