Serdar Akinan'ın küçük cenneti! Akasya...

Gazeteci Serdar Akinan Büyükada'da bir mekan açtı. Şimdilerde medyadaki dostlarını ağırladığı Akasya'nın mutfağını da Elif Aktuğ'a açtı..

Uzun süre gazeteci, yapımcı ve televizyon yöneticisi olarak çalışan Serdar Akinan, bir söylentiye göre iki yıl önce bunalmış ve yöneticiliği bırakmıştı. Ardından Çatalca'ya yerleşen ve sadece AKŞAM Gazetesi'ndeki yazılarına devam eden Akinan, yeni bir telaş içinde son günlerde; çünkü kendisi gibi televizyoncu olan kardeşi Serhat Akinan ile beraber Büyükada'da bir restoran açtı...

Ağzımızın tadını kaçırmamak için medya ve siyaset konuşmamaya özen göstersek de, bir miktar giriyoruz ciddi meselelere. Ancak ana konu yemekler, lezzetler ve hayatı kaliteli yaşamak oluyor. Bir bistro ve et lokantası olan Akasya ile Serhat Akinan ilgileniyor; Serdar Akinan ise Çatalca'daki çiftliğinden domates, biber ve taze süt takviyesi yapıyor. İki kardeşten tipik bir 'biri organik tarım yapmış, biri de pişirmiş' hikâyesi yani; bana da bu noktada "Hani bana hani bana" demek düşüyor diyorum ve Akasya'daki lezzetlere doyamıyorum...

- Yemek ve içmekten iyi anlamak hayatta neye tekabül eder? Hangisi ve neden?
 a) Şişmanlamaya yatkın olmak
 b) Zevk almayı bilmek
 c) Hayat adamı olmak
 Bence C şıkkı B'yi içeriyor. Hayat adamı olarak zevk almaktan kasıt bir parça yeme içmeyi de içeriyorsa şişmanlamaya yatkınsınız demektir.

Spor da yoksa A=(B+C)

- Kendinizi 'gurme' olarak görüyor musunuz?
 Fransızlar gourmet ile gourmand arasında bir ayırım yapar. Yani obur ile damak tadına düşkün. Bu maalesef bende geçerli olamıyor. Damak tadına düşkünlük sanırım oburluğu da getirdi.

- Restoran fikri de böyle mi doğdu?
  Rahmetli babam hayattan büyük keyif alan, dostlarını rakı sofrasında ağırlayıp onlarla uzun sohbetler yapmaktan mutlu olan kalender bir insandı. Minnacık ama son derece iddialı bir şarküterisi vardı. Adı Cici Meze'ydi. O yılların Şişli'sinde Cici Meze Rumların, Ermenilerin, Musevilerin uğrak yeriydi. En iyi pastırma, en iyi beyaz peynir sadece babamdan alınırdı. Hayata âşık, damak zevki olan, Ömer Hayyam'ın rubailerini okuyan, her hafta sonu bizi mutlaka Arnavutköy'de Kuyu Restoran'a götüren bir İstanbul beyefendisiydi. Belki o sofralarda büyümüş olmaktan ötürü böyle bir sektör bize pek yabancı gelmedi. İşim gereği sadece mahrumiyet bölgeleri ve sıcak çatışma alanlarına gitmiyorum. Belki de bundan ötürü bu mesleğe âşığım. Kuzey Irak, Çeçenistan gibi coğrafyalarda aylarca zor şartlarda çalıştığım oldu. Ama bu meslek bana Monaco'da ünlü şef Alain Ducasse'ın Louis XIV'inde moleküler mutfak tatmamı da sağladı.

- Neden gazeteci oldunuz?
 Rahmetli eniştem hayatını Milliyet Gazetesi'ne veren bir basın emekçisiydi. Onun sayesinde Milliyet'e girdim ve mesleğime bir anda âşık oldum. İlk görüşte aşk gibi bir şeydi. Hayatı ve insanları anlamak tek meselem bu belki. Ve gazetecilikten başka hiçbir meslek bana bu imkânı sunamazdı.

- "Bir ülkede gerçekleri söylemek pahasına iktidara kafa tutmak maddi manevi bedeli olan bir tavırdır" diyorsunuz; siz nasıl bir bedel ödediniz?
 Ağır bir bedel. Hâlâ ödüyorum... Ama bu meseleye girmek ağız tadımızı kaçırır.

- Bir gün siyasi bir yazı yazıp, bir başka gün mesela, "Hadi ağla bu öğle üzeri. Hüzün şavkıdır aşkın. Titrek ama asla solgun değil" diyorsunuz; aslında şiirle de mesaj mı veriyorsunuz birilerine?
 Haddim olmayarak şiir yazıyorum ve pek azını paylaşıyorum. Bazen duygularım taşıyor ve her nedense paylaşmanın ortak bir duygudaşlık kuracağı hissine kapılıyorum. Yanılıyorum.

- OdaTV davasını yakından takip ediyorsunuz, bir gün adalet yerini bulacak mı sizce?
 Bugün birilerinin hukuku ile insanlığın kadim değerlerinden süzülüp gelen hukuk çarpışıyor. Tüm bu tutukluluklar, operasyonlar, kamunun zihin algısını manipüle eden yayınlar gelir geçer. Adalet, hakkaniyet gibi kavramlar, kişi, kurum ve tarih üstüdür. Bir gün mutlaka. Şüphem yok...

- Televizyon yöneticiliği bitti mi sizin için?
 Bu siyasi konjonktürde tamamen bittiğini söyleyebilirim.

- "Şimdiki aklım olsa başka türlü davranırdım" dediniz mi yöneticilik yıllarınızda?
 Şimdiki aklım olsa diyebileceğim şeyler sadece yöneticilikle ilgili değil.

- Medya neden birlik olamıyor, aslında yapılan haksızlıklar herkesi ilgilendirmiyor mu?
 Medyayı Türkiye'den ayrı düşünemeyiz ki. Yapılan haksızlıklara kaç kişinin sesi çıkıyor?

- Anlaşıldığınızı, daha doğrusu 'doğru' anlaşıldığınızı düşünüyor musunuz, yazılarınızı herkes anlayabiliyor mu?
Bunu okurlara sormak gerek.

- Sosyal medyayla aranız nasıl, gördükleriniz ve duyduklarınız sizi memnun ediyor mu?
 Facebook değil ama Twitter'ı bağımlılık derecesinde takip ediyorum. Mesleki olarak iki olay beni sosyal medyanın gücüne ikna etti. İlki Tekel direnişi, diğeri ise Uludere...

- Kimleri okuyor ve seviyorsunuz, kimlere tahammülünüz yok?
 Okuyamadığım için eksikliğini çektiğim iki kalem var Nuray Mert ve Oray Eğin, Ahmet Hakan ve Yılmaz Özdil'i, Akif Emre ve Can Dündar'ı, Umur Talu'yu gıpta ile okurum. Ahlaksız ve kifayetsiz olanları inatla okumuyorum. Bu toprağa derin bir ihanet içinde olanları yokluğa mahkûm ettim. Kaybım yok, huzurum var.

- Üzerinde çalıştığınız bir proje var mı; belgesellerinize hasret kaldık...
 Elimde olağanüstü bir Kandil belgeseli var. Sadece kadınlarla konuştum. Bu konjonktürde yayınlanması mümkün değil. Sözlü tarihe dair bir fikir var kafamda. Onu da çekip saklayacağım. Yıllar sonra yayınlanır belki.

OTANTİK VE TİPİK BİR İTALYAN MUTFAĞI
 'Az malzeme ve iyi kombinasyon' esasına dayanan İtalyan mutfağının leziz yemekleri Akasya'nın mönüsünü oluşturuyor. Mellanzano Parmigianni, patlıcan dilimleri, mozzarella ve domatesten ibaret; tadı muhteşem. Her biri ayrı yerlerden seçilerek alınan domatesler ve İtalyan peynirinden yapılan Ege salatasına yine Ege zeytinleri ve sızma zeytinyağı tat veriyor. Et çeşitleri, Akasya'nın öne çıkardığı ana yemeklerinden. Etler, Bilecik ve Edirne'den lokal kasaplardan alınıyor.

BÜYÜKADA ST. TROPEZ OLUR
 Serhat Akinan, yapımcılığa devam etse de, yeni işine bir bebek muamelesi yapıyor, gece gündüz Akasya'da. Restorancılığa başlama sebeplerini şöyle anlatıyor, "Ada'da yaşamaya başladıktan sonra misafirlerim çoğaldı, mecburdum bir restoran açmaya. Bir süre yer aradık ve adını, geçmişi 1934 yılına dayanan Akasya Otel'den alan mekânımızı bulduk. Büyük ve zahmetli bir mimari çalışmanın ve ekip kurma aşamasının ardından haziranda hizmete soktuk." Büyükada'da bir et lokantası açma hikayeleri de ilginç, "Burada bir tane daha balık lokantasına ihtiyaç yoktu. Buraya gelen ve burada yaşayanların tek ihtiyaç duydukları yer, tam da Akasya gibi bir yer. Çünkü özel salatalar ve burgerlerle, nefis atıştırmalıklarımız ve hem şarap, hem rakı mezelerimizle, sadece burada yenebilecek çok özel et yemeklerimiz var" diyor Akinan ve ekliyor, "Yiyecek içecek alanında, adanın en büyük eksiğinin servis, lezzet, çeşit ve eğlence olduğunu saptadık. Balık yemeye gelenler, geceye devam edecekleri bir yer bulamıyorlardı. Bir kulüp havasında devam ediyoruz geceye, caz eşliğinde. Şarap mönümüz çok iddialı, şarküterimiz de öyle. Yerel tatların yanı sıra İtalya'dan da getiriyoruz makarna ve peynirlerimizi. Dileyen ve beğenen satın da alabiliyor"... Yeni, kaliteli ve farklı mekânlarının adanın zedelenen dokusunu da iyileştireceğini söyleyen Akinan, "Birkaç yıla kadar burası St. Tropez olacak" da diyor
ELİF AKTUĞ/ AKŞAM