Hıncal Uluç'tan Sabah editörlerine özgün haber fırçası: Poponu kaldır

Sabah gazetesi yazarı Hıncal Uluç, gazetenin editörlerini ağır sözlerle eleştirdi.

Sabah gazetesi yazarı Hıncal Uluç, okur temsilcilerinin 'Haberler özgün olmalı' yazısına değinerek, editörlerin, gazete okumaması, eski haberleri 'imzalı' ve ajanslardan gelen haberi başlığına varıncaya kadar aynı kullanması nedeniyle gazeteler arasında bir farkın kalmadığını söyledi.

Editörlerin, 'ben farklı olmalıyım' heyecanı ve hırsı taşıması gerektiğini söyleyen Uluç, "'Özgün haber' bulmak, yapmak kolay mı?" diye soracak olan editörlere ise "Kolay tabii.. Yeter ki, sen iste.. Yeter ki poponu kaldır.. Haberi masa başında önüne gelen gazete, dergi, ajans ve pr bültenlerinden aldığın satırlarla değil, kafanı ve emeğini katarak yarat" tavsiyesinde bulundu.

Hıncal Uluç'un "Özgün haber yapmak çok mu zor!" başlığıyla Sabah gazetesinde yayımlanan (16.01.2018) yazısı şöyle:

Harikaydı, dün sabah evde kahvemi içerken okuduğum "Haberler özgün olmalı" yazısı..
Okur Temsilcimiz İbrahim Altay gene muhteşem bir eleştiri yapmış, okur adına..
"Bu gazete editörleri başka gazete okumuyorlar mı" demiş, haklı olarak. Başka gazetelerde, hatta kendi gazetemiz ekinde günler evvel yayınlanmış haberleri, nerdeyse aynen ve de üstelik "İmzalı" özgün haber gibi yayınlama adetimiz var ya, onu eleştirmiş.


Basın bülteni haberlerine, üstelik nerdeyse aynen yayınlarken imza konmasının da altını çizmiş..
Yazısının eksiği var, fazlası yok.
Ajanslardan gelen haberleri de aynen, başlık ve resimlerine varıncaya kadar aynen yayınlayıp imza da koyuyoruz, İbrahim..
Yahu al!. Al, ama yeniden yaz bizahmet.. Ertesi sabah ayni ajans haberini aynen kullanan öbür gazetelerden bir farkın olsun..
Bir tane editörde "Ben farklı olmalıyım" heyecanı, hırsı, isteği olmaz mı?.
Salla başını.. Doldur sayfayı.. Kalk git..
Yahu sabah eline aldığın gazetede "Benim sayfam" diye gururla, zevkle açtığın yer yok mu senin?. Yoksa İbrahim haklı mı?. Hiç gazete okumaz mısın sen, editör kardeşim..
Şimdi "Genelleme" yapıyorum diye kızmasın kimse.. Herkes kendini biliyor. Tabii harika editörler var, gazetemde. Tabii harika işler yapıyorlar..
Onlar alınmaz zaten, merak etmeyin..
Eskiler demiş.. "Yarası olan gocunur!" Şimdi pazartesi öğle saatleri.. Sabah işe gelenlerden kaçı okumuştur acaba, İbrahim'in "Ders gibi" yazısını?.
Okusalar tekrar etmezler, ayni rezil hatayı.
Ama yarın sabah da böyle haber ve imzalar olacak, biliyorum. Bildiğim için de, İbrahim'i destekleyen bu yazıyı hemen kaleme aldım.. En tepeye koyacağım..
Şimdi diyeceksiniz ki, "Özgün haber" bulmak, yapmak kolay mı?.
Kolay tabii.. Yeter ki, sen iste.. Yeter ki poponu kaldır.. Haberi masa başında önüne gelen gazete, dergi, ajans ve pr bültenlerinden aldığın satırlarla değil, kafanı ve emeğini katarak yarat..
Örnek vereyim.
İbrahim'in yazısının çıktığı dünkü gazetenin birinci sayfasında İzmir kaynaklı bir haber vardı.
"İki kardeş su dolu inşaat çukurunda boğuldu!." Haber iç sayfaya dönmüş. Kocaman resim ve yazıyla dörtte bir sayfa.. Okudum.. Tek, bir tek "Özgün" satır yok. Metin Burmalı kardeşim, bültenden ne geldiyse onu aynen koyup, imza atmış..
Peki "Özgün Haber" nasıl yapılırdı?.
Kalkar yanına bir de foto muhabiri alıp, olay yerine giderdin. 5 ve 7 yaşındaki çocuklarını kaybeden aileyi bulurdun. Onlarla konuşur, hem acılarını, hem isyanlarını yansıtır, çarpıcı ve duygusal bir "Haber Hikâyesi" yazardın. Civarda yaşayan insanlarla konuşur, onların öfkesini de eklerdin.
İnşaat kimin?. Sorumlu mühendis kim?. Onları arar, sorardın?. Ne diyorlar?.
Nasıl savunuyorlar, iki çocuğun canına mal olan ihmallerini..
Haber nasıl zenginleşiyor bak!.
Bitti mi?.
Hayır!.
Bu ülkede bu kaçıncı ihmal ölümü.. İnşaat çukuru açık bırakılır.
Çocuklar ölür, öldükleriyle kalırlar.
Rögar kapağı açık unutulur. Çocuklar ölür.
Öldükleriyle kalır.. Okulun bahçe duvarı çürümüştür.
Devrilir, çocuklar ölür, öldükleriyle kalırlar.
Neden?. Çünkü bugüne dek adam gibi soruşturma açıldığı, suçluların belirlenip mahkûm olduğu olay yaşanmamıştır bu ülkede..
Neden?. Çünkü "Tazminat alanı zengin etmez" gibi zavallı bir hüküm yüzünden, sorumlular can bedeli olacak ağır tazminat ödemedikleri için, zahmete ve para harcamaya gerek görmez, ölüm kapısını öyle açık bırakırlar..
Bir Ceza Hukukçusu bulursun, İzmir Üniversitelerinde..
Yıllardır devam eden ve bunca cana mal olduğu halde, doğru dürüst gazete haberi bile olmayan ihmallerle nasıl başa çıkılabileceğini sorarsın.. Türk Ceza Kanunu'nda ne yazıyor?. Nasıl değişmeli?.
Bir "Hukuk" hocası bulursun.. O rezil tazminat maddesini sorarsın..
"İngiltere'de kaldırımda yürüyene çamur sıçratan sürücüye, bizde ölüme sebep olandan fazla (25 bin lira) ceza kesiliyor. Ne demek 'Tazminat alanı zengin etmez' hocam" diye sorarsın..
Yani, haberi bir değil, üç gün yazarsın hatta..
Yani..
Yani, eğer istersen, senin gibi en az 100 polis adliye muhabirinin önüne gelen bültenden, Sabah'ı farklı yapacak bir manşet haberi çıkarırsın.
Trabzon'da 170 insan ölümden döndü, uçak kazasında.. Birinci sayfanın tümünü kapsayan bir haber olurdu "On metre kala mucize" haberi..
Kullanılan fotoğraf dehşeti anlatıyor zaten. Peki ötesi..
Kaza ile ilgili içerdeki tam sayfada iki imza var, ama Sabah'a özel tek satır yok.. Ajans ve polis bültenlerinden ne geldiyse o..
Pilotaj hatası olması büyük ihtimal. Pilot konuşmuş.
Adı yok.. Türk mü, yabancı mı o bile belli değil. Niye?. Polis bülteninde o yok da ondan.
Yahu kaza bir gece evvel olmuş. Ertesi sabahtan itibaren imzanı attığın haberin içindesin. "Farklı" tek satır yazma heyecanı duymaz mı, "GAZETECİ!." Yahu, araştırırsın. Okursun.. Dinlersin.. Bir kroki çizdirirsin, kazanın nasıl olduğunu gösteren. Okur o zaman anlar, bu akıl almaz kazanın cereyan ediş şeklini..
Çizdiremedin.. Sen anlatırsın..
Trabzon hava alanında pist tek şerit.
Bittiği yerde, uçağı terminale götürecek yan yollar yok. Uçak gayet güzel indikten sonra, pistin bittiği yerde, o daracık alanda U dönüşü yapıp, geri dönmek zorunda..
Pistin bir yanı uçurum ve deniz. Bu U dönüşü, uçurum ve deniz yönünde (Niye dümdüz kara yönünde değil) yapılırken pilot, kontrolü kaybediyor.
Uçak pistten çıkıp, uçuruma kayıyor. Denize 10 metre kala da çamura saplanıp duruyor." Çok mu zor, bu satırları yazmak, olayı güya 24 saat izleyen iki muhabirimiz?.
Trabzon'da böyle bir gazetecilik fırsatı kaç kere eline geçer insanın?.
"İnsanlık tarihinde bir yıldızın parladığı anlar" der, Stefan Zweig!.
Bu adı duydunuz mu hiç?.
O hiç kimsenin burnunun bile kanamadığı mucize kaza, yıldızınızın parladığı andı, işte!..
Ne yaptınız o anı kullanmak için?.
Bugün bütün Türkiye sizin "Yaratıcı/ Fark yaratıcı" gazeteciliğinizi konuşuyor olabilirdi..
Kullanabilseydiniz!.