"Genç ten erkeği heyecanlandırır, bu da normal!!!" Sosyetik işkadını Ahu Aysal anlatıyor!

"Azgın teke filan diye isim takıp olayı çirkinleştirmemek lazım ama erkekler belli bir yaşa geldiğinde gençliğini kaybettiğini düşünür. Niye ihtiyaçlarını bastırayım ki?"

ŞİRİN SEVER-SABAH

Ahu Aysal, artık cemiyet hayatının yakından tanıdığı bir isim... Galatasaray'ın eski yönetim kurulu üyesi, Galatasaray adasını kulübe bağışlayan, Unit Yatırımlar Holding'in sahibi, işadamı Ünal Aysal'ın eski eşi... Kuruçeşme'deki tarihi Muhsinzade Yalısı'nı 55 milyon dolar harcayarak, restore ettirdi ve İstanbul'un en lüks, en butik oteli Les Ottomans'ı açtı. Kevin Costner'dan Al Bano'ya, Julio Iglesias'tan Daniel Day-Lewis'e kadar dünya starlarını otelinde ağırlayarak dikkatleri üzerine çekti. Bir-iki ay önce de eşiyle sürpriz bir şekilde ayrıldı. 34 yıllık evliliğin bitmesinin nedeni, Ünal Aysal'ın yeni bir aşka yelken açmasıydı. Bunu soran gazetecilere "Helal olsun ona," diye cevap veren Ahu Aysal, herkesi dumura uğrattı! Bir kadına hiç komplekssizce bunu söyleten ne olabilirdi? Sormak istedim, o muazzam otelinde buluştuk. Her söylediğiyle şaşırttı, ağzım açık kaldı. Okuyun söylediklerini; hayata bakışı ve duruşuyla sizi de şaşırtacak eminim...

- Ahu Aysal nasıl bir kadındır, kimin nesidir? Çocukluğunuzdan başlayalım mı?
- İlk önce şöyle bir şiirle başlayayım: Bahçelerde al kiraz, yoldan çekilin biraz, Ahu Hanım geliyor, ne bu eda ne bu naz... Kumrular öter hu hu, babasının tek ruhu, benim güzel yavrum, ipek gözlü kızım Ahu...

- Nedir bu?
- Babam Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde nöropsikiyatri profesörüydü. Bunun yanında çok da güzel şiir yazardı. Bana yazdığı bir çuval şiir var. Üç yaşındayken bile, büyük insan muamelesi görürdüm. Karşılıklı oturur yemek yerdik ve her şeyi konuşurdu benimle. Annem ev hanımıydı, çok sevecen bir kadındı; kızdığını, kaşlarının çatıldığını hiç bilmem. Hakikaten çok mutlu bir çocukluktu...

- Babaya düşkündünüz yani?
- Evet, kız çocukları öyledir. Ünal'la 16 yaşında tanıştım, evlenmeyi düşündüğümüzde babama dedim ki, "Baba, aynı senin gibi klasik müzik dinliyor, çok güzel konuşuyor..."

- Yani babanızın özelliklerini aradınız evleneceğiniz adamda?
- Aramadım, nereden arayacağım! O sırada karşıma çıktı tesadüfen, âşık olduk.

- Çocukluğunuz İstanbul'da mı geçti?
- Evet, Teşvikiye'de geçti. Şişli Terakki'de okudum, İngiltere'de devam ettim liseye. Hiçbir şeyin sıkıntısını çekmeden yaşadım.

- O günlerden hatırladığınız en önemli şey nedir?
- Her dakikayı hatırlıyorum zaten. Babam çok yakışıklı bir adamdı, kol kola gezerdik; çok gurur duyardım, kendimi büyümüş, onun flörtü filan gibi hissederdim. 10 yaşındayım, babam Amerika'dan naylon çorap getirmişti, onu giydim. İncecikti bacaklarım, kürdan gibi... Çorap bacaklarımdan kayıyordu ama babam hiç alay etmedi benimle. Çok özgüvenle büyüdüm...

- Tek çocuk muydunuz?
- Annemin üçüncü, babamın tek çocuğuyum. Annem daha önce iki kez evlenmiş.

- Hayattalar mı peki?
- 10 yıl oldu ikisi de öleli...

- İngiltere'de okurken mi tanıştınız eşiniz Ünal Aysal'la?
- Münih'te tanıştık!

- Münih-İngiltere-Türkiye karıştı! Hikâyeyi anlatsanıza...
- Münih'e gitmiştim yaz tatilinde; annemle buluştuk, otobüsle dönmeye karar verdik. Ünal da Bosfor Turizm'de hem 'host'luk yapıyordu hem de hukuk okuyordu. Otobüste aşk başladı. Ben 18, o 29 yaşındaydı...

- Neydi sizi çeken?
- Hiç unutmadım, sohbet ederken şöyle demişti: "Kendimi o kadar yalnız hissediyorum ki, birine bir şey almak istesem, öyle biri yok!" Çok hoşuma gitmişti, onun sevgilisi olabilirim diye düşündüm. Babama âşık olduğumu söylediğimde "Aşk çok güzel bir şey, ne mutlu sana," dedi. Sormadı hiç, neyin nesidir diye... Sadece âşık olduğum için mutlu oldu. "Ama ben evlenmek istiyorum," dedim, "Burada oturursan, talebe haliyle mutlu olamazsın, senin harçlığını ben öderim, İsviçre'de hukuk fakültesini bitirsin," dedi. 1.5 sene flört ettikten sonra hemen evlenip İsviçre'ye yerleştik, o hukuk okudu, ben de yanında oturdum.

- Kadınlar âşık olduğunda neden kariyerleri, tahsilleri umurlarında olmuyor?
- Dünya umurunda olmuyor çünkü sevgi çok güzel. Aklıma bile gelmedi o sırada... Kendimi ona adamıştım. O da dört senelik üniversiteyi iki senede bitirdi!

- Kaç sene kaldınız İsviçre'de?
- İki senede bitirdi üniversiteyi, döndük, Erzurum'da askerliğimizi yaptık. Çok keyifliydi. İsviçre plakalı Volkswagen bir arabamız vardı, onunla gittik. Annem bana Erzurumluların giydiği çarşaftan diktirmişti, onu giyip araba kullanıyordum; uzaydan gelmiş gibi bakıyorlardı. Yıl 1970!

- Zorluk çekmediniz mi İstanbul'da doğup büyüyen, yurtdışında okuyan biri olarak Erzurum'da?
- Her şeye adapte olabilecek bir karakterim var. Elimden her şeyimi al şimdi, beni çırılçıplak bırak, ben yine aynı keyifle, aynı huzur, aynı güleryüzle yeniden hayatıma başlarım.

- Peki askerlik bittikten sonra?
- Döndük İstanbul'a... Ünal, Koç'ta çalışmaya başladı. Bir sene sonra 'Ben yapamayacağım, dışarı gitmek istiyorum,' dedi. Bir arkadaşı vardı Brüksel'de, oraya gittik. Yiyecek malzemeleri alıp satıyordu; 25 sene kadar kaldık orada...

- Çocuklarınız Brüksel'de mi doğdu?
- İki çocuğumu da İstanbul'a gelip doğurdum, geri döndüm.

- Millet Amerika'da doğurmak için çırpınıyor, siz niye İstanbul'u istediniz?
- Benim öyle bir telaşım yoktu, hiçbir zaman olmadı. Şimdi de doğursam Amerika'ya gitmem! Zaten Belçikalı olduk; çift pasaportluyum şimdi.

- 26 yıl sonra dönmeye nasıl karar verdiniz?
- Çocuklar büyüdükten sonra turizmde çalışmaya başladım. Antalya'da bir otelimiz vardı, ikinci oteli de ben yaptırdım. Sonra dedim ki İstanbul'da bir şey yapmalı. Çok lüks, çok butik bir otel yapmaya karar verdim...

- İyi bir iş kadını olmayı mı tercih ederdiniz, bir evliliği ölene kadar sürdürmeyi mi?
- İş kadını olmayı! Çok hoşuma gidiyor iş kadını olmak...

-Başka bir kadının varlığını biliyor muydunuz siz?
- Duydum tabii. Sağdan soldan söyleniyor ama zaten hissediyorsun. Hareketlerinden, soğukluğundan... Mesela 'Bu niye burada duruyor?' diye söyleniyor, o şey her zaman orada dururken... Bunlar da suçluluğun verdiği reaksiyonlar...

- Boşanmayı ilk telaffuz eden kimdi?
- Olmayacak şeylerden münakaşa çıkınca 'Gel ayrılalım,' dedim. Hemen 'Tamam,' dedi!

- Üzülmediniz mi hiç?
- Hiç üzülmedim, yemin ederim! Üstümde öyle bir evliliği idare etmenin yükü varmış. Boşanınca inanılmaz bir hafiflik hissettim.

- Siz de bu evliliği kafada bitirmişsiniz...
- Huzursuzluktan nefret eden bir insanım! Ne yapıyorsan yap huzurlu ol, keyifli ol!

- Başka kadına tercih edilmek peki?
- Kendimi onunla ölçmüyorum ki. Her kimse kim, bu Nicole Kidman da olabilir, çingene de, benim için hiç fark etmiyor. Ben Ünal'ın ihtiyaçları olarak görüyorum. Babam beni o kadar güzel yetiştirdi ki, 'her şeyin altından kalkabilirim, her şeyi anlayabilirim' kuvveti var üzerimde. O da beni çok seviyor ama ihtiyaçları var, yalnız kalmak istiyor olabilir. Niye o ihtiyaçlarını bastırayım ki?
 
Bir kadın olarak sizde bir hata ya da eksiklik yok muydu hiç?
- Hiç!

- Nasıl bu kadar eminsiniz?
- Ben süper bir kadınımdır... Kocam geldiği vakit her zaman ayağa kalkan, onu karşılayan bir kadınımdır, onun sevdiklerini hatırlayan bir kadınımdır. Kocam çok seyahat ederdi, bir günlüğüne bile gitse, geldiği gün yeni çarşaflar konur, kendi parfümüm sıkılırdı, çocuklar ortadan kalkardı, hemen içkisi konur, karşısına oturulur, sohbet edilirdi. Yani ideal bir kadınımdır, anlayışlı bir kadınımdır. Ama bu demek değildir ki her şeyi alttan alırım. Kafam bozulursa, sandalyeyi fırlatırım! Olduğun gibi davranmayı güzellik olarak görürüm. Sonuçta katiyen benimle ilgili bir şey değil bu olanlar...

- Kendinizi terk edilmiş gibi hissetmiyor musunuz?
- Kesinlikle hayır.

- Eski eşinizi sevgilisiyle gördünüz mü?
- Görmedim.

- Görseniz içinizden ne geçer?
- Valla bilmiyorum, o tecrübeyi yaşamadım, yaşarsam söylerim sana.

- Tazminat aldınız mı?
- Böyle şeyler konuşulacak şeyler değil, düşüncesi bile kötü. Ne zaman Ünal'a, 'Bana şöyle bir para lazım,' desem, verir. Zaten benim yeteri kadar birikimim var, bu otel de benim. İhtiyacım yok başka şeye.
 
-Kadın arkadaşlarınızla dudaktan öpüşüyorsunuz; en son Ajda Pekkan'la öpüşmüştünüz. Nereden icap ediyor bu?
- Ben hani öyle yanağını yapıştırıp havayı öpenler gibi öpmem, hissede hissede öperim. O sırada dudak denk gelir, dudağını da öperim. Öpüşürüz biz Ajda'yla öyle...

- Çekinmediniz mi böyle görüntülenmekten?
- Beni ilgilendirmiyor, benim hakkımda bir sürü yazılar yazılıyor iyi yahut kötü. Sen kendini biliyor musun, ne olduğunun farkında mısın, yeter!

- Lezbiyen olduğunuzu söyleyenler de var; boşanmayı takmamanız bundan mı?
- Böyle bir şeye ne ihtiyaç hissettim, ne de denedim! Kocamla da çok keyifli bir seks hayatım oldu. Dudaktan öpmek eşcinselliği göstermez, Rus erkekleri de dudaktan öpüşüyor, gay mi hepsi? Ama olanı da hiç ayıplamam, kim nasıl isterse öyle yaşar