Erdoğan'ın Davutoğlu'na İki Emaneti Ortaya Çıktı: Özellikle İki Konuyu...

Habertürk yazarı Nagehan Alçı, bugün kaleme aldığı yazısında 2014 yılında Erdoğan ve Davutoğlu arasında geçen diyalogu yazdı.

Alçı, Erdoğan'ın Davutoğlu'na başbakanlığı bırakırken iki konu emanet ettiğini söyledi. Alçı'nın "15 Temmuz, FETÖ, çözüm süreci ve Öcalan" başlıklı köşe yazısı şöyle:

Bugün 15 Temmuz.

TSK içindeki FETÖ güçlerinin Tayyip Erdoğan düşmanlığından ötürü askeri darbe isteyenlerle işbirliği içinde Türkiye’ye ihanet ettikleri gün…

FETÖ öncülüğünde bir militarist kalkışma ama sadece FETÖ’nün işi değil.

Aslında anti-FETÖ görüşte olan ama “Ne olursa olsun da Erdoğan devrilsin” hastalığına yakalanmış ve bu sebeple FETÖ ile 2013-16 arası ittifak yapan kimilerinin de büyük mesuliyeti olan bir istila teşebbüsü 15 Temmuz.

2013-16 döneminde FETÖ’nün kilitlendiği tek hedef Recep Tayyip Erdoğan’ı yok etmekti.

Maalesef o 3 yılda FETÖ’nün Erdoğan’ı ortadan kaldırma projesine destek verenler utanmadan şimdi 15 Temmuz programlarında duygulu gözüken sahte konuşmalar yapıyorlar.

Hükümet de bu isimlerle ilgili “Onları yola getirdik, şimdi işimize yarıyorlar” diye bakıyor ama ben artık bu tiyatroya katlanamıyorum.

Erdoğan’ın gözü gibi bakıp çok önemsediği barış ve çözüm sürecini çökertmek de FETÖ’nün stratejik amaçlarından biriydi.

ERDOĞAN DAVUTOĞLU'NA HANGİ İKİ KONUYU EMANET ETMİŞTİ?

Geçen sene katıldığım bir sivil toplum kuruluşunun toplantısında Davutoğlu konuşmacıydı. Benim sorduğum bir soru üzerine şu anekdotu anlatmıştı:

“2014 Ağustos ayında Başbakanlığı devrederken Erdoğan bana, ‘Ahmet Hoca, sana özellikle iki konuyu emanet ediyorum. Bu iki meseleyi her şeyden çok önemseyeceksin. Birincisi çözüm sürecinin sonuna kadar götürülerek başarıya ulaşması. İkincisi de FETÖ ile mücadelenin nihayete erdirilmesi ve ülkenin FETÖ belasından kurtulması’ dedi.”

Davutoğlu’nun bu sözleri Erdoğan’ın çözüm sürecine verdiği önemi gösteren çok çarpıcı bir örnekti. Duyunca ürpermiştim.

FETÖ’nün güvenlik bürokrasisindeki uzantıları 2012-15 döneminde çözüm süreci çöksün diye ellerinden geleni yaptılar.

Hatta Fetullahçı Cizre Emniyet Müdürü bizzat polislere sağa sola bomba attırırken suçüstü yakalandı ve tutuklandı.

Aslında HDP, 17-25 Aralık darbe teşebbüsü sürecinde demokratik meşruiyet açısından doğru tavır almıştı.

Hükümetin “Paralel yapı var” iddiasını destekleyen tek partiydi o zamanlar HDP.

6-8 EKİM OLAYLARI İLE DEĞİŞEN TABLO

Selahattin Demirtaş 2013-14’te “Yolsuzluk var ama paralel çete de bir gerçektir” diye bağırıyordu.

Sonra 6-8 Ekim 2014 olaylarından itibaren tablo değişmeye başladı. PKK ile FETÖ alenen yakınlaşma sürecine girdi. FETÖ temsilcileri HDP’li belediyelere ziyarete dahi gidiyorlardı. 2015 senesinde ise bu ittifak ayyuka çıktı.

Geçen yazıda da ifade ettiğim gibi PKK çözüm masasını devirerek Kürt halkına ihanet etti ve Kürtlerin yeniden büyük ıstıraplar yaşamasına sebep oldu.

Pazartesi günü bu köşede çözüm sürecine dair Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyarbakır’daki sözlerini hatırlatmış ve bu sürece sahip çıktığı için Tayyip Bey’e teşekkür etmiştim.

O yazıda Abdullah Öcalan ile iki kez görüşen ve 23 Haziran 2019 İstanbul seçimleri öncesi bu görüşmeyi kamuoyuna açıklayan PKK uzmanı akademisyen Ali Kemal Özcan ile Öcalan arasında geçen diyalogları ve Öcalan’ın öfkeden deliye dönüşünü Türk basınında ilk kez detaylarıyla paylaşmıştım. Kaçıran okurlarıma “Teşekkürler Tayyip Bey…” başlıklı yazımı muhakkak okumalarını tavsiye ederim.

Abdullah Öcalan Asrın Hukuk Bürosu’nun kendi açıklamalarını Kürt halkına duyurmamakta ısrar etmesi üzerine çok öfkelenmiş ve İmralı'da şöyle haykırmış: “Gerekirse bir avukatımı sağına öbür avukatımı soluna oturtacaksın ve zorla açıklatacaksın Ali Kemal. Ama sakın ola kendin açıklama, sakın. Sen kendin açıklarsan Kürt halkı sana devletin ajan provokatörü gözüyle bakar ve hepsi birden bu kavgada inadına İmamoğlu tarafını tutar. Bu siyasal kavgada taraf olmak da Kürtleri önümüzdeki süreçte mahvedecek yolu açar.”

Ben o yazıda 2015’te 7 Haziran öncesi ve sonrası sürece dikkat çekip Selahattin Demirtaş’ın şu an pişman olduğunu düşündüğüm ‘Seni Başkan yaptırmayacağız’ sloganının Öcalan’ın bilgisi dışında olmasının mümkün olmadığını, Öcalan-Demirtaş dikotomisinin bir yanılsama olduğunu ve Demirtaş’ın son tahlilde Abdullah Öcalan’ın önderliğine bağlı olduğunu da söylemiştim. Öcalan’ın da çözüm sürecinin çökmesinden sorumlu olduğu görüşünü belirtmiştim.

ÖZCAN'IN İTİRAZI

Ali Kemal Özcan bu yazı üzerine beni aradı.

“Yazınızın beni ilgilendiren kısımlarıyla alakalı ifade ettikleriniz doğru ama bu derece doğru bilgi aldığınız kaynaklarınız benim Mudanya’da açıklama yapmak istemediğim bilgisini de size söylemedi mi Nagehan Hanım? Neyse herhalde o bölümü yazmak istemediniz. Ancak Öcalan’ın ‘Seni Başkan yaptırmayacağız’ projesinden haberdar olduğu konusunda yazdıklarınız yanlıştır. Bu konu bizzat en fazla Öcalan ile konuştuklarım arasında oldu. Öcalan’ın bu çıkıştan haberi yoktu. Demirtaş’ın o çıkışı Öcalan’dan kesinlikle habersiz yapılmıştır Nagehan Hanım. Öcalan-Demirtaş dikotomisi konusunda yazdıklarınızı da yanlış buluyorum.”

Özcan’a “O halde Abdullah Öcalan neden çözüm sürecini bitirme ve Kürtlerin yeniden ağır bedeller ödeme sürecini başlatan bu konuşmaya dair herhangi bir karşı çıkış yapmadı? 21 Mart 2015’te Abdullah Öcalan’ın PKK’nın silahları tamamen bırakma kararını Sırrı Süreyya Önder Diyarbakır meydanında açıklayacaktı. 28 Şubat 2015’te bu konuda görüşüldü ve anlaşıldı. 17 Mart 2015’te çözüm sürecinin ortasına bomba koyan bu işlevsiz ve anlamsız grup konuşması yapıldı. Öcalan, Demirtaş’ın bu çıkışını doğru bulmadığı yönünde bir mesaj neden göndermedi?” diye sordum.

“Haklısınız, Öcalan daha sonra bunu telafi etme yoluna gitmedi. Elbette sebebi yoruma açıktır. Kürt meselesinde barışçı çözüm isteyen bir Türk aydını olarak siz de bu bağlamda Öcalan’ı tenkit edebilirsiniz. Benim 'Ova eliti' diye adlandırdığım çevre kendisini o süreçte tamamen yanlış bilgilendirdiler Nagehan Hanım.“ diye cevap verdi.

Ali Kemal Özcan’ın bu açıklamalarını bir başka yazıda ele alacağım…