Ahmet Altan’ın kibri, viskisi ve ayakkabıları üzerine

Sonunda Ahmet Altan kitabının cıkması ve Mehmet Baransu’nun tesadüf eseri tam bu zamanda tutuklanması ile birlikte ortalığa çıktı ve ‘Kullanışlı Aptal’ rolünü talep etti, üstlendi.

Gökhan Kaya Gökhan Kaya

Bunu Cumhuriyet’e yazdığı ilk yazıda biraz sinirli ve öfkeli bir üslupla yaptı. İdealleri için mücadele ederken ‘büyük güçlerin’ oyununa inanarak gelmiş ‘kahraman’ rolünü çalmak isteyen Yıldıray Oğur, Rasim Ozan Kütahyalı, Melih Altınok gibilerine “Birkaç kuruş için oda hizmetçiliği yapan çocuklar ve alçaklar” dedi.

Dikkat çeken bir girişti, artık iktidarın apolojisini yaparken karikatür haline dönmüş bu kesime hakaretin her türlüsü kimseye aşırı gelmiyordu.

Baransu’ya sahip çıktı, ‘çoluğa çocuğa’ değil bana yüklenin dedi.

Kimsenin kolay kolay cesaret edemeyeceği bir zamanda ‘Atakürt’ yazısını yazan Ahmet Altan’dan böyle bir şövalyelik bekleyen çoktu, hayranları rahatladı yeniden bağrına bastı onu.

Lakin bu sevgi-nefret yumağının dışında duran, dudak büken bir kesim de oldu. Bazıları bunlar zaten her şeye dudak büker, doğuştan karamsar ve memnuniyetsizler de diyebilir elbette.

Altan’ın Hürriyet’e verdiği röportajı okurken çiğ, sakil duran ne diye düşündüm bu ‘şövalyelikte.’

Oldukça iyi döşenmiş, ince bir estetik zevkin ürünü olan çalışma odasında elinde viski bardağı, evinde ayyakabı ile dolaşan batılı üst sınıftan olduğunu gösteren pozlar veren Ahmet Altan’ın beyaz ata binip meydan okumasında ‘gerçekleri herkese ve her şeye rağmen’ savunma dürüstlüğü mü yoksa buna layık az insandan biri olduğuna dair bir ‘kibre’ uygun ‘rol arayışı’ mı vardı?

İnsan düşünmeden edemiyor.

Ben bunu ilk Mehmet Baransu’nun “Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopteri NTV’den telefon edilerek düşürüldü” haberini okurken hissettim. O gün çalıştığım gazetede sabah haberi okuyan yeniyetmesinden tecrübelisine herkes bunu çocuk yutmaz diyordu.

Ahmet Altan yutmakla kalmadı, bir de ertesi gün savunan bir yazı yazdı. Saçmasapan bir şey yaptıklarını kabul etmesi epey bir zaman aldı.

Altan’ın gözleri ‘oynayacağı rolün’ ışığı altında sanki kolayca kör oluyordu.

Balyoz, Ergenekon haberleri için de aynı şeyi söylemek mümkün. Gazetesinin bir siyasi tasfiye operasyonunda rıza üretmek için bilinçli bir plan çerçevesinde kullanıldığını fark edemedi mi gerçekten yoksa kendisine sunulan büyük sahne ve ‘Demokrasi savaşçısı’ rolünün yanında bunları pek önemsemedi mi?

Şimdi yeni çıkan kitabının PR’ı eşliğinde Taraf sürecini savunurken bir zamanlar birlikte çalıştığı gençlere karşı –savunduğu Baransu dahil- kullandığı dildeki ‘bunlar sınıf atlamayan çalışan zavallı fakir çocuklar’ imasını insan görmezden gelemiyor.

Sanki ‘o çocukları’ sınıf atlamak için her türlü alçaklığı, düzenbazlığı yapacak zavallılar konumuna oturturken kendi ününün köklü ailesinin aristokratikleşmiş konumundan dolayı hak edilmiş olduğunu, hak edilmiş ünü yüzünden bir yere tırmanma ithamı ile karşılaşmasının söz konusu olamayacağını da yüzümüze çarpmak istiyor.

Fakirsen ve babanı kimse tanımıyorsa yani ‘soylu’ değilsen idealler uğruna savaşmak haddine mi diyen bir mülk sahibinin kibrini belki herkes aklıyla değil ama en azından kalbiyle hissetti.

Ve içinden belki şöyle dedi: “Tamam belki onlar hayatın rüzgarında savrulup bir yere tutunmak için acz içinde dal uzatana tutunan ‘çocuklardı’ ama sen de herkese tepeden bakıp, beyaz atlı şövalye gibi seni gösterecek her kaideye sorgusuz-sualsiz gidip oturacak denli düşkün bir ruhtun.”

O düşkünlükle bir orduya tek başına meydan okuyan yalnız savaşçı edası birbirinin üzerine hiç oturmuyordu.

Ve bence o viski bardağı, o ayakkabılar bu yüzden o kadar gözümüze gözümüze çarptı.