Orgazm bile olamayan geyşa ruhlu kadınlar..

Bir dönem kuşe kağıda basılan en önemli magazin dergilerinin kapaklarında ‘geyşa ruhluyum’ diye beyanat veren genç ve güzel kadınlar, modeller, şarkıcılar olurdu. Geyşalık itirafı bir moda akımı gibi gelip geçse de, toplumun tabanında fiilen sürüyor. 

Gökçen Erdoğan Gökçen Erdoğan

Elbette gerçek anlamıyla değil. Yahu ‘geyşa’ denen kadınlar, Japon kültürünün ayrılmaz bir parçası. Öyle sandığımız gibi ayak yıkamak, burun kılı kesmekle falan da görevli değiller. Azalsalar da hala varlar ve disiplinel sistemden uzaklaşsalar da hala saygı görmekteler.

1600’lü yıllarda Edo Dönemi’nde oluşan Geyşalık kurumu, erkeklerle başlayıp kadınlara da geçmişti. Geyşalar, seksi giyinen, sürekli şuh kahkahalar atan, erkeğine tapan ve başka da bir şey yapmayan kadınlar değildi. En az birkaç sanat dalında eğitim almak zorundaydılar. Erkeklerini, ev işlerinde de, eğlencede de zevkten ve konfordan dört köşe yapmakla yükümlüydüler ve ucuz da sayılmazlardı. Üstelik geyşalık ölene dek sürebilirdi. Yani bizdeki gibi modası geçene dek değil. Bana öyle geliyor ki bizdekiler ‘cariye’ ruhuyla ‘geyşa’ ruhunu hep biraz karıştırdılar.

Ceyla Aysal, Derya Tuna, Merve Sevi, Ajda Pekkan, Nebahat Çehre, Helin Avşar, Arzu Yanardağ, Leyla Bilginel, Petek Dinçöz, Burcu Esmersoy, Reyhan Karaca ‘geyşa ruhluyum’ açıklamasını röportajlarının bir yerine sıkıştırarak aklımda yer eden isimlerden sadece bazıları. Bugün hiç hatırlamadığım, kalıcı olmayan geçmiş zaman ünlüleri de vardı ki bunların yeniyetme olanları, her nedense geyşalığı adından söz ettirmenin bir yolu gibi görmekteydiler.

Bugün fikirleri değişmiş midir bilmiyorum, bu saydığım kadınlar hala kendilerini geyşa ruhlu buluyor ya da bunun doğruluğuna inanıyorlar mıdır, doğrusu fikrim yok. Ama ben en çok Ayşen Gruda’nın sözlerine bayılmıştım: “Ben çok geyşa ruhluyum. Bir bakmışsın ki çorap yıkıyorum. Geyşa ruhumu dizginleyebilmek için evlenmiyorum. Ben çorap yıkayacak değil çorabı yıkanacak kadınım!”

Geyşa ruhlu olmak, yani bizim yüklediğimiz anlamıyla, erkeğin hizmetini her manada kusursuz görmek ve adeta onu mutlu etmek için yaşamak kötü şey mi? Vallahi değil. Ama kendisi için de aynısını dilememek, istememek, kendini buna değer görmemek fenadan da fena.

Ayak mı yıkıyorsun? Yıkarsın, niye yıkamayasın? Hastalığı var bunun, sağlığı var. Yorgunluğu argınlığı var. Ama bil ki aynısı senin için de var.

Adamın spermlerini yutmaktan imtina etmeyip ayağını yıkama mevzusu gelince ‘ııyyyggkkk’ diyenler, pek de gerçekçi değiller, o ayrı. Erkeğe hizmetin bazı aşamalarını, prensip olarak reddetmeyi anlarım. Zaten doğrusu da bu. Hep verelim hiç almayalım anlayışının kadını taşıdığı nokta, o kadar da iç açıcı değil. Amma velakin, müşterek bir hayatta, karşılıklı fedakarlık esası ne olacak? Kim savunacak onu? Dediğim gibi geyşalık, erkeklerle başlamış Japonya’da. Ben de isterim erkek geyşamı! Siz de isteyin, hakkınız var buna.

Geyşa ruhlu olmak da, içinde bir cariye taşımak da kendimizi ifade etmemizin bir yolu olmamalı. İlişkideki duruşumuzu simgelemek için Japon kültürüne de, Osmanlı kültürüne de, erkek eğlendirmekle, tatmin etmekle yükümlü bir meslek grubuna da ihtiyacımız olmamalı.

Hala mı ısrarcısınız geyşa olmakta?

Seviştikten sonra kimonoları giyip, sake hazırlayıp shamisen mi çalıyorsunuz erkeğinize?

Kabul edin siz de hemen hepimiz gibi orgazm bile olamadan banyoya gidip temizleniyorsunuz işte.

Geçmişler olsun ey Geyşa’lar!

http:// twitter.com/drgokcenerdogan
http://instagram.com/DRGOKCENERDOGAN
http://facebook.com/gokcenerdogan