Sevdam Alabora boşa mı kürek çekiyor?

Dizicilerin, rağbet gören isimlere odaklanıp içeriği ve işleniş dilini pas geçmelerinin ne kadar yanlış olduğu ‘Sevdam Alabora’ ile bir kez daha çıktı ortaya. 

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

ATV’nin, büyük umutlarla bel bağlayarak, FOX’un ‘Aşk Yeniden’iyle aynı gün ve saatte başlattığı dizisinin aldığı sonuçlara bakacak olursak durum, hayal kırıklığının da ötesinde…

‘Aşk Yeniden’in, ‘Kaderimin Yazıldığı Gün’ ve ‘Küçük Ağa’yı da geride bırakarak birincilik koltuğuna oturduğu sıralama da gidişatı hiç iyi olmadığını ispatlıyor zaten. Totalde 20’incilikle başlangıcını yapan ‘Sevdam Alabora’, ikinci bölümünde 30’unculuğa geriledi. AB grubunda da 21’incilikten 29’unculuğa düştü! Güvenilirlikleri her zaman tartışmaya açık olan reytinglere çokça itibar etmeyip, gerçeği göstermediklerini biliyoruz. Ancak buna karşılık gözün gördüğünü inkâr etmek de imkânsız.

Medyadaki haberlere göre harika bir başlangıç yaparak izleyiciden ‘tam not’ aldığı yazılıp çizilerek ekrana çıkan ‘Sevdam Alabora’nın, ilerleyen bölümlerde nasıl bir performans göstereceğini bilemediğimizden ilk bölüm sonrası beklemeyi uygun buldum. Ama ikinci bölümde de değişen bir performans çıkmadı karşıma. Birinci bölümünde izlediklerimizin öyle ‘nefes kesici’ övgüsünü hak ettiğini zaten söylemek mümkün değilken, ikincisindeki gelişim iyiden iyiye amatörleşti.

Anlayacağınız nasıl ki ‘Reytingleri alt üst etmeye geliyor’ övgülerinde isabet tutturulamamışsa ‘İzleyiciden tam not aldı’ olgusu da abartıyı yansıtmakta. Gönül elbette, tüm ekrana gelen işlerde başarılı olunmasından yana. Ancak bunu sağlamak da o kadar kolay olamıyor sonuçta. Kimi yapımlar hak ettikleri halde izleyici tarafından fark edilemeyip gerilerde kalsalar bile, bazıları da bu ilgisizliği gerçekten haklı çıkartır nitelikte oluyor.

Pekii… Ali Hikmet’in sertliğini-acımasızlığını, üvey çocuk olduğunu bilmeyen Avustralya tahsilli Gökhan’ın Zeynep ile Banu arasındaki aşk çıkmazına meze yaparak bir klişeyi yerine getiren… Yanı sıra geçmişten gelen sırları ve dayısına diş bileyen Selçuk’un Zeynep’e duyduğu karşılıksız sevgiyi çeşni olarak bu temcit pilavının üstüne serperek sofraya gelen ‘Sevdam Alabora’nın bu denli gerilerden başlayıp yükselmek yerine düşüşe geçmesine sebep olan kusurları nelerdir? Buyurun, her zamanki gibi irdeleyerek bakalım.

BENZER KONULARI BEĞENDİRMEK ZOR

‘Sevdam Alabora’nın sonuçlarını değerlendirirken öncelikle şunun altını çizmekte fayda var. Farklı işlerin harmanı gibi durarak fazlaca çağrışımlar uyandıran dizinin başlangıç itibariyle sunduğu öykü ve karakter tablosu çok bildik. Bu avantaj gibi görülse dahi, aslında diğerlerinin mevcudiyetinde varlık göstermesini mümkün kılamayacak bir engel. Zira benzer hikâyeler ve tiplerin çok daha özenle işlenerek izleyiciye defalarca sunulduğu yerde, benzeşmelerle rekabetçilik için ekstra şeyler de verebilmek lazım.

Bu da gösteriyor ki, televizyon başındakilerin öyle afralı tafralı ağalık, beylik hallerine ya da asi kız feryatlarına karınları doymaya başlamış! Hele bir de bu haller, ‘fast food’ misali, fazlasıyla yüzeysel ve ayaküstü yedirilmeye çalışılıyorsa… Dahası, roller, icra edenlere eğreti kıyafet gibi giydirilmişse ilgi oranı daha büyük hayal kırıklığı yaratacak türden oluyor.

Öte yandan bu gerçeğe kafa tutarcasına ille de benzer konulardaki işlerde ayak diretiliyorsa, o takdirde de dikkat çekmek için kurguda ve karakter dilinde birtakım orijinaliteler sunabilmek şart artık. Gerçi çatışmacılığı, ilk andan itibaren yüksek perdeden diyaloglarla veren bir akışın, konu klişelerini her şekilde görünmez kılma ihtimali mevcuttur… Ama benzer konuları beğendirme zorluğunun handikabıyla yola çıkan ‘Sevdam Alabora’da bu formül de layıkıyla yer bulmuş değil ki işe yarasın.

DİZİNİN GİDİŞATI ‘ZORLAMA KOMEDİSİ’…

İşlerin yönetiminde oğlu Selçuk’u öne çıkartmaya çalışan Nedret ile Ali Hikmet’in ikinci karısı Sevinç arasında çekişme yaratarak bu tarz dizilerde alışkın olduğumuz ‘kuma rekabeti’nin eksikliğini doldurmak isteyen ‘Sevdam Alabora’yı eleştirmek için öyle uzun uzadıya detay aramaya hiç gerek yok aslında. Zira sahne geçişlerindeki kopukluğuyla da kendi kendini çelmeleyen yapımda göze batan iticilik oldukça bol.

Can yakmak isterken biricik oğlu Ahmet’inden olan Ali Hikmet’in ‘at’ olayı karşısındaki başlangıç öfkesini, ikinci bölümde yılkı atıyla sürdürerek yarattığı dejavu hissini geçtim, sergilenenlerde inandırıcılık mefhumu yakalamak çok zor.

Bir kayığın alabora oluşunun hayatları değiştirmesi üstünden yol alan içerikteki öfke patlamaları o denli yapay ve mantıksız ki, sergilenenler dram yaratması gerekirken komedi gibi durmakta… Sırf Ali Hikmet’i kötü göstermek için ‘çocuk’ demeden Zeynep’e silah doğrultturmak, bununla yetinmeyip yeğenine atı vurdurtmak İngiliz hikâyelerindeki despotluğa benzeşme zorlamasının ötesinde bir anlam ifade etmeyen türden. Ama içeriğin mucitleri bu ‘attan sorun yaratma’ halini pek sevmiş olmalılar ki, başlangıç gereksizliğiyle yetinmeyip devamını da getirmişler… Ali Hikmet’le Zeynep’i çatıştırmak için kuzu kuzu yakalanan yılkı atının çalınması durumunu geliştirmişler.

Bu noktada durup bir kez daha sabır çekiyoruz. Çünkü mezuniyet törenlerinde gerçek diploma verilmediği hakikatini bilemeyenlerin ‘Diplomanı almadan nereye’ repliğiyle karşımıza getirdiği yetişkin Zeynep’in anlamsız tavırları, Ali Hikmet’i de aşıyor. Babasını aramak için jet hızıyla çiftliğe ışınlanan Zeynep esip gürlüyor ve onca atın arasından gidip gelip yılkı atını seçmekle kalmıyor bir de acil kurtarmacılığa soyunuyor. ‘Bi sakin’ derler…

Siyah body ile dağda poz veren, çiftliğe gelirken ise beyaz body giyinerek atla uyum sağlayıp ‘Acaba dağda kıyafet mi değiştirdi’ diye düşündürten Gökhan derseniz… El mahkûm, o da bu konuda komedi yaratmakta Zeynep’le yarışıyor adeta. Ne tarafa gittiğini bilmediği halde, Kızılderililerden beter beceriyle iz sürüp Zeynep’i bulması, anlamsızca suya düşen kızı kurtarması ‘dağ romantizmi’ yaratmak için düşünülmüş ama tablo, ‘dağ komedisi’ olmuş.

Bu komedinin devamında, ortalık yerde bir araba görünmediği için, Allah’ın dağına o merdiveni nasıl taşıdığı soru işareti olan Zülfikar Efendi var… Sadece kolu kırıldığı halde neden orada öylece yatıp durduğunu mantığımızla bağdaştıramadık doğrusu. Gökhan’la Zeynep geldiğinde hemencecik kalkabildiğine göre sanki bacağı kırılmış, beli sakatlanmış gibi onca zaman niye bekledi ki? Kesin, Zeynep İstanbul’dan atlar gelir, at çalıp beni bulur, demiştir. Olayımız ‘at’ ya, biz de attık işte.

Attık demişken, Zeynep’in atıp gittiği çantayı karıştıran Nedret’in kitabın arasından eliyle koymuş gibi resim bulmasının da, kıskançlık yaratmak adına pek atmasyon durduğunu hatırlatalım. Bu kadar da zorlama olmaz ki canım…

Birinci bölümden özetlediğimiz bu çarpıklıkların ikinci bölümdeki devamına gelince… Kalp krizi bahanesiyle iyiden iyiye cadılaştırılan Zeynep’in eline taşı alıp Ali Hikmet’in bulunmadığı yemek odasının camını aşağı indirmesi nasıl bir mantıktır böyle? Kız tokadı yiyor halen horoz gibi kabarıyor. Pes. Hele annesinin bile eleştirdiği Banu’nun kendi kendine gelin güvey olma yapışkanlığına ne demeli? Gökhan henüz dönmüş. Hangi ara anlaştınız da evlenmeye karar verdiniz Banucuğum? Boncuk boncuk baktırmakla olmuyor bu işler. Biraz yaratıcı olmak, aşk çatışmacılığında yenilik üretmek lazım. Bu o kadar zor mu ki böyle anlamsızlıklara, kadını ‘erkek’ merakıyla aşağılayan seviyesizliklere yelteniliyor?

Dizinin zorlama klişelerinden biri de ‘kumar’… Selçuk da bu tarzlarda moda olduğu üzere büyük borcu olan bir kumarbaz. Niye ille de kumar merakı olacak kardeşim? ‘Paramparça’da, ‘Bedel’de ve nicelerinde hep kumar borcu. Milletin yazılarına bakıp içerik kopyacılığı yapan köşe yazarlarına döndü diziciler de! Ona buna bakıp içeriğini yaratmak marifet mi?

Sorular, sorular, sorular… Zırvalamalar çok olunca sorular da diziliyor arka arkaya. Cevaplar ise ‘başarısızlık’ olarak geri dönüyor sorulara sebep olanlara ama önemseyen yok.

TEK İSİM ÜSTÜNE YOĞUNLAŞMAK HATA!

ATV’nin, ekrandan önce internet kanalıyla izleyiciyle buluşturarak farklı kılmak istediği yeni dizisinin bir diğer kusuru, genel yapıya özen göstermek es geçilirken dizinin başarısı için sadece Kadir Doğulu isminden medet umulması!

Gerçi ATV’nin finale yolladığı ‘Kaçak’ dizisinin beğenilmesinde büyük katkısı olan Mustafa Avkıran gibi güçlü isimler de var kadroda ama medyaya yansıyan ve üstünde durulan detay, ağırlıklı olarak Kadir Doğulu’nun mevcudiyeti.

Tabii bunda Amerikan western’lerinden fırlamış kovboy edasıyla karşımıza getirilen Kadir Doğulu’nun hiçbir kusuru yok. Tamamen dizinin reklam sürecinde sergilenen taktik ve mantık hatası! Ayrıca gerçek şu ki, dizilerin başarısı artık ‘popüler isim’ olayını aşmış, ekip bütünlüğüne ve konunun başarılı yönetimle iyi işlenmesine endekslenmiş durumda. Bunun örneklerini ‘Kurt Seyit ve Şura’, ‘İntikam’ gibi yapımlarda gözlemledik. Ayrıca yeri geliyor ünlülerin başta tutan işi bir süre sonra foslaşıp bitebiliyor da… Misal, ‘Fatih Harbiye’…

Oysa ‘Gençlik başımda peruk’ dedirterek 22 yıl öncesinden günümüze gelen ve oğlunu kaza kurşununda kaybetmenin acısını taşıyan Ali Hikmet’i merkeze alan hikâyede, istenilseydi öne çıkartılacak bir dolu detay bulunabilirdi. Konuda, her ne kadar aşk hallerine yoğunlaşma hedefi konulmuş olsa da, Devlet Tiyatrosu’na yurt içi ve yurt dışındaki faaliyetlerinde hayli katkıda bulunan Mustafa Avkıran başta olmak üzere diğer karakterlerden daha verimli biçimde faydalanılabilinirdi… Bu yapılmayınca tek ismin reklamcılığıyla işlerin istendiği gibi gitmeyeceği de, yine ve yeniden denenmiş oldu.

KARMAŞIK BAŞLANGICLAR TUTMUYOR

Tüm bu gerçeklere ilaveten ‘Sevdam Alabora’nın çağrışımlar uyandıran konusuna girişindeki karmaşanın da büyük bir olumsuzluk yarattığını belirtelim. Geçmişle bağlantılı gelişip olayın özünü kaçıran ve konuyu öteleyici nitelikte ‘Kim kimin nesidir’ türü bir bilmece izlenimi doğuran başlangıcın daha basit bir biçimde verilmesi gerekirdi.

Nasıl ki FOX’un kısa ömürlü yapımlarından ‘Emanet’, içeriğin güzelliğine ve oyuncularına karşın başlangıçtaki karmaşadan dolayı izleyiciye itici gelmişti, ‘Sevdam Alabora’ da aynı yolda yürüyerek hata etti.

Sonuçta; Pek umudumuz olamasa da, batıktan hazine çıkartma misali, ilk bölümlerin tökezleme hallerine karşın, sonrasında toparlanılarak izleyicinin dikkatini çekip yavaş yavaş beğenilme ihtimalinin varlığını bir kez daha hatırlatmak görevimiz. Lakin bu umuda bel bağlamanın her zaman geçerli olmadığı ve kötü başlangıcın ardından işlerin kötüleşerek ilerlediği gerçeğinin ağır bastığı da tecrübelerle sabit.

Anlayacağınız benzer malzemelerin ağırlığıyla riske giren geminizi, her an batmanın mümkün olduğu derin-fırtınalı sularda yüzdürmek istiyorsanız… Hem geminizin omurgası sağlam olacak, hem malzeme dizimi alaboraya fırsat vermeyecek biçimde profesyonelce yapılacak, hem de kaptanından miçosuna titizlenip işinizi sıkı tutacaksınız. Aksi takdirde, mevcut örneğiyle gördüğümüz ‘Boşa kürek çekme Sevdam Alabora’ durumu kaçınılmaz olur! Kötücüllükten yana değiliz ama ilk andan itibaren su alındığı ve batma tehlikesiyle karşı karşıya olunduğu gerçeğine gözümüzü kapatmamız da olanak dışı.

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal