Paramparça’nın şeytan tüyü…

Kadınları, gençleri, aile bireylerini gaddarlaştırmakta sınır tanımayan dizilerimiz bu özellikleriyle rağbet gördükçe ‘Nereye gidiyoruz’ sorusu daha sık akla düşer oldu. 

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

İyi karakterlerin mumla aranır hale geldiği senaryolara sahip yapımların reytinglerini uçuranlar başarıyı getiren kötülüğü yüceltmekte. Demek ki insanımız iyilikten-merhametten maraz doğacağı sözünü fazlasıyla benimsemiş ve kötülüğü baş tacı etmeye yönelmiş! Ne demeli?

Zaten bu gerçeği yaşamın içindeki gidişata bakarak da algılıyoruz bolca. Kötülük, iyilik kılıfına bürünüp kol geziyor ortalıkta. Tarih boyu korunan yerler, fidanlıklar(misal Haramidere) imara açılıp talan edilmek isteniyor… Hani neredeyse 40 haramiler canlanıp zıvanadan çıkarak ‘Ne yapıyorsunuz güzelim doğaya’ diyecek… Lakin bir kısım duyarlı insanların dışında, değerlerin paramparça edilişi karşısında izleyiciliği tercih eden çoğunlukta tık yok. Aksine, inşaat sektörü olmayan ülkelerin biteceği mantığıyla gaza gelip, ‘Aman ne güzel inşaat sektörü gelişiyor’ diye seviniliyor. O inşaatların, bilimsel-teknolojik gelişmelere yönelen ülkelerin yarattıkları icatlar sayesinde yapıldığını düşünmeden! Neyse canım… Biz de rantçı inşaatçılığımızı, bize has demokrasiyi istediğimiz gibi biçimlendirip yeni yönetim şekilleri yaratma icatçılığımızla destekler, dünyaya sunarız olur biter… İnsanlar hazır ya kötülüğü kabullenmeye, koyuver ipin ucunu… Artık Allah ne verdiyse yay ortalığa. Dört koldan paramparça.

Ne güzel söylemiş Oscar Wilde… Akıp giden bir bataklığın içindeyiz hepimiz. Ama yıldızlara bakıyor bazılarımız!

Herhalde yavaş yavaş dibe çeken çamurun karalığını düşünmektense asla ulaşılamayacak yıldızların parlaklığıyla avunarak son noktayı koymak kimileri için daha cazip. Öyleyse biz de çoğunluğun tercihi olan bu cazibeye kapılıp, yaşamsal bataklığın içinden yıldızlara bakan kişi mantığıyla, televizyondaki ‘Paramparça’ya uzanarak kurguların şeytan tüyüne kendimizi kaptıralım mı? Her bir şey ‘Paramparça’ nasılsa…

TOPYEKÛN ‘PARAMPARÇA’ OLMAK…

Diziler de insanlar gibi… Zaman içinde değişime uğrayabiliyorlar. Dolayısıyla bir kez ele alıp sonrasını koyuvermek yanlış. Nitekim Star’ın yüksek performanslı yapımı ‘Paramparça’ya yönelik farklı değerlendirmelerim oldu. Eğrisiyle doğrusuyla gözlemlerimi yazdım. Aradan geçen süre zarfında ne yazık ki eleştirdiğim detaylarda bir değişim yaşanmadı. Aynen devam.

Söylentilere göre senarist Yıldız Tunç’un referansıyla Binbir Gece’nin ardından Peru’ya satılan ikinci Türk dizisi olma övgüsünü yaşayan dizinin olguları paramparça eden içeriği iyileşmeyince, senaryo mantığına tekrar takılıyorum haliyle… O kadar çok tutarsızlık ve karakter dengesizliği var ki! Ayrıca, ‘Aşkım’ sözcüğünün dayatması da sürüyor.

Ekşi sözlükçüler tarafından bu husustaki yorumlarım ‘Acaba nasıl bir ailede yetişmiş’ diye tepki görse dahi(Açıklama: Modern kafa yapısındaki İstanbullu bir ailenin tek çocuğu olarak, el bebek yetiştirildim), erkeklerin kızlarına sürekli ‘Aşkım’ diye hitap etmesinin yersizliğinden yana ısrarcıyım… Ki bunu da hem uzmanların bu tarz söylemlerin hatalı yönlendiriciliğine dair tespitlerine, hem de günümüz insanının gittikçe sapkınlaşan algı gerçeğine dayanarak yapıyorum. Vurguladığım olayın bütününe odaklanmak yerine ucundan yakalamayı marifet sayanlar istediği kadar eleştirebilir, bu devirde bile banyoya çıplak girmenin cinleri musallat edeceğine inan toplumlar için bu söylem şeklinin yanlış olduğu gün gibi ortada nasılsa.

Bu tespitin ardından ‘Paramparça’nın başlangıçtan bu yana değişmeyen, hatta gittikçe katmerleşen eksilerine bakacak olursak… Özgünleşmenin, yüksek dozlu kötülüğe övgüsü gibi!

Cansu’yu bebek masumluğunda sunup Hazal karakterini bu kadar abartılı bir kötü haline getirmekteki direnç anlamsız. Kızlar arasındaki kıskançlık bir yere kadar normal. Ancak bunu Cihan’ın ilgisizliği başta olmak üzere türlü etkenlerle kışkırtıp işi yangıncılığa, hayvan katletmeye vardırmak… İşte bu hiç sağlıklı değil. Tam bir psikiyatrik vaka… Reyting uğruna Dilara’yı batırdıkça batıran… Evli kadını sevilmeye layık olmayan ‘kötü’ye dönüştürüp, ayartan kadını da yardıma muhtaç ‘iyi’ şeklinde göstermeyi marifet sayan… Bunun için de ‘aşk’ı alet eden çatışmacı senaryo mantığı belli ki, Hazal’ı da ‘Anasının kızı’ kıvamında yansıtmaktan yana. Nasılsa içinde bulunulan bataklığı görmeyip yıldıza bakanlar gani gani.

Oysa bu konuda gerçekleri gören kadın izleyiciden de tepki çok. Evli erkekleri ayartan kadınların dizilerde masumlaştırılması, evliliği bozulan diğer kadının da cadılaştırılması rahatsızlık yaratmakta... Ama ne yazık ki laf atmayı duymazdan gelmek yerine gençlere çemkiren Cansu’ya destek çıkmak için eli maşalı biçimde koşturan ve kafalarında şişe parçalayan Gülseren’i anlamsızca masumlaştıran dizi, izleyici rahatsızlıklarını önemsemiyor. Hoş zaten ‘Paramparça’daki tüm gelişmeler yüreklere daral getirecek kişilik parçalanmasında yansıtılıyor. Adeta karakterlerin çoğu ruhsal dengesizliğe sahipmişçesine…

Senaryonun bir diğer sorunu, Hazal’ı ‘öz kız’ olarak sahiplendirmemek! Hazal’ın kendi kızları olduğunu mahkeme kararıyla tescil ettirmek için neden onca zaman beklediğinin mantıklı açıklamasını getiremeyen Cihan, halen ‘Aşkım’ demeyi sürdürdüğü Cansu’nun peşinden ayrılmıyor. Evdi, işti derken Gülseren’i de ihya ediyor. Sahi bu Gülseren, başlarda Dilara’nın Hazal’a aldığı hediyeleri götürüp kapısına fırlatmamış mıydı? Cihan karısından yüz çevirince Gülseren de ‘gururlu kadın’ rolünden vazgeçti zahir! Şimdi bu karaktere inanalım mı? Yok.

Öte yandan Cihan tarafından sürekli küçük düşürülen ve onun sayesinde çocuklarından hiç saygı göremeyen Dilara da Hazal konusunda pek farklı değil. Onun için de Cansu ön planda. Var mı böyle saçmalık? Öz anne-babasının hatta Ozan’ın bu duyarsızlığı karşısında Hazal, defter yerine kendisini Boğaz’ın sularına atsa yeridir. Yazık kıza ya…

Gülseren’le Cansu’nun iyilik abartısında iyice sahteleşen ‘Paramparça’da aklıma takılan bir konu da Gülseren’le Özkan’ın evliliği… Gururdan bahsettiği halde Cihan’ın her teklifini zil takarak kabul eden Gülseren, neden daha önce Özkan’dan boşanmamış? Bildiğim kadarıyla onca yıl fiili ayrılık yaşanan bir evlilik, taraflardan birinin boşanma talebiyle rahatça neticeye varıyor! Erkeklerin başka kadın arayışını meşrulaştırmak için Dilara’yı çamurdan çamura sokmakta sakınca görmeyen… Rahmi Bey’i babalıktan çıkartıp mafyatik kumpasçıya dönüştüren… Açgözlülük abartısının timsali olarak sunulan Keriman’ı ise kötü kadınlıktan dizinin komiğine çeviren senaryo, Gülseren-Cihan-Cansu üçlüsünü yüceltmek için her şeyi akıl etmiş, Dilara’ya ‘Kocamı sevmiyorum’ bile dedirtmiş ama bir bunu akıl edememiş herhalde.

Neticede düzmece aksiyonlarla gündemi doldurmaya alışmışların diyarında, topyekûn ‘Paramparça’ olmak için mantığı sıfırlamak yetiyor. İnceldiği yerden kopana kadar!

‘PARAMPARÇA’DA ERKAN PETEKKAYA FAKTÖRÜ

Başlangıcından itibaren aynı konuyu Dilara-Hazal ikilisini elden geldiğince ‘tu kaka’laştırarak lastik gibi uzatan, derme çatma ilavelerle bölümlerini dolduran yine de başarıyı yakalayan ‘Paramparça’nın bunu nasıl becerdiğine gelince…

İlla ki bir ‘şeytan tüyü’ lazım… Buradaki ‘şeytan tüyü’ de Cihan karakteri yani Erkan Petekkaya! ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’ dizisini de, iki kadın arasındaki Ali Kaptan’ı başarıyla canlandırarak, sevdiren… Gidişiyle diziyi düşüşe geçiren Petekkaya’nın ‘Paramparça’daki etkisi büyük. Hem denge unsuru, hem de karmaşanın başı. İyi babalık olgusunu, Cansu-Hazal ikileminde, sorgulatmayı çok güzel başaran Cihan karakterinin Dilara-Gülseren dengesizliğindeki tavırları da izleyici ilgisini körükleyecek türden. Yükün büyük kısmı onda.

Ekran başındakileri karakterle özdeşleştirip tartışmacılık, dolayısıyla da diziye bağımlılık ve reyting yaratan Cihan’ı, bu noktada Ali Kaptan’la benzeştirmek mümkün. Ali Kaptan da, Cemile ve Karolin arasındaki gel gitleriyle izleyiciye empati kurdurmuş, diziye ivme kazandırmıştı. Çocuklarıyla olan ilişkilerindeki çatışmacılık da bu ivmeyi güçlendirmişti. Orada Mete’nin psikolojisini bozmuştu, buradaysa Cansu’nun peşinde koşarak Hazal’ı yoldan çıkarttı. Böylece ekran başındakilerin bir kısmında sempati, bir kısmında da öfke yarattı.

Anlayacağınız tıpkı ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’de olduğu gibi ‘Paramparça’da da konun lokomotifi, performans gücünü ‘Yeni Dünya’da da gösteren Erkan Petekkaya! Erkek ve baba olma sıfatlarının yansımalarını gayet net ortaya koyup insanları tartışmacılığa sürükleyen, böylece Cihan karakterini öne çıkartan Petekkaya’nın rolünün baş desteğinin Dilara’yı canlandıran Ebru Özkan olduğu da muhakkak… Kısacası; Erkan Petekkaya’nın performansı sürdüğü müddetçe ‘Paramparça’nın ilgi görmesine şaşmamak gerek.

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal