Niyazi Gül Dörtnala mı dediniz?

Şaka çok ciddi bir sanattır… Evet. Bernard Show böyle yorumlamış şaka hallerini ve mizahı. Ama ne yazık ki, bu söze uygun bir komedi anlayışına rastlamak çok zor bizim illerde.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Gerçek hayattan kurgu dünyasına her şey, ‘Güleriz ağlanacak halimize’ durumuyla yaratıyor kendi içsel komedisini. Kabul gördükçe de yozluğu katmerleşiyor.

Kilosu 5 TL’yi aşan patates krizi aylardır sürdüğü halde kıllar kıpırdamazken birdenbire ‘Ellerinde patlatacağız’ mantığı, kara komedisiyle gündeme düşüveriyor mesela… Ya da program niyetine kendini eğlendirme zihniyetine malzeme edilen Baltacı ile Katerina, ‘Tarihin Arka Odası’nda anlamsız bir gülme krizine gerekçe yapılabiliyor… Bazıları da, protesto edilecek şey kalmamış gibi, her gün su niyetine tüketilen gazlı içeceklerin Ramazan sofralarının vazgeçilmezi olarak gösterilmesini unutarak, Özcan Deniz’li klipimsi reklam filminin ahlak bozuculuğuna takabiliyor kafayı. Her türden komiğiz vesselam.

Yaşamdaki olgular başlı başına kendine has bir komedi sunuyor bize de, kişisel haller farklı mı? Ne gezer. Yapılan şakaların, kişilerdeki gülme algısının absürtlüğü ve kabalığı malum.

Komedi icra edenlere milyon dolarlık evler aldırtacak kadar verimli olan mizahın kurgu dünyamızdaki profiline gelince… Acıdır ki, parlak olduğu söylenemez. Ne denli sulandırıldığı ve basite indirgendiği, adam gibi olanların da ilgi görmediği çeşitli örneklerle karşımızda.

Ekrana veda eden ‘Kardeş Payı’, reytingde istenen verimliliği elde edemeyen ‘Mutlu Ol Yeter’ gibi yapımların durumu, televizyon dünyamızın komedi dizilerine yaklaşımını göstermeye yetiyor. Buna karşılık komedinin sinemadaki verimliliği daha yüksek. Dolayısıyla yerli komedi filmi eksik olmuyor beyazperdede. Bu haftanın payına düşen de ‘Niyazi Gül Dörtnala’…

HOLLYWOOD DEVŞİRMESİ DÖRTNALA MI?

Her iddialı yerli film gündeme geldiğinde, ‘Acaba bu kez hangi yapımdan uyarlanmış veya taklit edilmiş’ diye düşünmeden edemez oldum. Çünkü ya Kore sinemasının hüzünlü aşk öyküleri yerlileştiriliyor, ya da Hollywood yapımlarından fazlaca esinleniliyor. Daha olmadı kimi internet fenomenliğinden sinemaya evrim geçiriyor, kimi geçmişte kullandığı şov karakterlerinden film yaratıyor. Tabii bir de bunlara ilaveten ‘çalıntı’ iddiaları sıkça çıkıyor ya karşımıza… O da ayrı bir mesele.

Aynı yaklaşımlar diziler için de geçerli. Zaten yerli filmlerimizin dizi kıvamında olduğu da gözle görünen bir gerçek. Bu durumu, ‘Diziler kırpılıp ne yapılır’ başlıklı yazımda ayrıntısıyla ele aldığımdan ayrıca burada üstünde durmayacağım.

Sözün kısası; Kaliteli yabancı yapımların aksine ‘özgün senaryo’ yaratma kapasitemiz, birkaç istisna hariç hem dizilerimizde, hem de filmlerde dibe vurmuş halde! 20. Londra Türk Film

Festivali’nin açılış filmi olan Ata Demirer’in başrolündeki ‘Niyazi Gül Dörtnala’ filmine gelince… Ne yazık ki burada da dörtnala giden bir özgünlükten bahsetmek imkânsız.

Tamam. Niyazi Gül karakteri Ata Demirer’in yarattığı eski bir tip. 2001’de Star TV’de yayınlanan BKM yapımı ‘Korsan TV’ programından biliniyor zaten. Orada da ayıydı, ördekti bilumum hayvanatla komedi icra ediyordu. Ama hayvan muhabbeti olayının fikri ne derece özgündü derseniz… Bak işte bu da yoruma açık, derim. Çünkü 2001’deki Niyazi Gül’ün öncesinde 1998 ABD yapımı ‘Dr. Dolittle’ var orta yerde… Ki o da 1967 yapımı ‘Doctor Dolittle’a dayanmakta. Yani Hollywood karakterinden esintilik halleri, maziye dayanıyor.

Bunu geçip Ata Demirer’in yeni filminde yarattığı Veteriner Niyazi Gül’ün fonksiyonuna baktığımızda, esintinin iyiden iyiye ‘Dr. Dolittle’ rüzgârına dönüştüğünü görüyoruz.

Eddie Murphy’nin yarattığı ‘Dr Dolittle’ filminde çocukluğundan beri hayvanlarla arası iyi olan ve onların dilinden anlayan bir doktorun başından geçenler ve deney meraklısı kızının da aksiyona katıldığı bir komedi vardı hatırlarsanız. Ege atmosferli ‘Niyaz Gül Dörtnala’ filminde de Ata Demirer, hayvanlarla konuşan bir veteriner hekim. Profesör Niyazi’nin Hediye adındaki yardımcısı(Şebnem Bozoklu) da deneylere meraklı olan bir hanım kız. Bu ikili dededen kalma formülü geliştirip hayvanlara güç verme peşinde. Yanı sıra Niyazi’yi evine davet eden Sultan’ın takıntısı, Sultan’ın peşinden koşan Rıza’nın Niyazi’ye takıntısıyla birleşiyor. Buna bir de at yarışına merak saran Sultan ile Rıza’nın mucizevî formülü kapma hevesi eklenince olay dört başı mamur tamamlanıyor. Böylece Hollywood fikirlerini ‘yerli komedi’ kalıplarına adapte eden ‘Niyazi Gül Dörtnala’ çıkıyor karşımıza.

Aslında film hayvanlarla konuşma bakımından ‘Dr. Dolittle’ ile bağdaşmakla da sınırlı değil. Hayvanlara güç veren formül olayıyla, ‘Maymunlar Cehennemi’nin Başlangıç kısmını da anımsatan öykü örgüsünde Hollywood’dan pek çok esinti yakalamak mümkün. Anlayacağınız, yerli malı oyunculukla ve karakter isimleriyle yabancılardan esinlenilmiş bir komedi daha beyazperdemize layık görülmüş durumda.

‘Varsın esinlensin’ diyenler çıkacaktır elbet. Onlara cevabım; ‘Böyle diye diye yaratıcılıktan iyice kopuyoruz’ olur. Bu da umursanmıyorsa asıl cevap, gelecekte tam tıkanıp sıfırı tüketince alınır… Diyeceğim ama… ‘Yabancılar yapar, biz kaparız’ mantığı hep diri kalacağından, devşirmelik müessesesi sayesinde yine dört ayak üstüne düşeriz her şekilde. Aferin bize.

KOMEDİYİ KALIPLAŞTIRMA BAŞARIMIZ

‘Dâhiliğin asıl göstergesi mükemmellik değil orijinalliktir; herkes için sınırları genişletir’, demiş Aşkenaz Yahudilerinin tarih sahnesinden silinen Hazar Türkleri olduğu savını ortaya atan düşünür-yazar Arthur Koestler. Ancak orijinallik de ince düşünce ve fikir üretme emeği istiyor sonuçta. Bizim eksiğimiz tam da bu noktada başlıyor.

Yoktan var etmek yerine, var olandan kopya çekip düşünmeden yazıyoruz. Orijinallikten uzaklaştığımız ölçüde de kalıplaşmayı daha teşvik etmiş oluyoruz. İçerik yönünün ötesinde, oyunculuk olgusunda da geçerli bir olumsuzluk bu… Nasıl ki, ‘Dr. Dolittle’ın yerlisi gibi algılanmaya fazlaca müsait olan ‘Niyazi Gül Dörtnala’nın eksiler hanesinde de mevcutsa!

Farklı yapımlara imza atan Ata Demirer, komedi tutkusunu keşfederek stand up gösterileriyle karşımıza çıkmaya başladığı günler gerilerde kalsa dahi, ‘Tek Kişilik Dev Kadro’da canlandırdığı karakterlerin izlerinden bir türlü kurtulamıyor. Hani insana 40 gün deli dersen sonunda kendini deli sanırmış ya… O hesap.

Benzer sorun Levent Ülgen için de geçerli. Tiyatro yönü gayet güçlü olan oyuncuya neden sürekli ‘Hallederiz Kadir’ havasındaki tipler veriliyor? Anlayamıyorum. ‘Akasya Durağı’ndan ‘Bizim Okul’a son zamanlarda hangi diziyle ekranda göründüyse hep aynı karakter kimliğinin yakıştırılması, Levent Ülgen’in oyunculuğu adına yıpratıcı bir olgu. Demet Akbağ ve Şebnem Bozoklu da, senaryo ve yönetmen eliyle, bu rutine kapılanlardan.

Diyeceğim o ki; Dizilerden filmlere komedi işlerinde, dış görünüşle olmazsa bile karakteri yorumlama noktasında, kalıp duruş sergilemek başlıca kolaycılığımız. Buna bir de sürekli aynı kişilerle çalışma alışkanlığı eklenince ‘Komediyi kalıplaştırma başarısı’ da tamamlanmış oluyor. İster durum komedisi, ister söze dayalı komedi… Ekrandan sinemaya hep aynı!

Neticede; Hayvanlara iyi davranmayı işaret ederek olumluluk sergileyen, hayvan severlerin duygularına oynayan ‘Niyazi Gül Dörtnala’ koşabilir… Galada ayakta alkışlanabilir… Londra’da açılış filmi olabilir. Ata Demirer merakı ve bizdeki kolayca gülme alışkanlığı sayesinde gişe de yapacaktır kuşkusuz. Hatta tıpkı ‘Dr. Dolittle’da olduğu gibi devam filmi bile gelebilir. Ama tüm bunlara karşın ‘Niyazi Gül Dörtnala’nın işaret ettiğimiz gerçekleri de, komediden orijinalite ve farklılık bekleyenlerin gözüne her daim batacaktır.

Bir çanta uğruna timsaha kıymamak gerektiği gibi, komedi olgusuna da performans rutiniyle kıyılmamalı… Canlandırma ve öykü kapasiteleri fora edilmeli! Haydi, dörtnala…

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal