Meryem Uzerli ve Acun'luk projeler ama...

Yönetmenleri ve amaçları hep aynı olan vahşi senaryoların birbirinden acılı sahnelerine içimiz kan ağlayarak seyirci olduğumuz günlerden geçiyoruz yine. ‘En büyük düşman en son bakacağın yere saklanır’ demiş ya Jül Sezar… En son bakacağımız yer nere acaba? Sanki cennet yurdumu cehennemleştirmek, çıkarlarına alet etmek isteyenler, kuytulardaki makinistleriyle, el...

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

FOX TV’nin sabah kuşağında Evimizin Oğlu Murat Güloğlu’nun alkışı hak eden dengeli ve gerçekçi sunumu başta olmak üzere, ekranlarımız bu kara senaryoların türlü yorumlarıyla dolu. Aralarından seçim yapmak ve kışkırtıcılığa kapılmamak, aklın yoluna kalmış olsa dahi… Nihayetinde farklı yayın organlarının kendilerince yansıttıkları bu katliamcı ‘ısmarlama’ senaryolarda, bedeli ödeyen tarafın yalnızca masumlar ve analar olduğu hakikati de meydanda ne yazık ki. Ayrıştırma yapmadan bunu da görelim artık.

Aksi takdirde şehitlerimizden gençlerimize, süper güçlerin yönetimindeki senaryo kurbanı olan herkese… Allah’tan rahmet, yakınlarına da sabır ve başsağlığı dilemeyi sürdüreceğiz. Dirliğimizin, birliğimizin bozulmaması adına temennim; Aklıselimin galip gelmesi… Bu senaryoların, kopyala yapıştır biçiminde sürekli tekrarlanarak gösterime sokulmasına izin verilmemesi! Benzer kanlı filmleri izlemek istemeyen ve ülkesini bütünüyle seven biri olarak, dolup taşan duygularımı paylaşmak istedim kısaca. Şimdi gelelim yazımızın konusuna… Konumuzun özü de pek farklı değil… Yapımcıların egemenliğindeki senaryolarla ilgili aslında.

BİRBİRİNİN ÇAKMASI İŞLERLE BİR YERE VARILAMAZ!

Adamını bulanın ‘kaptan’ olup gemisini istediği gibi yürütme halleri, çıkar odaklı kıyımcı senaryolar gibi, her devrin gerçeği. Ancak 1’e 89’luk sarraf hassasiyetindeki katakullilerin cezalanmak şöyle dursun ödüllendirilir olduğu ve kan revan içindeki puslu hava yaşanırken unutulur hale geldiği günümüzde, hakkaniyet kantarının topuzu iyiden iyiye kaçmış durumda. Bu ayarsızlık ne yazık ki, tavandan tabana-günden güne daha çok yaygınlaşıyor. Yapılan işlerde adalet ve dürüstlük bekleyenlerin tepkisi peşi sıra geliyor ama… Dikkate alacak sistem olmadığı için yaşanan ikilemde kazanan hep, gemisini yürüten kaptan.

Bunları vurgulamak istedim zira bilim adamlarınca ispatlanmış, fazla televizyon izlemenin yarattığı ‘unutkanlık’ tehlikesiyle yüz yüze kalan ve algı mekanizmaları baskılanan insanların fikir çelişkileri almış başını gidiyor. Nasıl ki, ‘Bu senaryoları yazmayanı dövüyorlar mı?’ başlıklı yazımın ardından gelen farklı tepkiler tam da bu olumsuzluğu açığa çıkartan türden.

Yeni Asır Gazetesi yazarı Seda Kaya’nın da bazı bölümlerini köşesine taşıdığı yazımın özü, dizi senaryolarındaki tek tipleşme ve beraberinde gelen yozlaşma üstüneydi. Ayrıntılarıyla ele aldığım karakter saçmalıklarının hemen her yaz dizisinde görüldüğünden bahsetmiş, bu tarz senaryo abartılarını ‘kızlarımıza hakaret’ ve ‘kötü örnek’ olarak değerlendirmiştim.

Bir kısım okur benim yazımdaki saptamaları haklı bulup dile getirdiğim için memnuniyetlerini belirtirken bazıları da beni, dizi kalitesinden anlamayan ‘geri kafalı’ biri olarak algılamış. Her tür eleştiriye açık olduğumu defalarca belirtmişimdir. Dolayısıyla tüm düşüncelere amenna. Ancak burada hakaret edenleri Allah’a havale edip, ‘geri kafalı’ sözüne karşı ‘El insaf’ demekten de kendimi alamıyorum. Zira o yazının tek bir satırı dahi geri kafalılıkla bağdaşacak bir anlam ifade etmiyor. Objektif gözle okunduğunda ve işaret ettiğim detaylar, dizilerle karşılaştırıldığında kelimesi kelimesine haklı olduğum görülür. Maksatlı bir koruyuculuğu vazife edinerek yazıyı hedef alanlar için bu geçerli olamaz tabii. Onlar hep bildiğini okur, eleştirileri de yapıcı olarak algılamak yerine kel alaka yorumlarla dışlarlar. Kendileri bilir.

Ben daima iyiye ‘iyi’, kötüye ‘kötü’ demekten yanayım. İlaveten, böylesi klişe senaryoların ortaya çıkmasında katkısı bulunan düzene dair söyleyecek sözü olanların da yanındayım. Dahası, senaristinden oyuncusuna yeni yüzlere ve kaliteye kapıyı kapatan, dışarıdan kişilere şans tanımayan, adamı olanı baş tacı eden ‘kadro’ düzeninin, her alanda olduğu gibi, ekranda da kalitesizliği, basitliği ve gerilemeyi beraberinde getireceği gerçeğinin bilincindeyim.

Diyeceğim o ki, istenildiği kadar hakaret edilsin, kızılsın nafile… Birbirinin çakması konu ve karakterlerle bir yere varılamaz! Varılsa da, o varılan yer, dolan ceplerin ötesinde bir anlam ifade etmez. Bu doğrultuda sektördeki senaryo değerlendirmesi konusunda hayli dertli olan ve kadro dışındakilerin işlerinin nasıl dikkate alınmadığını aktarmak isteyen bir senaristin görüşlerini paylaşmak istiyorum sizlerle… Belki ilk ağızdan daha etkili olur diye.

MERYEM UZER’LİK VE ACUN’LUK PROJELER AMA…

Bu başlık hayli iddialı oldu biliyorum. Ancak saptama bana değil Adem Denizli’ye ait. ‘Her iki projede bir sezonluk, 42 bölümlük planlandı. "Aşk, Para, Ölüm" projesini aslında Meryem Uzerli için yazmıştım, senaryoda anlaşamadıkları için O3 yapıma iki üç defa teklif gönderdim ama ret cevabı dahi alamadım. "Şöhret Hayali" ise aslında tam Acun Medya için uygun bir proje ama ret cevabı bile yazma gereği duymuyorlar’ şeklinde söze başlıyor… Ve ‘Bence ret cevabı dahi yazmayacak kadar kötü değil projelerim ama…’ diyerek kırgınlığını paylaşıyor.

‘‘Almanya’da yaşadığım için belki Alman veya yabancı dizi-filmlerden esinlenmiş olabileceğimi düşünürsünüz, hikâyeler 100% bana aittir! Esinlendim ama asla çalıntı değil! "Aşk, Para, Ölüm" projesini Alman medyasında okuduğum haberlerden, çevremdeki kişilerin evliliklerinden gördüklerimden esinlendim ama hikâye olarak çok değişik ve dramatik yazdım. "Şöhret Hayali"ni ise son 20 senedir dünyanın dört bir köşesinde ilgi ile izlenen şarkı yarışma formatlarından esinlendim’’ açıklamasını yapan Adem Bey projelerini bana da yolladı.

Senaryo örneklerinin gayet güzel ve uygulanabilecek türden olduğunu hemen belirteyim. Yani bunlar geliştirildikleri takdirde, onun dediği gibi tam da Meryem Uzer’lik ve Acun’un TV 8’ine uygun işler. Cevap alamamasına üzüldüm. Ancak projelerinin en az bir sezonluk bölümlerinin planlanmış olduğunu ve başka diziler gibi 10-15 bölüm sonra yolunu şaşırmayacağını belirten Adem Bey’in asıl olayı bu değil. Ekrandakilerden farklı tatta öyküler yaratma kapasitesine sahip olduğu kesin olan bu senaristin derdi, ‘ısmarlama senaryo’ ürettiren ‘kadrolu senarist’liği yaratan sektör çarklarından yana! Bir sıkıntıyı en iyi, yaşayan bilirmiş… Dolayısıyla pek çok kişinin muzdarip olduğu ama dillendiremediği bu konuyu en doğru biçimde aktarmayı, bizzat sorunla muhatap olan Adem Bey’in kelimelerine bırakalım.

DİZİ SEKTÖRÜNDE ‘SAADET ZİNCİRİ’ VAR

‘Bildiğim kadarı ile sektörde aktif olan kişiler aralarına kolay kolay yenileri almıyorlar, alırsalar da belirli bir karşılığı kendilerine hak görüyorlar’ şeklindeki çarpıcı sözlerle dizi ve senaryo dünyasına dair yorumunu başlatan Adem Denizli eleştirilerini şöyle sürdürüyor…

Şimdi burada tek tek hangi dizilerin yabancı kitaplardan, film veya dizilerden “esinlenmiş” olduklarını saymak istemiyorum. Bunu az çok hepimiz biliyoruz. Yabancı dizilerin Türkçe çekimleri ise, markalı ürünlerin Çin kopyası gibi oluyor. Türk senaristlerde gerçekten yaratıcı ruhu yok mu? Var! Sorun senaristlerde değil, sorun senaristleri altın yumurtlayan tavuk olarak gören, yanlış hırslarına yenik düşen yapımcılarda, yöneticilerde.

Senaristin biri, bir iki tutulan dizi yazmış… Bir yapımcı hemen senarist ile senelik bir milyon dolardan iki üç senelik anlaşma yapıyor, hatta dört senelik dahi anlaşma yapan var. Senaristin elinde ne senaryo var, ne de hikâye. Anlaşma yaparken avansını aldı. Yapımcı şirketi daha önce anlaşma yaptığı oyuncu için senaryo yazmasını istiyor ama kadrolu senaristte oyuncuya uygun bir hikâye, bir fikir yok. Terzi değil ki bu oyuncunun ölçülerine göre kıyafet diksin, hadi bakalım senarist efendi yaz ısmarlama senaryo.

Bizim yapımcı senaristin tepesine biniyor, ‘Yaz bakalım senaryo, avansını verdik, elimizde kapı gibi anlaşmamız var’. Senarist mecbur bir şeyler yapımcıya verecek, orayı karıştır, burayı karıştır, düşün… ‘Heee… Birinde, bir yerde şöyle bir film görmüştümdü, onu biraz değiştiririm al sana hikâye’… Yani bize ‘esinlendik’ dedikleri bu!

Ben de medyadan bir şirketin bir star oyuncu ile yaptığı anlaşmayı ve senaryo beğenmediklerini okuyorum… Bu oyuncu için bir hikâye geliyor aklıma, oyuncuya yüzde beş yüz oturacak hikâye gönderiyorum… ‘Dışarıdan senaryo almıyoruz’ diyorlar. Niye? Çünkü kadrolu senaristleri ile milyonluk anlaşma yapmışlar, bir de benim hikâyeye ödeyecek para kalmamış bütçede. Ellerinde olmayan, boş verin elinde olmayanı daha hikâyenin konusu dahi ortada yokken senariste milyonları ödüyorlar ama ayağına gelmiş güzel bir hikâyeyi, kadrolu senaristi olduğu için geri çeviriyorlar.

Kimi televizyoncular ise ortada hiç bir proje yokken, isim yapmış oyuncularla uzun vadeli anlaşma yapıyor… Tanıdıkları senarist ve yapımcılarla çalışmayı tercih ediyor ama asıl başarı anahtarının bağımsız çalışan senaristlerde olduğunu düşünemiyor! Ensesinde baskı hisseden senarist nasıl yazsın? Bu Mahmut Tuncer’in aslandan kaçarken türkü söylemesine benzer!

Marka olmuş, daha önce birçok başarılı projeye imza atmış isimlerin illaki reytingleri tatmin edici olmayacağının en güzel örneklerini yayınlanan dizilerde gördük. Marka olmuş senaristle, yapımcıyla ve oyuncuyla hepsiyle beraber bir dizi projesinde anlaş, buluş… Hikâyende iş yoksa yine reyting alamaz, yine reyting alamaz. He, şimdi siz, ‘Madem bu kadar iyi hikâyelerin var, neden hala bir tane senaryo satamadın’ derseniz, söyleyeyim…

Dizi sektöründe Saadet Zinciri gibi menfaat ilişkilerinden oluşan bir menfaat grubu var. Bu gruba girmesi mafyaya girmekten zor! Dizi sektörüne sadece iyi bir hikâye ile giremiyorsunuz. Türkiye’de her branşta olduğu gibi, dizi sektöründe ya bir yerlerde ‘adamınız’ olacak… Ya da bir televizyon yöneticisinin ‘bire bir görüşmeden olmaz’ ısrarını yerine getireceksiniz. Hele bir de benim gibi Türkiye dışında ikamet ediyorsanız işiniz hayli zorlaşıyor. İstediğiniz kadar sıra dışı, yenilikçi ve iyi hikâyeleriniz olsun! İllaki birilerini göreceksiniz, görüşeceksiniz!

İTHAMLARA CEVAP GELİR Mİ?

Evet. ‘Kadrolu senaristlik olur mu’ sorusuyla başladık yazıya… Olma ihtimalini de Adem Denizli’nin iddialarıyla gördük. Bunlara ekleyebileceğim şey çok da… Misal; altın yumurtlayan tavuk yerine konmayı kabullenen senaristlerde de sorun olduğu şeklinde… ‘Bu satırlardaki ciddi ithamlara gelebilecek cevaplara köşemiz açık’ diyerek, geçelim hele. Tabii Adem Bey’e ret cevabı bile vermeye gerek duymayanlar bu sözleri ne derece önemser, vatandaşı dizi sektörünün çarklarıyla ilgili ne kadar bilgilendirmeyi arzular bilemeyiz. O da onlara kalmış.

Öte yandan, Saadet Zinciri durumunun, haksızlıkların pek çok alanda mevcut olduğu da bir gerçek. Yazının başında dediğimiz gibi, adamını bulan kaptan olup gemisini yürütüyor. Ayrıca gözlemlediğim kadarıyla bu gidişat kanıksanmış halde. Hem zaten insan hayatının sudan ucuz olduğu, ölümler ütünden çirkin atışmaların yapıldığı, sınavların sürekli ‘hatalı soru’ ile zan altında kaldığı, siyasilerin bildik konuşmalarla gündemi tıkadığı, yolsuzlukların bile arka plana atıldığı, kaos kılıcını tepemizde sallandıranların ufak ufak amaçlarına ulaşmaya başladığı ve istikrarsızlık için adeta duacı olanların muratlarına ermek için pusuya yattığı bu süreçte bir garip Adem’in dizi sektöründeki Saadet Zinciri ithamlarının lafı mı olur? Sanmam.

Suyun başını tutanlar küpünü doldurur, doğruyu söyleyenler dokuz köyden kovulurken kurulu düzenler kolay değişmez ama… Haksızlığın küçüğü büyüğü olmaz deyip paylaştık sizle!

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal