Dizilerde de kadına şiddete hayır

Farklı konuların birbiri peşi sıra toplumu sarmaladığı çok yönlü bir sınav sürecinde gibiyiz bugünlerde… Paketlerle sınanan ve avukatları sokağa döken demokrasi bir yanda… Canı pahasına erkek tacizine direnen Özgecan Aslan’la verilen insanlık ve adalet sınavı diğer yanda… Orta yerde ise medyanın sınavı durmakta…

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

İç Güvenlik başta olmak üzere cümle paketi-torbayı siyasilere ve ilgililere devrettik… Onlar konuşsun-yürüsün, vekillerimiz olarak demokrasinin ve özgürlüklerin alabora olmaması için ne gerekiyorsa yapsın. Boşuna mı ekranlardan her gece nutuklarını dinliyoruz, gidip oy veriyoruz? Vatandaşın birliği ve dirliğini düşünmek onların işi haliyle...

Öte yandan marifet yapıyormuşçasına zırvalayarak şafak attıran ayrık otları hemcinslerim hariç, kadınların çoğunu erkek şiddetine karşı tek vücut yaptıran rahmetli Özgecan Aslan’la iyiden iyiye kendini gösteren insanlık sınavı derseniz… Daha önce pek çok kez haberlere konu edilip kısa süre sonra unutulan ve ancak yenisi yaşandığında hatıra düşen küçücük kız çocuklarının, kadınların tecavüz edilip öldürülüşü aklımıza geliyor da… İçimiz daralıyor insanlık sınavı adına. Bu sınavda; olur olmaz konuşarak taraftarlık edip tavsiye verenlerin, ahkâm kesenlerin insanlık sınavı gibi adalet de sınavdan geçecek. Özgecan’a kıyanlar adaletin kefesinde zaten… Umudumuz, yasaların uygulanma aşamasında terazinin kefesinin, vicdanları sızlatan indirimlerle alabora olmaması.

Tarafsızlığı ve bağımsızlığı bakılan yöne göre değişen medyanın sınavına gelince… Özgecan Aslan’ı gündemine alıp olayın üstüne giden ve her alandan görüş alan medyada şu an için üstünde duracağımız konu, çoğunluğun yegâne ilgi alanı olan ve çocukların da izlediği dizilerin kadına bakışı!

İLGİ ÇEKMENİN YOLU, KADINA ŞİDDETTEN GEÇMESİN

Öncelikle şu tespiti yapalım… Dizilerin pek çoğu kadına hiç de güzel bir bakış açısı sunmuyor! Dizi senaryolarının uzun soluklu olabilmesi ve yayın sürelerini doldurabilmeleri için türlü çatışmacılıklar yaratmalarının kaçınılmaz olduğunu biliyoruz. Zaten bu amaçla sürekli iki erkek-bir kadın veya iki kadın-bir erkek üçlemelerinin maceraları anlatılmakta.

Dolayısıyla gerçek aşkların değerini kaçıran bu sıradanlıklara çoktan alıştık. Bir noktaya kadar, ‘İnsanlar, sevgiyi dizilerden öğrenecek değiller ya’ diyerek geçiştirmek de gerek zaten bu tür içerikleri. Aksi takdirde dizi yaratmanın imkânı kalmaz.

Ancak dizilerde kadınların dövülmesini, onlara silah doğrultulmasını içimize sindiremiyoruz. Kendilerine ‘danslı protesto’ yerine ‘dua’ önerilen veya tecavüze uğradığında susup doktora gitmesi tavsiye edilen… Tecavüz eden ortalıkta gezinirken tecavüze uğradığı için ailesi tarafından öldürülen… Hatta etek boyları mevcut sistemin ahlaksızlaştırıcı olduğu vurgusuyla buluşturulup neredeyse ‘tecavüzleri kaçınılmaz, hak’ görülen kadınlar, seslerini olabildiğince yükseltmeye çalışırken dizilerdeki ‘kadın kıyımcı’ erkek despotluğunun tüm iticiliğiyle karşımıza çıkmayı sürdürmekte oluşu kabul edilemez bir durum.

Zaten bu konuda sanki güzel bir şey yapılıyormuşçasına birbirini taklitle yol alan ekranlara baktığımızda karşımıza çıkan manzara, genellikle dizi içeriklerindeki olumsuzluklarla gerçeklerin fazlasıyla iç içe geçmiş olduğu yönünde. Bu denkleşmede en bariz detay ise ‘samimiyetsizlikle kollanan şiddet’in varlığı!

Nasıl ki, erkeklerin hayvani güdüleriyle katledilen gencecik bir kızın kanı üstünden gündem yaratmaya çalışanların kışkırtıcı mesajlarının ardından çark etmeleri… Ya da ‘Fırsat bu fırsat’ mantığıyla ‘İdam cezası geri gelsin’, ‘Kadınlara pembe otobüs konulsun’ gibi istismara açık niyetlerin kamuoyuna pompalanması insan olma bilinci ve kötülüğe çare arayışıyla bağdaşmayan samimiyetsiz şeylerse, dizilerde süregiden kadın-erkek halleri de aynı.

Sözde birtakım söylemlerle kadınların hakları ön plana çıkartılıyor ama bu süreçte erkeklerin attığı tokatların veya ölüm tehditlerinin haddi hesabı yok. Gerekçeler de hayatın içinde yaşanan şiddetlerle aynı… Dizilerde şiddet gören kadınlar da, erkek karakterlerin namus hassasiyetinin veya ölümcül kıskançlığının kurbanı durumunda çıkıyor karşımıza. Öyle cezasını bulan filan da yok hani. Mutlak şiddeti hoş gösterici bir şey bulunup sert erkekler masumlaştırılıyor. Yani bu noktada da dizilerle yaşamın samimiyetsizliği tam denkleşmekte.

Diyeceğim o ki; Kurgu dünyasında ilgi çekmenin yolu kadına şiddete gaz vermek olmamalı. Bir kısım erkek görünümlülerle, katledilen kızımız için ‘İyi yapmışlar’ diyebilecek derecede sapkınlaşma noktasına gelmişken… Sürekli tedirginlikle burun buruna olan kadınlar cami avlusunda dahi erkek dayağına maruz kalabiliyorken… Dizilerin bu denli kadına taciz-şiddet içermesi ‘toplum yönlendiriciliği’ adına önemli bir ayrıntı! Çünkü kadını hedef alanların çoğunun şiddet alışkanlığının, aileden gördüğü dayakçılıkla geliştiği gerçeği ortada... Buna bir de dizilerden izlenen şiddet halleri eklenince el birliğiyle canavarlar yetiştirilmiş olmuyor mu?

Birilerinden ‘Kadının canını çok yakmadan dövülmesinin caiz olduğunu, erkeğe bu hakkın verildiği’ telkinini duyan… Evinde-komşusunda kadına dayağın alışkanlığa dönüştüğünü gören cahil erkekleri bir de diziler yoluyla dolduruşa getirmenin anlamı var mı? Yok. Oyunlardaki şiddetin çocukları etkileyebileceğine nasıl hassasiyet gösteriliyorsa bu gerçek doğrultusunda dizilerin de acilen kendilerine çeki düzen vermeleri gerekmekte… Bunun için de şiddet söylemi yanlılarının reality şovlardaki veya medyadaki varlıkları nasıl yanlışsa… Aynı mantıkla, ‘Dizilerde kadına şiddete hayır’ diyorum!

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal