Cinselliği yasaklayıp sapık mı yetiştirelim?

Teknolojisi modernleşirken yargıları gerileşen ve bu doğrultuda cehalet dozu yüksek bir toplum mimarlığına soyunan ekranlardaki değerlendirme sistemi, çağdaş akıl dengesine sığmayan pırtlamalarıyla gittikçe daha düşündürücü olmaya başladı.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Bir yanda şiddet teşvikçiliğinin tavan yapması, dizilerdeki ilişki üçgenleriyle kadın-erkek bağlarının alabildiğine yozlaştırılması… Diğer yanda, cehaleti körükleyen yasakçılıkla tırmanışa geçen cinsel saldırganlık vahşeti orta yerde dururken, ‘cinsellik’ cezasına çarptırılanlar kervanına çizgi filmlerin de dâhil edilmesi… Yaşananlarla çakışan yasaklamalar, çağ atlamayı hedeflerken 80’li yılların algısal gelişmişliğinin dahi gerisine düşenlerin kara komedi gibi.

Bir dönem yayınlanan ve masal tadında insan vücudunu öğreten ‘Vücudumuzu Tanıyalım-Bir Varmış Bir Yokmuş’ isimli çizgi filmin henüz okul çağına gelmemiş çocuklarımın üstündeki olumlu etkisini, eğitim gücünü anımsıyorum da… Şimdinin bu yasakçı kara komedisini kabullenmem daha da zorlaşıyor. Nerelerden, nerelere getirilmişiz.

CİNSELLİĞİ YASAKLAYIP ‘LEYLEK’ MASALIYLA SAPIK MI YETİŞTİRELİM?

Neymiş efendim… Vaktinden önce verilen cinsel bilgilerin, çocukların merak duygusunu artırarak davranış bozuklukları göstermelerine neden olabileceği, pedagoglar tarafından vurgulanmaktaymış. Hadi oradan. Çocuk her yaşta cinselliği öyle veya böyle merak eder ve sorgular. Yaşına göre uygun düşen biçimde açıklamak da büyüklerin vazifesidir.

Dolayısıyla çocuklar için asıl tehlike; merak duygularını, ölçülü bir dille tatmin etmemek… Onlara yalan yanlış bilgiler vermek… Sanki bir suç işliyormuş gibi azarlayıp susturmak… Ya da ‘Ayıp, günah’ tabularıyla kişiliklerini sindirmek! Tabii bu, ‘medeni’ toplumlar için böyle. Cehaletle toplum mimarlığını avantaj görenler içinse ‘bilgi’ en büyük tehlike.

Bakınız… Planet Çocuk Kanalı’ndaki ‘Titeuf’ adlı çizgi film, ‘Supermatozoid’ ve ‘Picleks and Strawberries’ başlığıyla yayınlanan iki bölümünde, üreme ve hamilelik olgularını ele alıp ‘Çocuk nasıl yapılır’ konusunu işleyerek çocuklar için tehlike yaratmış bile. Gelsin ceza…

Aman ne güzel… Ortalık ana-avrat küfürlerle cinselliği kirleten ve seks organlarını anımsatmaya tavan yaptıran cahil magandalarla dolu. Ebeveynler oğullarına küfür yaptırmayı marifet saymakta… Biz, tüm bunlara gözümüzü kapatıp çizgi filmlerdeki sağlık derslerini, çocukların zihinsel gelişimini bozacak, bilinçaltını etkileyecek ‘öcü’ olarak görüyoruz.

Cezaya dayanak olan raporda, ‘Cinsel konuların çocuklar arasında konuşulması sonucunda doğru olmayan bilgiler edinmelerine yol açabilir. Bilinç düzeyi gelişmemiş, cinsel kimliği oluşmamış çocukların algılarında oluşacak yanlış bilgilerse, geleceğin yetişkinleri olan bireylerin ileriki hayatlarını olumsuz etkileyecektir’ saptaması da yapılmış.

Bak şimdi iyice merak ettim… Özgecan’a ve cinsel saldırganlıkla katledilen tüm kadınlara kıyan erkekler acaba böyle üremeyi, hamileliği çocuksu bir dille anlatan çizgi filmler mi izlemişlerdi de bilinçaltları bozulmaya uğradı? 9 yaşındaki çocuğu kaçırıp taciz etmenin ardından ‘Öldürmediğimize dua etsin. O da sokakta tek başına dolaşmasaydı’ savunmasını yapan yetişkin mahlûkat, yasakçı zihniyetin ortama pırtlattığı bir müsvedde miydi yoksa bilgiye odaklı cinsel eğitimciliğin bir ürünü mü?

Bu sorulara ilaveten ‘Beni gökten sepetle annemin kucağına sarkıtmışlar. Ama o kadar uzun ip var mıdır’ diye soran 4 yaşındaki kızcağızın merakı veya bu devirde bile gazete köşelerinde otobüste erkeğin koltuğuna oturmakla, elini tutup öpüşmekle hamile kalmaktan korkanların soruları aklıma geliyor da… Beyinleri örümcek kaplıların cümlesini Allah’a havale ediyorum.

21. yüzyılda okula gitmeyen bebeler dahi internete girmenin yolunu öğrenmişken… At gözlüğüyle değil gerçekçi değerlendirme yapan uzmanların da vurguladığı gibi çocuğun anlayabileceği bir dille nasıl oluştuğunu ona izah etmek gerekirken… Biz halen ‘Bebek lahanadan çıkar… Leylek getirir’ masallarıyla komikleşmeyi mi tercih edeceğiz?

Tut ki, ‘Vaktinden önce’ kaygısıyla, çizgi filmle dahi olsa çocuğun nasıl oluştuğunu öğretmekten de kaçınalım… Peki, 6. Sınıf Fen ve Teknoloji kitaplarından ‘İnsanların üremesi’ konusuna dair bilgilerin çıkartılmasındaki sansürcülüğü neyle açıklayalım? Çocukların hakaretten suçlanmasını, küçücük kızların kocamış adamlara parayla satılıp ‘karılık’ etme durumunda bırakılmasını kabullendiğimiz mantıkla mı? Yemişim bilinçaltınızı, yasakçılığınızı.

Bilgiden, cinsellikten korku çıtasını ‘çizgi film’ düzeyine indirgeyip çocukları cahil bıraktıkça, onlardan gelişecek yeni nesilleri de cehalete ve şiddete mahkûm ettiğimiz meydanda. Bu konuda geçmişe kıyasla ne derece geri gittiğimizi anlamak için basitinden ekranlardaki dini programlarda sorulan soruları gözlemlemek yeterli. Daha geniş perspektif isteyenlere de bir türlü huzur bulup gelişemeyen Ortadoğu’nun heykellerden, sanattan, kadının varlığından korkan kapkara tablosu mevcut.

‘Uygarlığın yerleşmesinde en büyük görev, kadınların üstündedir’ demiş din adamı-yazar-şair Emerson… Anlayana ve anlamaktan çekinmeyenlere!

‘Cinselliği yasaklayıp ‘leylek’ masalıyla sapık mı yetiştirelim’ başlığıyla ele aldığımız çizgi filmden nem kapma aymazlığını Emerson’ın sözündeki bu gerçekle ve Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Uygarlık öyle güçlü bir ateştir ki ona yabancı olanları yakar, mahveder’ saptamasıyla noktalayıp bilgisizlikle coşan, kadına-insana yönelik şiddetin-yozlaşmanın reytingci, uyutmacı ekran yüzüne dönecek olursak… Stilcilerin, dizilerin ve ‘Survivor’ın ardından hedefimizde, ekranların ‘izdivaç’çı pırtlakları bulunmakta…

REZALETTEN BESLENEN İZDİVAÇÇILIKTAN MUTLULUK ÇIKAR MI?

Önceki yazımda ‘Survivor’ın şiddetle beslenen yüzünü yazmıştım ya… Meğer bundan rahatsızlık duyan ne çokmuş… İzleyici hislerine tercüman olduğum için memnuniyetlerini paylaşan tüm okurlara teşekkürler. Gerçi onca fikir birliğine ve tepkiye rağmen reytingleri her daim yüksek oluyor bu tarz programların ve bir anlamda yazılanlar havada kalıyor ama… Yine de yanlışları söylemek, suskun kalmaktan iyidir diyerek sürdürüyoruz eleştirmeyi.

Okurlardan gelen mesajlarda ‘Survivor’ kavgacılığının yanı sıra ekranlardaki bir başka yozlaşma olan evlilik programlarına neden değinmediğim de sorulmakta. Oysa geçmişte kaç kez bu konuyu irdelemiştim. Ama görünen o ki, ekrandaki durum eski tas eski hamam olduğundan izleyici de sık sık gündeme getirilmesini arzuluyor. Haksız da değiller hani!

‘Amacı, evlilik mi yoksa reytingci eğlencelik mi’ şeklinde soru işareti yaratmayı her bölümünde sürdüren bu programlardan oldum olası haz etmemişimdir. Çünkü insanların kameralar karşısında abuk sabuk tartışmalarla, mal derdine düşerek kadın veya erkek seçmesini, saygının-sevginin-kafa denkliğinin varlığıyla oluşması gereken evlilik olgusuyla bağdaştırmam imkânsız. Hele öyle iki günde aşk meşk oluşacağına hiç inanamam.

Milyonların önünde reyting amacıyla gerçekleştirilen, kavgacılıkla beslenen, kimi zaman da iyiden iyiye çirkinleşen söylemlere sahne olan izdivaç programlarında saygının-sevginin-kafa denkliğinin yakalandığı ciddi, kalıcı, mutlu bir evlilik gerçekleştirebilmek de bana göre mümkün değil. İstisnalar kaideleri bozmaz.

Bir kere en önemli detay, olayın kamera arkasında yaşananlar… Ekranlarda balonlu malonlu törenler yapılıyor da ya sonrası? Program dışı kalındığında kimin umurunda bu eğlencelik evliliklerin akıbeti? Hoş, iki karısını öldürdüğünü göğsünü gere gere anlatmakta sakınca görmeyen katiline de şahitlik ettik, böyle bir caniyle evlenip bıçaklanarak ölenine de rastladık, cezaevinden firar eden oğul tarafından katledilen çifti de duyduk, ya… Kimin aklında kalıcı iz bıraktı? Bir iki yazılıp çizildi. Sonra geçti gitti.

Sahi aklıma takıldı şimdi… Tüm bunlara çanak tutanlar, programda tanıştırıp evlendirdikleri kişiler arasında bir olumsuzluk yaşanırsa, mesela daha önceden olduğu gibi cinayet işlenirse bunun vebalini de üstlenirler mi acaba? Yoksa normal şartlarda gerçekleşen evliliklerde de kadın öldürülüyor mu denilir?

Offf… Neyse ne… Evlilik programlarına hız kesmeden devam... Neler yok ki, mutlu bir evlilik yaratmaktan ziyade reytinge odaklı bu yozlaşmanın içinde!

Esra Erol’la izdivaç olayına bakıyoruz… Kalite çıtasını nispeten yüksek tutmaya çalışsa da rutin olumsuzluklardan kaçamıyor. Arkadaşları birbirine düşüren kıskançlıklar, canlı yayında olay yaratan yıkanma fantezileri, ahlaksız teklifler, hırsızlık şoku, üç günde oluşup biten büyük aşk komedileri, kaprisler, dans tripleriyle koca koca insanların çıkarcı-duygusal(!) oyunculukları çarpıyor gözümüze ilk etapta. Erkeklerin çoğu, yaşlarını aldıktan sonra kendilerine hizmet edecek genç kadın peşinde… Genellikle çocuklu olan kadınlar da geleceklerini güvence altına alacak bir erkek-üvey baba bulma derdinde. Gel de doğru düzgün bir evlilik birliği kur, bunca oyunbazlığın, sözüm ona aşkla kişiselleştirilmiş çıkarcılığın arasından. Ne mümkün.

Arada bir ‘Aşk bu kadar basit değil’ saptaması çıkıyor doğruculuk adına ama geneli kavgacı-dedikoducu-çıkarcı denkleme dayalı olduğundan güme gidiyor. Hal böyle olunca da nişan yüzükleri takılsa bile dökme suyla değirmen dönmüyor. Kameralar karşısında gelişiveren onca ‘büyük aşk’ gözyaşı-patırtı seremonisiyle noktalanırken herkes kendi yoluna gidiveriyor. Peki, günler boyu izlenenler? Halen gerçekliğine inanlar için hatırlatalım… Şovdur, şov.

Şov deyince asıl büyük şov, Show ekranından evlilik şovuna soyunan Seda Sayan ve Uğur Arslan’dan… ‘Evleneceksen Gel’ diyorlar… Pazardan mal alacaksan koş vatandaş koş der gibi!

Evliliği, mal kapma avantajlı eğlencelik bir oyun olarak görüp ekrandan görünmeyi reklamcılık sayanlar da koştukça koşuyor. Yerliler yetmiyormuş gibi Tanzanya’dan, İran’dan ve başka ülkelerden de koşan koşana… Haydi, sen de koşşşş… Batan geminin malları, yok pardon evlilik programlarının nadide talipleri bunlarrr... Koşan bir pişman, koşmayan bin.

Tabii amaç doğru düzgün bir evlilik gerçekleştirmek olmayınca da bu koşan şahıslar, kısa günün kârı misali, kameralar önünde her türden coşmayı marifet sayıyor. Babaannelerin bile terbiyeyi sıfırladığı yerde küfürler, olay çıkartmalar gırla… Rezaletten beslenen izdivaççılara düşen de, bu yozlaşmayı allayıp pullayıp ekran başındakilere aktarmak. Öyle ki reklam arasında yaşanan gerilimleri bile kameraya alıp izleterek reytingci yaklaşıma hizmet ediyorlar. Böylece görülmemiş şey kalmasın mantığıyla cümle çirkinlik saçılıyor ortaya. Evlilik bahane, kadınlığı ve sevgiyi dibe vurduran reytingci rezalet şahane nasıl olsa…

Evlilik reytingcilerinden bir başkası, eğlenceyi baz alarak kendine özgü bir duruş sergileyen Flash TV’deki ‘Faik Öztürk ile Düğündeyiz’… Buradaki lay lay lom dozu yüksek izdivaççılık daha bir farklı, akıllara zarar… Ana-kız aynı adama talip olanları da görmüşlüğümüz var. Şimdilerde tüm acılarda olduğu gibi unutulma sürecine sokulan Özgecan Aslan vahşetinin en sıcak olduğu zamanda, yakalarındaki Özgecan resmiyle cümbür cemaat göbek atanların kuracağı evcilik oyunundan nasıl bir sonuç çıkar siz düşünün gayri.

Dilerseniz hiç düşünmeyebilirsiniz de… Zira bitli baklanın kör alıcısı olduğu gibi her tarz programın müşteri bulduğu gerçeğinde, en büyük rağbeti görenler de toplum mimarlığına soyunan ekranlardan pırtlayanlar neticede.

Son tahlilde; William Shakespeare’in Kral Lear’i ‘Hiçten hiç bir şey çıkmaz’ demiş! Çok doğru. Biz de ‘hiç’ olmamak adına, ‘İzdivaç’ hiçliğindeki hiçlikleri vurguladık işte… Zihin dizginleme dışında hiçbir şeyi umursamayan ‘hiç’ler için bu eleştirilerimizin de ‘hiç’ olacağını bile bile.

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal