Bu senaryoları yazmayanı dövüyorlar mı?

İletişim çağında iletişimsizlik yaşadığımız gerçeği günümüzün her geçen gün daha büyüyen ama kabul edilmek istenmeyen sorunlarından. İletişimin özünü alabildiğine aşağı çekenler ne yazık ki, temel unsurlardan olan ‘ileti’ kısmını klişeleştirerek, olayın ‘alıcı’ yönünü sıfırlıyorlar. Böylece insanlara büyük katkılarda bulunabilme özelliğindeki iletişimin gücü de ‘gönderici’ umursamazlığı sayesinde...

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Pratikteki en bariz örneği, kolaycı ve dayatmacı yapımlar eliyle gerçek anlamda ‘aptal kutusu’ haline getirilen televizyon dünyamızdaki tablo!

Bu noktada, Mevlana’nın ‘Sen ne söylersen söyle, söylediklerin karşındakinin anladığı kadardır’ mantığına sığınmak da boş. Çünkü ortada kayda değer bir ileti yani mesaj yok. Sadece beğeni çıtasını dibe vurduran, yaşam algısını yozlaştıran ve nihayetinde kopyacı benzerlikleriyle sabırları zorlayan birbirinin taklidi senaryoların boş sözü var.

YAZ DİZİLERİNDE ‘IŞIĞI GÖREN GELİYOR’ DURUMU

Yaz dizilerini, oyuncusundan senaryosuna, yeniler için fırsat şeklinde düşünürdüm hep. Zira sezonlar boyu varlık gösterebilen dizileri ‘ana iş’ olarak gören kadrolar tatile çekilirken onlara kıyasla daha az yüzünü gördüklerimize veya tamamen yeni isimlere şans doğurma kapasitesi vardı. Yanı sıra uzatıla uzatıla cazibesi kalmayan senaryolara da alternatif çıkartabilmenin kapısını açan yaz yapımları, yeni kalemlerin yaratıcılığından faydalanmak için de olanaktı. Ne de olsa reyting konusunda kışa nazaran daha bir toleranslı davranılabilinir. Ancak özellikle bu yazın tablosu düşüncemi boşa çıkarttı. İşler hiç böyle gitmiyor. Hem yüzlerde değişim azalmış hem de kopya misali üretilen yapımlar zıvanadan çıkmış halde. Japon askeri gibi arka arkaya ekranda yer alan romantik komedilerde tam bir ‘Işığı gören geliyor’ durumu hâkim yani.

Hani meşhur fıkradır… Adamın karısı hamileymiş. Bir gece yarısı sancısı tutmuş. Ebe gelmiş doğum başlamış. Ancak o sırada elektrikler kesilmiş. Adam da fener tutarak doğuma yardımcı olmakta... Çok geçmeden bebek doğmuş. Adam tam sevinecekken ebe bakmış bir bebek daha geliyor. Onu da doğurtmuş. Adam iki çocuk için şükredecekken arkadan bir tane daha doğmaz mı? Bebeklerin maliyetini düşünerek sevinmeyi bırakan adam derhal elindeki feneri söndürüvermiş. Karanlıkta kalan ebe ‘Ne yaptın, yak şu feneri’ diye bağırmış adama. Adam ise kararlı bir sesle ‘Olmaz ebe hanım, baksana ışığı gören geliyor’ demiş.

Fener kapalıyken başka çocuk doğup doğmadığını fıkra söylemiyor ama bizim yapımcıların yaz dizisi niyetine izleyiciye sundukları işlerin hal ve gidişatı tam da bu şekilde. Önceki deneyimlerden romantik komedinin iş yaptığını görenler, birkaç ufak tefek değişiklik koyup benzer sululuklarla ilerleyen ve yapanların dışında kimseye katkıda bulunmayan fotokopi konuları arka arkaya pırtlatıyorlar… Sonucu düşünmeden! Fener elbet bir gün sönecek ya…

Kendimize çokça yakın bulduğumuz, lakin şimdilerde ‘Ne fark eder çekik gözlü değil mi’ mantığıyla darp edilmeye fazlaca müsaitleşen Güney Kore gençlik dizilerinin öykülerinden alınan ilhamla... Ve yaşam tarzlarını sözde eleştirsek de taklitten vazgeçemediğimiz Amerikan yapımlarından özentiyle, ortaya çıkarttığımız romantik komedilerimizin mevcut hali meydanda. Hemen hiç düşünmeyi gerektirmeyen kolaycılığın karakter unsurları da, konuları da oldukça basit… Çok yakında tükenmişlik sendromu kaçınılmaz olan ‘ışığı görenin ekrana çıkma’ modasındaki klişeleri defalarca sıraladık. Lakin nafile… Madem öyle ‘ileti gönderici’ sorumluluğuyla bir kez daha tekrarlayalım diyorum. Ne de olsa, reklamcıların ve siyasilerin de yaptığı gibi, mesajın ‘alıcı’ tarafından tam algılanması için bazen sıkça söylenmesi gerekebilir.

BU SENARYOLAR KIZLARA HAKARET

Romantik komedi niyetine bize yedirilmeye çalışılan yapımlarda aklıma en çok takılan yön, buradaki kızların karakter yapısı! Özenilen Güney Kore dizilerine bakıyorum, bizdeki gibi saf salaklık yok. Gençlik dizilerindeki karakterler gayet oturaklı. Yaşam tarzlarını alıp eğreti elbise gibi karakterlerimize giydirdiğimiz Amerikan işlerinde de bu kadar abartı mevcut değil. Eee, peki o zaman ağırlığı kadın olan senaristlerimiz bu kızları tanımlarken neyin kafasını yaşıyor?

Tamam. Gençlik dizilerinde komiklik yaratacak abartılar, aşkı destekleyecek havailik elbette ki olacak. Ancak yeni nesil Kezbanlık türetmeyi marifet sayan bu dizilerdeki kızların yaptıklarının havailikle filan ilgisi yok, düpedüz bildiğimiz gerzoluk halleri. Dolayısıyla yürüyüşlerinden konuşmalarına, tavırlarına, aşkı yaşayışlarına… İpe sapa gelmez şeyler yapan romantik dizi kızlarının yozlaştırılmış karakter duruşu, bizim kızlarımıza yönelik bir hakaret. Dahası yeni yetişen izleyici için de, şapşallaşmayı, erkeklere sırnaşmayı güzel gösteren bir özendiricilik!

Şapşallığı saflıkla karıştıran senaryoların yarattığı baş kız tipinin belli klişeleri var. Bir kere ille de tavşan dişli gibi konuşacak… Tek yerden ders almışçasına yapılan güdük konuşmalarda kısık sesli bir mağduriyet sergileyecek… Topuklu ayakkabı giymekte zorlanacak… Eli ayağına dolaşan sarsaklıkta olacak… Sanki başka erkek görmemiş gibi abayı yakacağı adama karşı anlamsız utangaçlıklar sergileyecek… Çocuklukta yaşanan travma dolayısıyla yüzemeyecek ve denizden korkacak… Arada, yersiz atarlanmalarla diş gösterecek ve mutlak surette kötü tesadüflerle karşılaştığı zengin kahramanının şirketinde çalışacak. Şapşik kıza aynı derecede şapşal olan veya kıskanç, çıkarcı, erkek peşinde koşturma hinliğinde arkadaş kitlesi de şart.

Erkek kanadında ise mutlak surette iki başrol lazım. Birisi; kızla sürekli çekişen, egosu yüksek, bıyık altından gülen esas oğlan… Diğeri de; esas oğlanın kızla aşkını kızıştırmak için boşlukları dolduran, yumuşak huylu ve aslında sevilmeyi daha çok hak eden yedek oğlan. Bu klişeleri tamamlayan ilaveler; arabozucu çalı çırpılar, hariçten gazel okuma durumunda zorlama ilişkiler yaşayıp romantik komediyle hiç bağdaşmayan yetişkinler, eğreti konu desteği laf olsun misali serpiştirilen komikler ve modanın vazgeçilmezi gibi gösterilen yapay eşcinseller…

Karakterlerini rutinleştiren yapımların asıl sorununa gelince… İsimleri değişse bile içerikleri ve işleniş biçimleri aynı kalan dizilerin en büyük sıkıntısı, senaryo tıpkılaşmasında çıkıyor ortaya!

TEK TİP SENARYO TATSIZLIĞI

Kimilerine göre birbirinin aynı tablolarla ekrana taşınan dizilere ‘taklit’ demek, ‘acımasızlık’. Ama gerçek şu ki, aslında bal gibi ‘kolaycılık’ ve ‘taklit’ten öte bir anlam ifade etmiyor bu tür tek tip senaryolar. Dahası sürelerinin yarısına yakın kısmını müzik programına çevirip eski görüntülerle bezeli anı kliplerine dönüştüren dizilerde asıl acımasızlık ve haksızlık izleyiciye karşı yapılmakta. Çünkü hep aynı türküyü tutturanlar, yegâne eğlencesi televizyon olanların keyfini bozuyor gittikçe. İnsan gidişatı belli olan monotonluk bombardımanından, sahneler boyu tekrarlanarak ezbere gerek bırakmayan basit repliklerden zevk alabilir mi? Alana aferin.

Bir bakıyorsunuz, ‘Kiraz Mevsimi’nden cesaretle ‘Çilek Kokusu’ denmiş… ‘Aşk Yeniden’in ısmarlama ilişkisini aratmamak için ‘Kiralık Aşk’ hevesine düşülmüş… ‘Adı Mutluluk’ ile okullu aşk hallerini yansıtmak isteyenlere karşı, yetiştirme yurtlarından gençliği yakalamaya heveslenenler de ‘Kırgın Çiçekler’le ‘Yazın Öyküsü’nü sürmüş yaz ekranına. Ege’sinden Trakya’sına, mal için evliliklerin ele alındığı senaryolar da komedi niyetine benzeşenlerden.

Kısacası ‘Tatlı Küçük Yalancılar’ın uyarlama başarısı veya ‘Güneşin Kızları’nın çağrışımlarla dolu olsa dahi özgünlük yaratan merak uyandırıcılığı dışında… Sür gitsin mantığının hâkim olduğu ekranda farklı bir yol haritasıyla tek tipliği aşan yaz dizisi yok gibi. Bu mudur olay?

Bize cuk oturan Brezilya dizilerinin ‘beyin uyutma’ mantığından uzaklaşmamayı vazife edinen senaryoların varlığı sadece yazın gözdesi olan romantik komedilerle sınırlı da değil üstelik. Kış aylarının ağalı, konaklı işlerinde veya fakir kadınlara vurulan zengin adamların ilişki üçgeninde de tıpkılaşmanın yaygınlaştığı bir gerçek. Ancak bunların romantik komedilere oranla göze batıcılığı ve bıktırıcılığı biraz daha az denebilir. Çünkü uzun vadeye hedeflenen bu yapımlarda özen biraz daha çok. Bununla birlikte, seri üretim senaryo tatsızlığının alışkanlığa dönüşüp kış dizilerini de iyice yoldan çıkartmak üzere olduğunun altını çizmekte fayda var.

Sonuçta; Tek tipleştikçe, el çabukluğu marifet yaratılmanın dezavantajlarını daha fazla sergilemeye başlayan senaryoların mimarları acilen önlerindeki tehlikeyi görmeli diyorum. Çünkü ne fabrikasyon üretim gibi piyasaya sürülen romantizm bozmaları, ne anlayış özürlülerine hitap edercesine sürekli tekrarlanan üç beş kelimelik cümlelerden oluşan replikler, ne de evire çevire işlenmekten laçkaya dönüşen uyduruk konular bu gidişle hiç iş yapmayacak. Allah aşkına biraz geliştirin kendinizi ve yeni konular, karakterler yaratın. Sakın ola süre bahanesi de getirilmesin, yapan pekâlâ da yapıyor zira cancağızlarım. Yeter ki kolaycılığın peşine takılmaktan vazgeçilsin ve orijinal sağlam fikirlere geçit verilsin. Yoksa bu tek tip senaryoları yazmayanları dövüyorlar da bizim mi haberimiz yok? Hadi selametle…

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal