Bu Röportaj Kim’i fena hırpalamış!

Röportaj nedir? Latince kökenli kelime anlamıyla, akla gelebilecek her konuda inceleme ve araştırma yapıp bunlara kişisel görüşler eklenerek ortaya çıkartılan bir yazı türü. Günümüzde bunun söyleşi şovlarıyla gerçekleşen bir de televizyon ayağı var tabii… Diğer yandan ‘Röportaj’, yankıları ve etkileri 2014’ten 2015’e uzanan bir Amerikan...

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Yazı türü açısından röportajı ele aldığımızda, oldum olası gerçekliklerine inanmamışımdır. Aralarında nadiren samimi-kaçamaksız olanı çıksa bile siyasisinden oyuncusuna, çok popüler kişilerin verdikleri röportajlara pek sıcak bakamam, samimi bulamam. Çünkü bu tarz kişiler genelde kendi istemedikleri konuların, sakıncalı detayların gündeme getirilmemesi şartıyla kabul ederler röportaj olayını… Ya da yeni bir projeleri olduğunda, kendileriyle ilgili reklam tarzı durumların kamuoyuna duyurulması gerektiğinde röportajcılık oynamak akıllarına düşer. Televizyonda gerçekleşen talk show’lar de hemen hemen aynısıdır. Canlı yayın dahi olsa, öncesinden sabitlenmiştir her şey. Hoş zaten aksaklıkları vurgulayacak, dobra dobra konuşacak insanları kanallar da çıkartmak istemez yayına veya bir şekilde sözü kesilir. Böylesi bir oyunbazlığın neresinden ‘röportaj’ diye tutmak gerekirse artık, diyeceğiz ama…

Soru-cevap belliliğinde yürütülen kandırmacılıklara itibar edip inanan bir dolu olduktan… Ve dahi belli soruları sormakla mükellef kişi de dümen suyuna girmeyi habercilik şovu saydıktan sonra… Durup durup bir yerlerden ‘Falancanın müthiş açıklamaları’, ‘Filanca neler yaşamış’ şeklinde çıkmayı sürdürecektir, klişe röportajcılık oyunu. Yiyen, yer.

Şimdi röportajın ve habercilik şovunun bu gerçek yüzünü bir yana bırakıp, 2014’ün son deminde ülkelerarası krize yol açan ‘The Interview/Röportaj’ isimli yapıma konu teşkil eden kurgusal röportaj hallerine gelecek olursak… Tam anlamıyla, kışkırtıcı ve hırpalayıcı!

HANGİ LİDER BUNU HAZMEDEBİLİR?

ABD ile Kuzey Kore arasındaki ipleri fena halde gerdiren ve Sony’nin henüz vizyona girmemiş filmlerinin senaryosunu internete düşürdüğü iddia edilen siber saldırılara maruz kalmasına sebep olan ‘The Interview/Röportaj’, şu günlerde hayli revaçta ya… Biz de bulaşmadan edemedik. Bilindiği üzere ilk etapta gösterimden çekilmişti. Ancak tehditlere boyun eğişe başkaldıran kimi Hollywood komedyenlerinin tepkisi ve Obama’nın büyük desteği sayesinde önceden galası iptal edilen yapım, cesur Amerikan sinemalarında yerini aldı… Hem de bir baş yapıt olmadığı halde, yoğun seyirci ilgisiyle ve büyük gişe başarısı yakalayarak.

Peki, gerçekten de ‘Röportaj’ filmi böylesine saldırılara, ülkelerarası atışmalara, karşılıklı restleşmelere ve Obama’nın Kuzey Kore’ye yeni yaptırımlar düşünmesine sebep olacak bir içeriğe sahip miydi? Yoksa tam da Kuzey Kore’nin Güney Kore’yle yakınlaşma ataklarına denk düşen süreçte çıkagelerek ‘süper kışkırtma’ havası yaratan bu filmin, normalde gösterime sokulduğu takdirde rağbet göreceğinden kuşku duyulduğu için mi kopartılmıştı bu denli büyük bir kıyamet? Yani ‘Röportaj’ın kendisi de, kopartılan yaygara da balon muydu? Bunu irdelemek için kuşkusuz filmi görmek gerek.

Ben de izleme fırsatı yakalayanlardan olduğum için, bu soruların cevabını vermek adına, böylesine çalkantı yaratan ‘Röportaj’ı masaya yatırabilirim, izninizle... Ama Randall Park’ın başarısıyla ayakta duran, salt karalama odaklı olmanın ötesinde zayıf kalan senaryonun detaylarına geçmeden önce filmle ilgili bir gerçeği de vurgulamadan edemeyeceğim.

Televizyon programcılığından, ABD’nin haber-ajan işbirliğiyle toplumları yönlendirme yeteneğine… Farklı birimleri hedef tahtasına oturtan ve nihayetinde Kim Jong-Un’a suikast olayını, ciddi haberciliğin ilk ses getirici adımı olarak gelişen, röportaj olgusuyla birleştiren kurgu hiç de ‘masum’ bir yapım değil. Kuzey Kore liderini rencide edici bir biçimde yerin dibine sokmakta! Dolayısıyla filmi, ‘Sinemanın komedi özgürlüğü’ gibi görüp tamamen hoş karşılamak ve verdiği mesajları umursamamak hata olur.

Bu saptamanın ardından filme bakacak olursak… İnsan, Hollywood’un klasik cinsellik abartılarıyla süslenmiş içeriği izlerken bir yandan, CIA ajanları vasıtasıyla gündeme getirilen, Amerika’nın toplumsal kandırmaca taktiklerini ve habercilerin ajan olma ihtimalini sorgulayıp Kuzey Kore konusunun da gereğinden fazla abartılmış olabileceği duygusuna kapılıyor. Öte yandan Kuzey Kore liderinin sergilediği diktatörlüğün kötü yüzünü ve nükleer füze patlatma olasılığını düşünüyor. Hangisi daha gerçekçi? Yani tam anlamıyla mesaj karmaşası seyirliği!

Hollywood’un filmlerle mesaj verme taktiğinin ne kadar geliştiğini farklı yapımlarda sürekli izlediğimizden filmin bu yönü sürpriz değil aslında. Ancak ‘Röportaj’daki göze batan farklılık, doğrudan mevcut bir liderin hedef alınması ve onunla argoyu aşan bir dille alay edilmesi. Daha vahim olanıysa, bu alaycılığın komedi kılıfıyla allanıp pullanarak hoşlaştırılması!

Hani yeni yıl mesajında Güney Kore ile yüksek düzeyli bir zirvenin sinyalini vererek dikkatleri üstüne çeken Kim’in sadece yönetim tarzı eleştirilip halkına yönelik yanlışları vurgulansa neyse… Ama bu kurguda adamın döt deliğinin olmamasından tutun da cinselliğine kadar her anlamda iğrençliğe varan bir söylemle doğrudan mahremine, kişiselliğine tecavüz var!

Kim’e döt deliğinin gereğinden fazla çalıştığını söyletip ‘kafadan kontak’ sıfatını karaktere kabullendirten içeriğin, Kuzey Kore liderinin baba baskısının ezikliğiyle bu hale geldiği çıkarımıysa, evlere şenlik. Ah bu babalar mı diyelim, yoksa babalara gelmeyelim mi?

Üstelik ‘Wowww… Amerika sen nelere kadirsin’ kıvamındaki filmde, sırf Kim’le değil Kuzey Kore halkıyla da dalga geçilmekte. Kuzey Koreliler alabildiğine şapşallaştırılıp liderlerinin dışkılama ihtiyacı hissetmeyen bir tanrı olduğuna inanacak kadar zavallı gösterilmekte. Yazık.

Sonuçta; Kim Jong-Un, gerçekten de dünya barışı için büyük tehlike mi, eniştesini köpeklere yem yaptı mı veya rüşvetçi bakanını aklamak yerine alev makinesiyle yakarak idam etti mi bilemeyiz. Ama filmdeki çirkin söylemin doz aşımıyla ortaya çıkan detayların, ‘Röportaj’ın insan haklarını ve dünya barışını umursar görünen yüzünü fazlasıyla zedelediği gerçeğinin altını rahatlıkla çizebiliriz... Barışçıllıktan ziyade kışkırtıcılık havası estiren böylesi bir kurguyu hangi lider ve ulus hazmedebilir ki, diyerek! İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır misali…

TELEVİZYON DÜNYASININ ÇİRKİNLİKLERİ

Genç yaşında omuzlamaya çalıştığı liderlik yükü ve otoritesini korumak için yaptıklarıyla ‘Röportaj’a meze olan Kuzey Kore liderini evire çevire hırpalayan yapımın mesaj bolluğuna başta işaret etmiştik. James Franco ve Seth Rogen tarafından canlandırılan karakterlerin içinde bulundukları televizyon olayı da, filmin eleştiri oklarından nasiplenenlerden.

İnsanların magazinsel konulara, ünlülerle ilgili özel detaylara, şamatacılığa düşkünlüğünün Amerika’daki yüzünü ‘Skylark Tonight’ isimli program vasıtasıyla ortaya koyan ‘Röportaj’daki bu mesajcılık, en az ‘Skylark Tonight’ izlediği vurgulanarak basitleştirilen, Kuzey Kore liderine yöneltilen söylem kadar önemli. Zira bu vesileyle yazarların, aktörlerin, siyasilerin pisliklerini ortaya dökmenin milyonlarca kişinin hoşlanarak izlediği bir program biçimi olduğu iyice saptanıyor. Böylece ciddi habercilikle magazin şovuna odaklı röportajlar arasındaki çekişmede, yegâne belirleyicinin izleyici ilgisi olduğu bir kez daha gözlemleniyor. Hani bizde de ‘Tu kaka’ denen içerikler hep bolca reyting alır ya… İşte o hesap. Zihniyet her yerde aynı.

Tüm yozluğuna karşın ciddi haber programlarından daha çok ilgi çeken ve insanların talebi doğrultusunda içeriğindeki basitlikleri geliştirerek yoldan çıkan bu tarz şovların, müsait ortam bulduğu takdirde ne kadar çirkinleşebileceğine de ayna tutan filmde bunun için seçilen baş figür, Eminem… Dave Skylark karakterinin Eminem’e müstehcen bir dille sorular yöneltip ona ‘Homoseksüelim, erkekleri severim’ itirafını yaptırarak ‘Hector-rektum’ noktasında röportajı bağlaması, televizyonun şımarık-fırsatçı çirkinliğini mükemmel resmetmiş! Özeleştiri harika.

Parçalarındaki subliminal mesajları ve güçlü kadın imajıyla öne çıkan Katy Perry dinleyip, çok tatlı bir içki olan Margarita’yı sevmenin eşcinsellikle bağlantısını sorgulayarak eşcinsellere de kanca atan ‘Röportaj’ için son nokta: Aynısını Kuzey Koreliler yapsaydı Amerikalılar ne derdi?

Kuzey Koreli küçük kızın Amerika’nın cehennemde yanması, kadınlarının tecavüze uğraması ve her türden kötülük temennisiyle füzeli açılışını yapan filmde, seksle ilgili yaratıcılıkları hayli vurgulanan Amerikalılar, nükleer bombadan daha fazla yıkıcı olan sözleriyle öyle hırpalayıcı bir iş çıkartmışlar ki… Liderlerini seven Kuzey Korelilerin ve Kim Jong-Un’un tepesinin tasının atmaması imkânsız! Tüm röportajlarda olduğu gibi buradaki ‘Röportaj’a inanıp inanmamaksa, izleyen ve savaşçılığı sinemaya taşıyan dünya halini gözleyenlerin değerlendirmesine kalmış.

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal