Bir Milyonerin İlk Aşkı’ndan Senden Bana Kalan…

Film üretmekte zorlanmayan sektörümüz arı gibi çalışıyor maşallah… Hemen her hafta çeşni bolluğu yaşatıyor bize. 

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Komedisi, korkusu, 12 Eylül hesaplaşması gibi duranı ve uyarlama aşk dramı… Bu hafta da tekmili bir arada. Biz de bunların arasından tercihimizi yapıp uyarlama olanını masaya yatıralım dedik. Çünkü yabancı bir filmden uyarlamanın hakkını verebilmek kolay iş değil. Öte yandan insanları güldürmenin ağlatmaktan daha zor olduğu da bir gerçek. Ancak bizde bu zorluğun esamisi okunmuyor. Küfürlü konuşan, abuk sabuk hareketler yapan, kaba-acayip karakterlere gülme kolaylığı sayesinde yerli komedide kaliteye rastlamak çok güçleşti. Bu da, sıradan komedileri irdelememek için yeterli bir gerekçe. Zaten her saçmalığın komedi niyetine rağbet görmediği de ortada. Bundan dolayıdır ki özellikle gençlerin ilgisine yönelik aşk ve dram, filmcilerin her daim vazgeçilmez sağlam öğelerinden.

Dizilerle özdeşleşen filmler üretme alışkanlığındaki sinema sektörümüz, tıpkı Güney Kore Sineması gibi bu unsurları sıkça kullanmakta. Komedinin suyunu çıkartmanın ardından ağlama meraklısı seyirci bolluğu sayesinde ‘Ne kadar gözyaşı, o kadar gişe’ mantığının iş yaptığı denenmiş bir kere. Bu doğrultuda içeriğini oluşturan, nitelik bakımından da dizilerle özdeşleşmeye geçen filmlerimiz bir hayli.

Konuyu daha önce ‘Diziler kırpılıp ne yapılır’ başlıklı yazımda detaylarıyla ele aldığımdan, senaryo ve işleniş kalitesini ve ‘dizileşen film’ hissi uyandırma kısmını geçiyorum. Bu durumda geriye ne kalıyor? Uzakdoğu’nun gençlik sevdalarından doğan hüznü uyarlamaya pek meraklı olan sinemamızın, ağlatan aşkı beyazperdeye en verimli biçimde taşımak için elinde kalan kıstas, ‘oyuncu uyumu’ tabii! Hal böyle olunca benzer veya orijinali bilinen konular arasında ‘fark yaratan’ olabilmenin yükü, büyük ölçüde oyuncuların üstüne yıkılıyor.

Aşkın ızdırabını yaşatacak başoyuncuların, fark yaratabilmek için ne gibi özellikleri olmalı derseniz… Sinema filmlerinde yer alan yüzler dizilerden aşina olduğumuz isimler zaten. Yani Amerika’yı yeniden keşfetme zorunluluğu yok. Burada üstünde durulacak şey, ‘uyumluluk’! Yani konuyu hissettirecek doğru çifti yarattınız mı işin büyük kısmını başardınız demektir.

İşte 2006 Güney Kore yapımı A Millionaire’s First Love (Bir Milyonerin İlk Aşkı) filminden uyarlanıp Levent Kazak’ın senaryosu ve Abdullah Oğuz’un yönetmenliğiyle beyazperdeye taşınan ve galasına karşılık basın gösterimi hayli boş olan ‘Senden Bana Kalan’, bu doğru çifti oluşturup fark yaratmayı başaranlardan.

NESLİHAN-EKİN MASALSI BİR ÇİFT OLMUŞ!

Senaryo yaratma sorununu hepten ortadan kaldıran Güney Kore filmleri, duygu yoğunluklarıyla ve içerik dilleriyle, yıllar boyu Yeşilçam kültürüne alıştırılan sinema seyircimiz için ısmarlama elbise gibi… Bundan dolayı uyarlanmaları da diğer yabancı işlere nazaran daha kolay ve geri dönüş avantajlı… ‘Senden Bana Kalan’ da bu artılarla yola çıkanlardan.

Burada bir parantez açmak istiyorum… Güney Kore’nin mutsuz sonlu aşklarını uyarlama merakının vazgeçilmezi, bu türdeki uyarlamaların başka filmleri çağrıştıran isimlerle yaratılması. ‘Senden Bana Kalan’ da aynı yolun yolcusu olmuş. İsim olarak, bir romandan uyarlanıp ödülleri toplayan ‘The Descendants’ yani bizdeki adıyla ‘Senden Bana Kalan’ı seçmiş. Filmler arasında karmaşa yaratmaya müsait olduğu gerçeği ortadayken neden böyle bir seçim yapılır anlamış değilim. Her neyse… Kendilerince bir gerekçeleri olduğunu düşünerek parantezimizi kapatıp filmi değerlendirmeye geçelim…

‘Bir ömrü bir aşka sığdırabilir misiniz’ sloganına sahip olan ‘Senden Bana Kalan’, orijinalinden de bilindiği üzere hüzünlü bir öyküyü anlatmakta. Bu hüznün açılışıysa, oldukça gürültülü.

Gümbür gümbür bir parçayla uçuşa geçiren doğum günü çocuğu Özgür’ün 18 yaş pastasına dalışını izletmenin ardından bu dimdik ve batıcı açılışın mazereti çıkıyor ortaya. İlerledikçe, başlangıcıyla zıt bir atmosfere geçiş yapan filmin ana teması, havuz bulamayınca pastada yüzen bu havai gencin vasiyet zorunluluğuyla aşama aşama adam oluşunu sergilemek üstüne kurulu. Mirasyedi gençlere ‘parasızlık’ olgusunu hissettirip insani değerler katmak adına bu etap oldukça doyurucu. Tabii, böylesi katılıkta bir vasiyet yapan zengin çıkar mı, bu sahnelerden etkilenen genç olur mu? Bunlar ayrı konu.

Akıllı telefonlar sayesinde herkesin haberci-gazeteci olduğunun mesajını da veren filmde, köyüne dönüş yapıp her darbede özünü bulan Özgür’ü bu mahrumiyet ortamında adam eden kişi, mutluluğun ve acının kaynağı olan Elif... Hatıra defterinin hayallerinden tepetaklak olup sonrasında hayallerine kavuşan Elif, tartışmacılıktan aşka geçen romantizmin kaynağı… Neticede; hastalık konusunda mantığı meşgul eden soru işaretleri oluşturup aşka dair klişelere kısa kısa dalan yapım, bu iki karakter üstünden ara mesajlar da vererek kaçınılmaz sona doğru su gibi akıp gidiyor.

‘Senden Bana Kalan’ın bu özetine bakıp yeni bir şeyler sunmadığı sanılabilir. Evet. Hikâye bildik olmasına bildik ama bu filmin özelliği de zaten içeriği değil! Bu iki karaktere can veren isimler, Ekin Koç ve Neslihan Atagül, o kadar güzel bir uyum yakalamışlar ki ‘Senden Bana Kalan’ da, konusu-sonu bilindiği halde hiç sıkılmadan izlenebilen güzel bir iş haline gelmiş.

Onların uyumu, hem orijinal karakterlerin canlandırmasıyla denk düşen rollerinde… Hem de birbirleriyle oluşturdukları atmosferde hissediliyor. Bu uyumu en başarılı biçimde değerlendiren yönetmen Abdullah Oğuz’a da tebrikler. Mizahla dramı aşk potasında harmanlayıp masalsı berraklıkta bir çift çıkartmış karşımıza. Nesliha Atagül-Ekin Koç harika!

Kocası ölünce yeniden evlenmek durumunda kalan kadınların çocuklarını yetimhaneye bırakmalarına da vurgu yaparak ‘İstemediğin çocuğu doğurma’ mesajını veren yapımda Elif’in rüyasını bize yansıtan Neslihan Atagül’e bakıyoruz… Setlerin dışındaki çocuksu yüzünün çekiciliğiyle seyircisine hitap edip gönülleri çeliyor. Kimi yerde mutluluğu yansıtırken sahnenin gereğinden büyük oynasa dahi, rol yorumu gençleri kavrayacak sıcaklıkta. Burak Özçivit’le yeni dizisini sabırsızlıkla beklediğimiz Neslihan Atagül’e tavsiyem… Film veya dizi fark etmez, önceki karakterlerini hatırlatmaması için imaj değişikliğini düşünmesi… Hani eski karakterlerin duruşlarından özgürleşiversin derim!

‘Sana Bir Sır Vereceğim’ dizisinin Tilki’si olarak gönüllerde taht kuran ve şimdilerde ‘Ali ve Nino’ isimli yeni bir film çalışmasını yürüten Ekin Koç’a gelince… Performansı, her rolün altından kalkabileceğini gösteren türden bir özgüvene sahip... Mimikleri ve sahnelerdeki duruşu gayet ölçülü… Önemli olan, kalıpların kolaycılığına kapılmadan böyle devam etmesi!

Sonuçta; Bir Milyonerin İlk Aşkı’ndan Senden Bana Kalan’ın uyarlama olarak işlenişi de gayet başarılı. Adatepe, Kaz Dağları, Cunda gibi henüz katledilmemiş yerlerin doğallığını, eski yapılarının güzelliklerini mekân olarak seçip gittikçe yorucu hale gelen şehir hayatından görsel bir kaçış sunan ‘Senden Bana Kalan’, öyküsündeki geçmişi kısa anılarla verip geleceğe hiç bakmayan buna karşılık yaşanan anı en renklisinden sunan hoş ve duygusal bir film. Gençleri çekeceği de kesin. Dahası, bu uyarlama hikâye sayesinde Neslihan Atagül ve Ekin Koç’tan da ‘mükemmel bir çift’ yaratıldığına göre ikiliden daha geniş kapsamlı faydalanmayı düşünmek bence akıllıca olur!

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal