Beş Kardeş ses getiremedi çünkü...

Einstein’ın ‘İlk önce oyunun kurallarını öğrenmelisiniz, sonra da herkesten iyi oynamayı’ sözünün geçerliliği günümüz dünyasında daha çok hissettiriyor kendini. Bunun en somut örneklerini de sinemadaki kafa karıştırıcılıklardan ve ekrandaki dizi maceralarından rahatlıkla takip ediyoruz.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Hesapsızlık olayının dizi kısmına geçmeden, 34. İstanbul Film Festivali’nin film seçme mantığındaki patlamalara işaret etmek istiyorum kısaca...

FESTİVALCİLER SONRADAN MI UYANIYOR?

İstanbul Film Festivali, bana göre içerik kapsamı ve seçkileriyle, Türkiye’de bu alandaki en ciddi organizasyon. Lakin bu yıl burada da bir hesapsızlık kargaşası yaşandı.

Festivalin ulusal yarışma bölümünde 11 filmin yer alacağı duyuruldu. Bunlardan biri Nurgül Yeşilçay ile Mert Fırat’ı buluşturan Erden Kral imzalı ‘Gece’, diğeri Ben Hopkins’in ‘Hasret’i.

Sonra bir baktık, ‘Gece’ yarışma dışı bölüme; ‘Hasret’ de uluslararası yarışmaya geçirilmiş. ‘Hasret’ için görüşüm ulusal daldan çıkartılmasının isabetli olduğu yönünde. Zira Ben Hopkins merakına tutulanların, Altın Portakal’da aynı yönetmenin ‘Pazar’ını ulusal dalda yarıştırıp en iyi film seçmelerini yadırgamıştım. İstanbul hakkında bir film çekmek üzere Almanya’dan gelen bir ekibin hikâyesini anlatan ‘Hasret’in aktarılması bu doğrultuda gayet mantıklı.

‘Gece’nin yarışma dışına çıkartılmasında da filmin DVD’sinin piyasaya dağıtılmasının etkili olduğu söylenmekte. Hakiki gerekçe buysa, buna da diyecek söz yok. Ammaaa… Basın toplantısıyla yarışmacı filmlerin ilan edilmesinin ardından gelen bu değişikliklerin tamamen hesapsızlık nedeniyle yaşanmış olduğu hususunda diyecek çok sözümüz var.

Böylesine ciddi ve uluslararası çapta kendini kabul ettirmiş bir festivalin yarışmacı filmleri belirlenirken nasıl oluyor da bu tür hassasiyetler önceden gösterilmiyor, filmlerin manileri baştan saptanamıyor? Ben Hopkins’in ‘Pazar’ vakası orta yerde değil miydi de, sanki tüm Türk yapımı filmler tükenmiş gibi yine Ben Hopkins imzalı ‘Hasret’ filmi ulusal yarışma kategorisine sokuldu? Bu hatalı saplantının yine problem yaratacağı, filmleri tespit aşamasında neden düşünülemedi de sonradan çark edildi? Aynı şekilde ‘Gece’nin piyasaya çıkan DVD bahanesini de filmin adını listeye alırken araştırıp öğrenmek mümkün değil miydi? Adaylık oyun mu?

Festivalciler neden aday seçtikleri filmleri, seçme aşamasında irdelemiyorlar da sonradan böylesi değişimlere sebep oluyorlar? Bu tavır hesapsızlıkla gelişen ciddiyetsizliğin ötesinde nedir? Hani yeni yetme basit bir organizasyonda yaşansa bir nebze hoş görülebilir de, köklüleşmeye başlayan ve Türkiye’nin yüz akı olan bir festivale yakıştıramadım doğrusu.

ULAN İSTANBUL’UN AKIBETİ BELLİYDİ!

Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli olur ya… Çoğu kez gerçeğe başlarını çevirmeyi tercih edenler bunu görmezden gelir, sonucu vurgulayanları eleştirirler. Ama güneşin balçıkla sıvanamayacağı gibi, hesapsızlıkla yaratılan olumsuzluğa çekilen yağların işe yaramayacağı da meydanda. İnternet akıbeti baştan belli olan ‘Ulan İstanbul’, işte bu mantığın kurbanlarından.

Dizinin Pazartesi rekabetine dayanamayıp gerilemesinin ardından ‘internette paralı yayın’ formülünü deneme hesaplarını geliştirmenin yaratacağı olasılıkları ‘Ulan İstanbul’un açtığı yoldaki tehlike’ başlıklı yazımda uzun uzun irdelemiştim.

Farklı açılardan baktığım yazıda ‘‘Kaldı ki, dizi izlemek için ödenecek meblağı da öyle üç beş kuruş olarak geçiştirmek hata olur. Bu gerçeği görmek için de, asgari ücreti yaşam sınırının çok altında olan insanların tek bir ekmeğin dahi hesabını yapmak durumunda olduğunu hatırlamak yeterli. Anlayacağınız, internetten parasını bastırıp dizi izlemek toplumun büyük kesimi için hâlihazırda lüks!’’ saptamasını yapmış… Sosyal medyadaki takipçi sayısına bakarak hesapsızlığa düşmemek gerektiğini de ‘‘Öte yandan bu ‘para yükü’ getiren yeniliğin tutup tutmama durumu da önemli! Felsefeleri ‘Adaletli çalmak’ olan ‘Ulan İstanbul’ ekibinin maceralarını Kanal D’nin internet sitesinden izleyen takipçi sayısı milyonları buluyormuş da... Bu yoğunluğun ‘bedava’da olduğunu hatırlatmaya gerek yok. Önemli olan aynı ilginin ‘paralı’ süreçte gösterilmesi ve sürmesi’’ diyerek vurgulamıştım.

Nitekim kimilerinin küçümseyerek ‘Herkes verebilir’ dediği 1.99 TL tam da işaret ettiğim gibi evdeki hesaba uyamadı. Sosyal medyanın ve birilerinin gazıyla yola çıkılırken, içmeye ayranı olmayanların bolluğunda, paralı diziciliğin hayalciliği görülemedi! Yazık oldu ‘Ulan İstanbul’a…

Keşke toplumsal yapı daha iyi gözlemlenip başarılı bir iş olarak çıkışını yapan ‘Ulan İstanbul’a bu hezimet yaşatılmasaydı, diyorum. Keşke onca rakibe rağmen birinci dilimde belli oranda da olsa izleyici toplayan dizi, ikinci kuşağa çekilip sezon sonuna dek ekranda tutulsaydı ve takipçilerine tatminkâr bir final yaşatarak veda ettirilseydi. Ama dedik ya… Hesapsız kitapsız yola çıkılınca, hele bir de şakşakçılara kanılınca evdeki hesap çarşıya uyamıyor. Bu durumda da, ‘Pazar ola hayrola’ derken öngördüğümüz hüsran gerçekleşiveriyor. Değdi mi, internetin ilk paralısı olmaya heveslenip seni sevenleri finalsiz bırakmana, ‘Ulan İstanbul’? Değmedi.

‘BEŞ KARDEŞ’ SES GETİREMEDİ ÇÜNKÜ…

‘Ders alınmış başarısızlık başarı demektir’ diyor Malcom S. Forbes… Ama bu sözün uygulamadaki karşılığı ne yazık ki bizde pek görülmemekte… Zira başarısızlıklardan ders almak şöyle dursun, çoğu kez başarısızlığı kabullenebilme olgunluğuna dahi sahip değiliz. Hesapsızca girişilen işlerden ders alınamadığı için de başarısızlıklar sürekli kendini yeniliyor.

Dönem içinde, sırf bizim izleyici aile-mahalle işlerinden yaratılan komedileri seviyor diye önünü ardını düşünmeden, ‘Bizim Yenge’ havasındaki ‘Beş Kardeş’i devreye sokma fikri de bu alışkanlığın sonucuydu… İyi mi yapıldı? Bakınız, beşinci bölümde havlu attı. Haziran’da Kanal D’nin yaz ekranında buluşmak üzere deniyor da… Önemli olan şimdiki zamanın tablosu.

Tamam. ‘Beş Kardeş’in başarılı olmak için bir dolu özelliği mevcut. Dahası internet ve sosyal medyada gördüğü ilginin büyüklüğüyle de övünülmekte. Peki, tüm bu detaylar ‘Beş Kardeş’in yeni bölümlerini izleyebilmek için Haziran’ı bekleme zorunluluğuna mani olabildi mi? Olamadı. Tabii Haziran’a kadar köprünün altından çok suların geçmesi de ihtimal dâhilinde!

Neticede her şey hesap kitap işi. ‘Beş Kardeş’ ses getiremediyse, buradaki hesap hatasından. Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş, sen daha yeni çıkıyorsun yola. Hadi çıkıyorsun, bari gününü saatini iyi ayarla değil mi? Ne gezer… Pazartesi gecesinden verim elde etmek için ‘Ulan İstanbul’u kaldırıp yerine benzer kıvamda bir başka mizahi yapımı koyarsan bu akılcı durmaz.

İzleyici diğer yapımların çatışmacı içerikleri varken, ‘Survivor’ın bile bile lades çekişmesinde kavgacılığını tatmin ederken ‘Beş Kardeş’in yeni nesil komediyle sunulan ilişkileri ne kadar tercih eder ki? Üstelik kısa süre önce ‘Ben de Özledim’le yaşanan bir tatminsizlik akıldayken.

Oysa doğrudan yazın devreye sokulsaydı veya yeni sezona saklansaydı arada kaynayıp gitmez, daha çok dikkat çekerdi. Ancak hesap hatasına düşüldü ve yanlış hesap beşinci bölümden döndü. Bu arada da kendi yağında kavrulup giden ‘Ulan İstanbul’ boş yere yakıldı.

Geçmişe bakıyorum yine… ‘Beş Kardeş’ henüz ekrana çıkmadan yazdığım bir yazıda, ‘‘Beş Kardeş’e yer açmak için ‘Ulan İstanbul’un beş kardeşine yol vermek pek doğru olmaz! Eskisi kadar reyting toplayamadığı için finale yollanacağı gündemde olup takipçilerini üzen ‘Ulan İstanbul’un içeriğini geliştirip hiç olmazsa sezon sonuna kadar ekranda tutulması avantaj sağlar. Çünkü Kanal D’nin Prime Time 2’de boşlukları var. Buraları tekrar tekrar oynatılan filmlerle doldurmak yerine, Emre Kınay’ı alarak kadrosunu zenginleştiren ‘Ulan İstanbul’un kendini revize etmiş haliyle desteklemek çok daha iyi iş yapar. Bizden söylemesi’’ demişim.

O gün için Kanal D’nin her iki dizisiyle ilgili saptamalarımda dediğimle kaldım ama aradan çok geçmeden öngörülerimde yanılmadığım da çıktı ortaya. Başarının bir varış noktası değil bir yolculuk olduğunu göremeyenler doğru söze itibar etmek yerine pohpohlamalara kulak verdiklerinden, bu gidişle daha çok öngörüde bulunup yanılmayacağım da kesin.

Neticede; şu gerçeğin artık acilen idrak edilmesi lazım… Gaza gelinerek yol haritası çizilen yapımları nasıl ki işkembeden gaz verenler kurtaramıyorsa, hesapsız yola çıkışlar da patlıyor işte. Elde kalan, varılan noktadaki hüsran. Anlayana, sineğin sazı; anlamayana, yağcılığın cazı!

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal