Yaşamdan hikayeler

Tam tarihi hatırlamamama rağmen sıcak bir yaz akşamı olduğunu biliyorum. Cihangir’de, şirin ve sıcak bir cafeye girmiştim.

Fuat Akyol Fuat Akyol

YAŞAMDAN HİKAYELER-1

Tam tarihi hatırlamamama rağmen sıcak bir yaz akşamı olduğunu biliyorum. Cihangir’de, şirin ve sıcak bir cafeye girmiştim. Onu ilk gördüğümde aklımdan geçen; ne kadar da pozitif enerji dolu olduğuydu. Uzun sapsarı saçları vardı, kocaman yeşil gözleriyle sürekli gülümseyerek etrafıyla konuşuyordu. Benim Cihangir’deki cafeye gitme sebebim ise o gün lise arkadaşlarımla buluşacak olmamızdı.

Lisede pek kimseyle samimi olmadığım, soğuk bir mizaca sahip olduğum ve de kimseyi pek tanımadığım için bir köşede tek tanıdığım olan Ahmet’i beklemeye başladım. Geç kalmıştı, sıkılmıştım ve artık beklemenin gereksiz olduğunu düşündüğüm anda ise Ahmet geldi. Selamlaştıktan sonra “Gel seni arkadaşlarımla tanıştırayım” dedi. Meğer demin uzaktan baktığım o sarı uzun saçlı kadın, bizim lisedeki Zekiye imiş. Ahmet, bizi tanıştırdı ve “bir sıra arkasında otururdum hatırlamadın mı” dedi. Ben de “kopya çekmelerimizi” diyerek hafif bir tebessümle hatırlamadan, gözlerimi de Zekiye’den ayırmadım cevap verdim.

O gün yaklaşık 15 kişi toplanmıştık. Lise yıllarından, okulumuzdan, öğretmenlerimizden, aşklarımızdan ve kaybettiklerimizden konuştuk. Ruhsar Hoca, Cevahir Hoca vefat etmişlerdi. Birçok öğretmenimizden de haberleri yoktu arkadaşların ve ben de lise birde atıldığım için sonrasını zaten bilmiyordum. O gün kahvelerimizi içtikten sonra Cihangir’den Beyoğlu’na doğru yürümeye başladık. Sanki hala lisedeki haylaz çocuklarmışız gibi, hiç ayrılmamış gibi ve hep aynı saflıkla, temizlikle şakalaşarak yürümüştük. Ahmet mimar olmuştu, İrfan doktor, Zekiye öğretmen, Ayşe savcı, Ali hakim, ben ise barcı…

Diğerlerin ne yazık ki mesleklerini hatırlamıyorum. Galatasaray Lisesi’ne yaklaştığımızda ben “Burda çok güzel ev yemekleri yapan lokanta var, yemek yiyelim mi?” diye sordum. Herkes bana bakarak “Olur ama içeriz sanmıştık” diye cevap verdiler. Ben Beyoğlu’nu biliyorum ya, o gün kaptan bendim. Yerin adı Hayvore. Sıcacık, Karadeniz yemekleri yapan, duvarlarında şirin Karadeniz fotoğrafları olan güzel bir lokanta. Sahibi Hızır ise misafirleriyle tek tek konuşan ve selamlaşan bir esnaftır.

“Hızır, neden alışveriş merkezlerine Hayvore’yi açmıyorsun” diye sorduğumda, “Ben esnaf kalmak, burada olmak istiyorum” diye kestirip attı. Sohbetler sürerken Zekiye bana dönerek “Hayvore ne demek Fuat” diye sordu. Ben de Hayvore’nin “ben buradayım, hasretle bekliyorum” anlamlarına geldiğini daha önce Hızır’dan öğrendiğim kadarıyla açıklamaya çalıştım. Zekiye yüzünde muzip bir gülümsemeyle çapkın bir bakış atarak “kimi?” diye sordu. Ben ise yüzüm kızararak “anlamadım, ne dedin” diye kekeledim. Ondan etkilendiğimi ve sürekli ona baktığımı fark etmişti.

Zaten fark edilmeyecek gibi de değildi. Enfes yemeklerimizi yiyip, Hızır’ın nefis çayını içtikten sonra arkadaşlar “meyhaneye gidemeyecek miyiz” diye sordular, ben de utana sıkıla “olur” diye cevap verdim. Balık Pazarı’na yürüyerek, Nevizade’ye geçmeye karar verdik. Balık Pazarı’nda bir kaç değnekçi yolumuzu keserek “abi boş yerimiz var, indirim yapıyoruz” dediler ve sonrasında da biraz biraz zorlayarak ısrar etmeye devam ettiler. Arkadaşlarım hiç oralı olmadan aralarında şakalaşıp konuşuyorlardı. Cevap veren bendim ve bu durumda çok üzgün ve bir Beyoğlu esnafı olarak bıkmıştım. Aynı şey Nevizade’ye girdiğimizde de bir süre devam etti.

Nevizade’nin çok kozmopolit ve değişken bir yapısı var. Meyhaneler, barlar, ocakbaşılar, hepsi iç içe. Oysaki burası meyhaneler sokağı olmalıydı. Esnafı genel olarak çok işletmeyi bilmediğinden, bir kaçı hariç düşünüyorum, meyhanelerde içiyorsunuz tam karşınızda yeni moda canlı müzik yapan bir bar dönüp arkadaşlarınızla oturup oturacağınıza pişman oluyorsunuz. Benim Nevizade’de gittiğim iki yer var: birisi Neyle Meyle. Mezeleri çok güzel, çalışanları ve sahibi güler yüzlü fakat sigara sorunu var. Terasta sigara içiliyor ama karşıda tam yan teras Nevizade meyhanenin terasında kıyamet kopuyor. “Gürültüden konuşamayız” dedim.

Yan tarafında ise Keyif meyhane var. Sahibi rahmetli Gökhan abi dünyalar iyisi, güler yüzlü bir adamdı. Şimdi Mustafa işletiyor. O da öyledir. Misafirperver, güler yüzlü bir işletmecidir. Biz Keyif Meyhane’ye oturduk. Ayşe bir savcı edasıyla ve bütün ciddiyetiyle “burası neden böyle keşmekeş, karışık. Sanki bir kaos var. Daha bakımlı, daha sade ve keyifli olabilirdi” diye konuşmasına devam etti. Ben ise ne diyeceğimi, ne cevap vereceğimi bilemedim. “Yok, Nevizade iyidir” diyebildim sadece. Konular değişti, sohbet lise yıllarımıza geldi. Yaramazlıklarımıza, aşklarımıza ve bir de tabii ki ne kadar masum olduğumuza. Ayşe lisede Ahmet’e aşıkmış. İrfan ise Zekiye’ye. “Sen kime aşıktın” diye bana sordular. Cevap veremedim ki, utangaç bir yüz ifadesiyle “Sanırım Zekiye’ye” diyebildim. Gülücükler, kıkırdamalar…

Ali bana dönerek “Orda arka sıranın tam çaprazındaki Eda’yı hatırladın mı? Biz senin ona aşık olduğunu, onun da sana aşık olduğunu sanırdık” dedi. “Neden” diye sorduğumda ise “Sürekli teneffüslerde bir araya gelir, teneffüs bitene kadar hep konuşurdunuz. Okuldan birlikte çıkar ve okul pikniklerinde hiç ayrılmazdınız ve okula birlikte gelirdiniz” diye açıkladılar. Zekiye biraz utangaç bir şekilde “Eda’yla sizin aranızda hiçbir şey yok muydu?” diye sordu. Ben de kahkaha atarak, “hanginizin arasında vardı ki” diye geçiştirmeye çalıştım. Eda benim uzaktan akrabamdı. Siyah saçları, zeytin gibi gözleri vardı. Babası vefat etmişti. Köyden İstanbul’a taşınmak zorunda kalmışlardı. Bizim okula yazdırdı annesi ve bana da “Eda senin kardeşin, sahip çıkarsın, babası yok sana emanet” diye uyarı da bulunmuştu. Ondan sonra biz Eda’yla iyi bir arkadaş, sırdaş ve kardeş olduk.

Birbirimizin her şeyini biliyorduk diye anlatmaya devam ettim. Ayşe neyi biliyordunuz mesela diyerek hafif bir utangaç tavırla sordu. “Senin İrfan’a aşık olduğunu ve söyleyemediğini, Zekiye’nin Eda’dan nefret ettiğini, Eda’nın ise Ahmet’e aşık olduğunu ve bunu bir tek benim bildiğimi, kimseye söyleme diye sıkı sıkı tembih ettiğini” uzun uzun anlattım. Biraz da içkinin etkisiyle herkes melankolik bir hal almıştı. Zekiye bana dönerek “Eda’dan neden nefret ediyordum biliyor musun” diye sordu. Ben “hayır, neden” diye saf saf cevap verdim. “Sana aşıktım ben, Eda’yla çok yakın olduğunuz için kıskanıyordum” dedi. Ben kıpkırmızı bir halde “neden söylemedin, ben de” diyebildim, herkes gülmeye başladı. Sonra kim evli, kim değil faslına geçtik. Ali evliymiş ve iki çocuğu varmış, Ahmet zaten müzmin bekar, Ayşe bir hakimle evlenmiş, mutsuz bir evliliği ve bir çocuğu varmış, İrfan evliymiş ve iki çocuğu varmış, Zekiye ise bir yıl önce boşanmış, çocuğu yokmuş.

Bana dönerek “senin durumun ne” diye sorduklarında, Ahmet “O bu konularda pek konuşmayı sevmez ama beş yıl evvel boşandı. Bir tane de çocuğu var, baba kız yaşayıp gidiyorlar” diye cevap verdi. Hafif hüzünler, öyle miydi gibi ağızda gevelenen cümleler derken artık evlere gitme zamanıydı. Saat de bir hayli geç olmuştu hafta içiydi ve herkes işe gidecekti .Bunu haftada bir yapalım diye kalkıp evlerimize gitmek üzere sarılarak ayrıldık …