Yaşamdan hikayeler - 2

Senin mezelerin hep güzeldir ama bugün sadece bize yaptığın şu güzel spesiyallerinden de yapsan olur mu?

Fuat Akyol Fuat Akyol

Ahmet’le biz sık sık görüşürdük. Liseden beri diyaloğumuzu ve dostluğumuzu hiç bozmadık. Dünyaya aynı gözle bakar, güzel de bir dünya düşlerdik lise yıllarında. İnsanların bencil, kötü olmadıkları, savaşların ve açlığın olmadığı bir dünya düşlerdik. Ahmet’le pazartesi görüştüğümüzde, Beyoğlu’na Midpoint’e gidip, kahve içelim diye kararlaştırdık. Konuşacaklarımız biriktiğinde zaman zaman giderdik zaten.

Yine gittik. Buranın manzarası çok güzeldir fakat işletme zaafları çok fazladır. Personel çok lakayt ve samimiyetsizdir. “Nasıl olsa insanlar geliyor” mantığıyla bakıyorlar. Kahvemiz bile on beş dakikada geliyor örneğin. Ahmet’le oturduk, kahvemizi yudumlarken, Ahmet “Zekiye’den hoşlandın mı?” diye lafa girdi. Ben kekeleyerek “Saçmalama, ne hoşlanması” diye tepki gösterince, Ahmet gülerek “tamam” diye konuşmayı bitirdi.

Biraz işten güçten, çokça da Ahmet’in çakal ve onu kullanmaya çalışan hırslı ve kariyer peşindeki kız arkadaşlarından konuştuk. Ahmet biraz sosyete mimarı olduğu için oyuncularla ve sanatçılarla içli dışlıdır. Bundan dolayı kadınlar “Ahmet’ten ne koparırız” diye bakıyorlar ve Ahmet bu konuda çok üzgün.
Hayattan beklediği tek bir şey var aslında:

Doğru düzgün bir ilişkisi olsun; o ilişki de ona Ahmet olarak yaklaşan, çıkar ilişkisi kurmayan, entelektüel, hayatta yeri olan biriyle olsun. Bayağı dertleştikten sonra perşembe görüşmek üzere anlaşarak ayrıldık. Perşembe günü saat sekizde Galatasaray Lisesi’nin önünde buluştuk. İlk ben geldim, otuz saniye sonra Ahmet sonra Zekiye, İrfan, Ali, Ayşe, Ferhat, Muhammet, Mustafa, Fatma, Sakine, Kenan, Keriman ve Sabriye geldiler. Hoşbeş yapıp, sarılıp hasret giderdik.

Sonra İrfan bana dönerek “bugün nereye gidiyoruz kaptan” diye sordu. Biraz yürüyeceğimizi ve onları kardeşlerimin yeri olan Meşru Meyhane’ye götüreceğimi söyledim. Herkesten olur aldıktan sonra İstiklal’den Taksim Meydanı’na doğru yürümeye başladık. Akbank’ın önüne geldiğimizde bir değnekçi yanımıza yaklaşarak “On numara eğlence var güzel abim, gelin sizi misafir edelim” diye yolumuzu kesti. Ben bunu yapmamaları gerektiğini, Beyoğlu’na zarar verdiklerini, herkes gideceği yeri bildiğini” söyledim. Söyledim söylemesine ama biz yürürken arkamızdan “bunlar ne diyor” diyerek bakakaldı. Güzelim İmam Adnan Sokağı, sağdaki Parmakkapı Sokağı, yine solda her zaman gitmekten mutluluk duyduğum Mis Sokağı’nı da geçerek Bekar Sokağa geldik.

Meşru da sokağa girildiğinde; pizzacıyı geçince hemen yanındadır. Burası eskiden Mask’tı. Mask’ı kardeşim alt kata taşıyınca, burayı da ortağı Yasemin’le meyhane yaptı. İçeri girdiğimizde Yasemin koşarak gelip bana sarılarak “abim seni çok özledim” dedi. Sonra kardeşim Erdoğan’la sarılıp, tek tek arkadaşlarımla tanıştırdım. Ahmet’i tanıyorlardı zaten. Sonra Ahmet ile birlikte Meşru’nun değişmezi Yüksel Yenge’nin yanına gittik. Önce ben sarılıp öptüm, sonra Ahmet. Sonra da Ahmet, Yüksel Yenge’ye dönerek; “Misafirlerimiz çok önemli, ta liseden arkadaşlarımız.

Senin mezelerin hep güzeldir ama bugün sadece bize yaptığın şu güzel spesiyallerinden de yapsan olur mu?” diye sordu. Yüksel yengem de “Siz istersiniz de ben yapmaz mıyım” diyerek işe koyuldu. Gerçekten de bunu ben söylemiyorum, herkes söylüyor; eli çok lezzetli, mezeleri çok güzel. Zaten ailecek çalıştığımız sıcak bir yer ama ben sadece oturarak çalışmış oluyorum. Bir de serviste Ferdi’miz var ki sormayın, güler yüzlü, sevecen, hiç durmadan arı gibi koşturup duruyor.

Ahmet’le ben masaya döndük. Hoşbeşten sonra nasıl oldu anlayamadım ama ben Zekiye’nin yanında oturuyordum, mezelerimizi söyledik. Yasemin yanıma gelerek “bu kız mı” diye sordu. Zekiye anlamamış bir yüz ifadesiyle bana baktı. Ben de “senden bahsetmiştim, liseden arkadaşım, lise döneminde hoşlanıyordum diye” diyerek lafı ağzımda geveledim. Zekiye’de anlamış gibi “ha anladım” deyip boş boş bana bakmaya başladı. Ben konuyu değiştireyim diye İrfan’a dönüp “doktor bey, bu sağlık sektörü ne olacak, bak devlet üniversitelerinde profesör kalmadı.

Ya çoğu özele geçti ya da muayenehaneleri var. Üniversite hastanelerinin hali içler acısı” dedim. Ayşe “bu bakış açısına bağlı, sen öyle görmek istiyorsun” diye sesini yükseltince, biz hep beraber konuyu değiştirip yine saf ve temiz dönemimize, lise yıllarına, döndük. Muhammetler’in kırtasiyeleri vardı, onla ilgili konuştuk bayağı. Bazen paramız olmazdı, kalemimiz, silgimiz olmadığı zaman Muhammet dükkandan alıp, bize verirdi. Çok varlıklı ailelerin çocukları da değildik. Doğu’dan ve Karadeniz’den çok göç almış Bağcılar’da yaşıyorduk. Ailelerimizin durumu da belliydi. Sabriye’nin babasının okulun tam karşısında büfesi vardı, bizim de hatlı minibüsümüz.

Okulumuz biraz eve uzaktı, ben ücretsiz minibüslere bindiğim için herkes okul çıkışı benimle gelmek isterdi ama ben hep Eda’yla giderdim. Bir de Mustafa Sabriye’ye dönüp “ya bize az çektirmedin, bedava bir tost yiyelim diye hepimiz sana aşık numarası yapıyorduk” deyince kahkahalar yükselmeye başladı. Sabriye “ben bunun farkındayım, ondan kimseye yüz vermiyordum. Bir de ey akıllılar, ben istesem bile babam verir miydi hiç, düşünmüyor muydunuz” dedi. Ferhat “ama sen yerken içimiz gidiyordu, ne yapalım” diye söze girdi. Gülüşmeler, konuşmalar derken ben ayağa kalkarak “arkadaşlar, bugün bir sürprizim var” dedim. “Ne diye” sorduklarında, Eda kapıdan girmişti. Önce Erdoğan’a ve Yasemin’e sarıldı.

Sonra bana gelip “kuzenim nasılsın” diye sarıldı. Ben de “sürprizim Eda’ydı” diye arkadaşlara döndüm. Eda Türkiye’nin iyi reklamcılarından biridir, eşi de çok kıymetli eski dostum Akın’dır. Sohbetler, muhabbetler derken saat bir hayli ilerlemişti. Ben “arkadaşlar, bugün eve biraz geç gitseniz. Aşağıda Mask’ta çok güzel canlı müzik var. Sahnede Uğur Aslan şarkı söylüyor, kimler gelmiyor ki Burak Özçivit, Fahriye Evcen, Kenan İmirzalıoğlu kimler kimler” deyince, kızlar “ya gerçek mi, haydi gidelim” demeye başladılar. Biz hesabı isteyerek, Mask’a indik. Müzik de yeni başlamıştı.

Sahnede Uğur Aslan, Cem Karaca ve eski Anadolu rock şarkları söylüyordu. İçerisi bayağı hareketli ve kaliteliydi. Barda Samet koşturuyordu, Erdoğan’ın ortağı Hamza ise sağa sola bakıp eksikleri gidermeye çalışıyordu. Saat üçe kadar kaldık, bizim liseliler bayağı eğlendiler. Üç gibi çıkmaya karar verdik, kapını önünde bir magazin ordusu vardı. Ahmet gülerek “yuh nasıl da haber alıyorlar, insan bir rahat eğlenemiyor, eğlenmek bizim olduğu kadar herkesin hakkı” diyerek sitem etti.

Herkes de onaylar gibi başını salladı. Sarılıp, vedalaştıktan sonra ben Zekiye’ye dönerek “eve nasıl gideceksin” diye sordum. Bunu duyan Ahmet gülümsemeye başladı. Zekiye “Taksiyle” deyince, “Seni taksiye bindireyim” dedim ve taksiye doğru yürümeye başladık.

Tam ben “telefon” dediğim anda o da “telefon numaralarımızı birbirimize versek ya, araşırız” deyince numaralarımızı alıp verdik ve vedalaşarak ayrıldık. Zekiye’yi taksiye bindirip, işyerine gitmek üzere İstiklal’de gülen yüzle yürümeye başladım.