Ufak Tefek Cinayetler savaşı kazandı mı?

‘Her cinayet adi değildir ama her adilik bir cinayettir’ demiş Oscar Wild.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

‘Her cinayet adi değildir ama her adilik bir cinayettir’ demiş Oscar Wild. Kim bilir kaçımız bilmeden cinayetler işliyoruz ufak tefek… Cinayet dedimse, ille de kan döküp can almak anlaşılmasın. Birilerinin ruhunu incitmek, onları hayal kırıklığına uğratmak, güzellikleri yok etmek de başlı başına birer cinayettir. Oysa çoğumuz ardımızda bıraktığımız yıkıntıdan bihaber, açılan yaralara-verilen zararlara duyarsız yürür gideriz yaşam yolunda.

Öte yandan insanlığın en büyük cinayetinin savaşlar olduğu muhakkak. Lakin her savaşın cinayet olmadığı, dahası taktikleriyle sanatsal değer taşıyabileceği de bir gerçek. Rekabetçilik mesela… Bu savaşta galip gelmek için savaşın kurallarını iyi bilmek, savaş sanatına hâkim olmak lazım. Tıpkı ‘Ufak Tefek Cinayetler’de olduğu gibi!

İlk bölümüyle Total’de sekizinci gelen ve oyuncu sakatlığı-hastalığı üstünden gidicilik fısıltısı yayma meraklılarına malzeme yaratan ‘Ufak Tefek Cinayetler’, her geçen hafta performansını artırarak savaş sanatındaki gücünü gösterdi cümlesine. Üçüncülüğe yükseldiği Total’de dördüncü bölümüyle yerini korurken, AB grubunun lider koltuğuna oturuverdi. Böylece ‘Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’ın Salı akışındaki saltanatlığına da bir darbe vurdu. Dahası sadece AB’nin ilgi alanında olmadığını, Total için de ciddi bir rakip olduğunu ortaya koydu.

Bu başarıdan nasıl bir sonuç çıkartacağımız konusuna gelince… Seyircinin karanlık adamların dünyalarından ve acının-ağlaklığın hâkim olduğu kadın hikâyelerinden artık eskisi kadar haz etmediği gerçeği, başarının anahtarı! İzleyici klişe dünyalardan, zavallılık veya kabadayılık edebiyatından sıkıldığının sinyalini verdi… ‘Çakma’ ithamlarına veya özenti eleştirilerine aldırmadan izlediği diziyi hak ettiği yere çıkartarak daha enerjik ve ışıltılı öyküler istediğini ispatladı. Böylece Meriç Acemi’nin senaryosuyla yabancı yapımlar havasını solumamızı sağlayan ‘Ufak Tefek Cinayetler’ de savaşı kazanma yolunda ilk hamlesini yapmış oldu.

‘İlk hamle’ dedim, çünkü ekran savaşında galip olmak bir sefere mahsus bir şey değil. Liderlik koltuğunu sürekli elde tutabilmek için her bölüm yeni hamleler yapıp rakibi saf dışı bırakmayı becermek şart. Dolayısıyla henüz şu aşamada ‘Ufak Tefek Cinayetler savaşı tam kazandı’ dememiz pek doğru olmaz. Dişli rakiplerinin gücünü hafife almayıp süreç içinde kendi yapabileceklerini iyi tartmalı. Bu noktada, izleyicinin merakını diri tutacak senaryo gelişiminin önemi çıkıyor ortaya… Ki, çok yönlü ele alınacak bu gelişim aynı zamanda diziye yöneltilen ithamları çürütmek için de bir fırsat niteliğinde olacaktır. Peki, bu ithamlar nedir? En basit ifadeyle, çakmalık-çalıntılık! Gerçekten öyle mi derseniz… Buyurun inceleyelim.

‘UFAK TEFEK CİNAYETLER’ ÖZGÜN MÜ?

Çinli filozof Sun Zi’nin 384 teoriden oluşan ‘Savaş Sanatı’nın inceliklerinden alıntılarla kadınlar arasındaki mücadeleciliği şekillendiren… ‘Düşmanı ve kendinizi iyi biliyorsanız, yüzlerce savaşa girseniz bile sonuçtan emin olabilirsiniz. Kendinizi bilip, düşmanı bilmiyorsanız, kazanacağınız her zafere karşın yenilgiyle de tanışabilirsiniz. Ne kendinizi ne de düşmanı bilmiyorsanız sizin için gireceğiniz her savaşta yenilgi kaçınılmazdır’ diyerek alıntıladığı taktiklerle, reyting silahıyla bel altı vurmayı marifet sayan rekabet ortamındaki dizi savaşına soyunan ‘Ufak Tefek Cinayetler’ hakkında çok şey söylendi. Kimisi ‘The Affair’e benzetti… Kimisi ‘Desperate Houswives’ ile ‘Pretty Little Liars’ bağlantısı kurdu… En çok da ‘Big Little Lies’ ismi çıktı öne, bu itham silsilesinde. Yani yabancı diziye meraklı olanların gözünde ‘Ufak Tefek Cinayetler’ kesinlikle özgün bir iş değildi. Doğru mudur? Hem evet, hem hayır. Bu nasıl oluyor diyebilirsiniz ya da cevabı politik görebilirsiniz. Ama kimsenin hakkını yememek lazım.

Şöyle ki; ‘Çukur’un ‘Baba’ dizisinin aynısı olarak başladığına ve karakter denkleşmesine dikkat çektiğimiz için bu konuya da aynı objektiflikle yaklaşmak istiyorum. Tabii burada söz konusu alıntılama, dizileri kapsadığından aynı oranda net konuşmak mümkün değil. Filmde senaryo ve karakter sınırı bellidir. Aynılık doğrudan emek hırsızlığıdır. Oysa yabancı işler dizi olunca birebir arak durumundan bahsedilemez çoğu zaman. Yani filmden arak daha nettir! Bu saptamanın ardından gelelim ‘Ufak Tefek Cinayetler’in yabancı dizilerle benzeşmelerine…

Öncelikle vurgulamak istediğim benzerlik, jenerikte çıkıyor karşımıza. Tasarım ve müzik olarak ‘Feud: Bette and Joan’ isimli diziye benzetmek olası. Ancak bunu çalıntı sayamayız. Zira bu tarzda jenerik yaratmanın tek bir yapıma mahsus olmasını beklemek mantıksız olur. Nitekim pek çok yabancı filmde mevcut böylesi. Jenerikten, içerik ve karakterlere geçersek…

‘The Affair’… Bana göre en olmayacak itham. Çünkü iki evli çiftin evlilik dışı ilişkileri ve cinayet bulmacasının çözüm süreci şeklinde kısaca tanımlayabileceğimiz bir iş bu. Olayları tek tek karakterlerin bakış açısından anlatmasının ötesinde hikâyenin bizdekiyle ilgisi kel alaka.

‘Pretty Little Liars’… Ekranlarımıza ‘Tatlı Küçük Yalancılar’ olarak başarılı biçimde uyarlanan ve ne yazık ki hakkını bulamayan bu yapımın da doğrudan doğruya ‘Ufak Tefek Cinayetler’le benzeştiği nokta yok. Olsa olsa okullu kızların kıskançlıktan dolayı arkadaşlarının başına çorap örmesi ve öğrenci-öğretmen ilişkisinin deşifresinden bir denkleşme çıkartabiliriz. Ama o da tam sağlıklı olmaz. Zira burada liseli Oya ile öretmen Edip arasında bir aşk yoktu.

Gelelim Moriarty’nin aynı adlı kitabından eklemelerle uyarlanan ‘Big Little Lies’tan arak iddiasına… Bir bağış gecesinde işlenen gizemli cinayet davasıyla açılışını yapması… Kasaba halkının birbirleri hakkında polise ifade vermesi… Kadınların arkadaşlığı ve iç dünyalarının görünenden farklı olması açısından yaklaştığımızda ilk bölümde benzeşmeler yakalamak mümkündü gerçekten de. Buna karşılık bahsi geçen dizinin dayakçı koca olayına odaklandığı ve aile içi şiddeti, küçük çocukların okulda birbirlerine gösterdikleri tavırlarla yansıtarak yol alıp bizim ‘Ufak Tefek Cinayetler’imizle ayrı düştüğü de ortada. Üstelik karakterleri de bizdekinden farklı. Mesela Madeline, bizim Merve gibi çok konuşup herkesin işine burnunu sokan ve ön planda olmaya çabalayan bir ev hanımı ama… Aile yapısı ve tavırlarının Merve ile benzerliği pek bulunmuyor. Kocasının genç spor hocası için kendisini terk etmesi ve ergen kızının aksi tavırları yönünden Arzu’ya benzetebiliriz onun aile kurulumunu. Ayrıca Oya gibi sonradan kasabaya gelen koşma meraklısı, tecavüz mağduru Jane de farklı. Bizimkinin aksine çocuğu var. Yani benzeşmeler olmakla birlikte, ‘Baba’ gibi doğrudan denk karakter yapısı yok.

Öte yandan günümüz dizilerinin yükselenine dönüşen bu tip yapılanmaların karakter ve atmosfer kurulumu açısından birbirini andırması gayet doğal. Hele ki, hikâyeyi düz anlatmak yerine, geriye gitme-ileriye sarma-akışı kesip gelecekte olacak olayı araya sokma tarzı moda olmuşsa, benzerliklerin yaşanması kaçınılmaz. Hem kadınların erkeklerden daha tehlikeli olabileceğini söyleyen ‘Big Little Lies’ın da kısmen ‘Desperate Houswives’ dizisini andırdığını düşünmemiş miydik en başta? İlk izlenimin ardından karakterler kendini gösterdikçe bu düşünce de kırılıvermişti. Nasıl ki ‘Ufak Tefek Cinayetler’ de aynını yaşattı izleyicisine!

Anlayacağınız; Jenerikle, ‘Feud: Bette and Joan’ havası estiren… Kurgu matematiği, karakter ve mekân tasarımıyla ‘Big Little Lies’ çağrışımı yaratan… Ve bazı detaylarıyla ‘Desperate Houswives’ ile ‘Pretty Little Liars’ı hafızalara düşüren ‘Ufak Tefek Cinayetler’, bu yüzeysel benzeşmeleriyle taklit gibi dursa bile derinliğinde kendine ait konu akışı, metinleri olan bir iş.

Arzu’nun ekonomik kaygılarla aldatılmayı sineye çeken kadınlara örnek teşkil edecek biçimde kocasına boşanma resti çekmesi… Arzu’nun kızı Nilay’ın (Ki, Aslıhan Kapanşahin bu sahneleri çok güzel yansıttı izleyiciye)alışılmışın aksine baba tuzağına düşmeyip annesinin yanında yer alarak ters köşe yaşatması… Yüzsüzlüğün dibine vuran Mehmet-Burcu ikilisiyle cinsel çıkarcılık ve açgözlülüğün çirkinliğini aktarırken Oya-Serhan yakınlaşmasıyla çarpık ilişkiden ziyade eskilerde kalan platonik aşkın nostaljisini hissettirmesi… Her yerin betonlaşıp inşaata boğulduğu mesajıyla romantizmden eser kalmayacağını vurgulaması… Ve Oya’nın muayenehanesinin mühürlenmesiyle, bu devirde birine iftira atıp işinden etmenin ne denli kolay olduğunu resmetmesi hep bu ‘kendine haslık’ çerçevesinde değerlendirilmesi gereken ayrıntılar. Bunlar diziyi ‘arak’ ithamından çıkartıp esinlenme sınıfına sokarak belli oranda özgün kılmakta! Uyarlama modasının alıp yürüdüğü yerde daha ne özgünlük olsun değil mi?

SONUÇTA; ‘Savaş Sanatı’nın inceliklerini kendi yorumuyla aktaran ‘Ufak Tefek Cinayetler’, kadınların birbirlerinin kuyusunu kazdıkları gerçeğine Amerikan havasıyla ve zengin gözüyle bakan bir dizi. Üstelik izleyiciye hitap gücü yüksek karakterleri de kesinlikle gerçekçi ve dolu dolu tipler. Kurgu su gibi akıp gidiyor ve süreyi görünmez kılıyor. Kadro da yerli yerinde. Bundan iyisi Şam’da kayısı…

Dolayısıyla benzeşme harmanına çok sarmadan ve oyuncuların fiziksel görünümlerine takılmadan, ekranda yarattığı farklı tabloyla değerlendirilmesi gereken dizinin hakkını yememek lazım. ‘Ufak Tefek Cinayetler’in ekran savaşındaki başarısı, her bölüm hamlesiyle daim olsun diyerek koyalım noktayı.

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal