Star’ın yeni dizisi Siyah İnci yapımcı kurbanı mı?

Zira senaryo, klişelerle dolu olsa ve dahi kısmen ‘Kara Sevda’nın yol haritasını hatırlatsa bile doğru düzgün işlenip yorumlandığında gayet ilgi çekici bir iş ortaya çıkartmaya müsait yapıda.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

‘Ne yaparsan yap daima pişman öleceksin… Belki yaptıklarından, belki de yapamadıklarından’ diyen Dostoyevski’nin de vurguladığı gibi hayat, yaptığımız yanlışların-yapamadığımız şeylerin keşkeleriyle geçip gitmekte. En fenası da, bizim elimizle yaratılan durumların bizim dışımızda yaşanan gelişmelerle yön değiştirmesinden kaynaklanan pişmanlıklar.

Mesela, iyi gideceği umuduyla başlanan bir projenin başkalarının müdahalesiyle değişime maruz kalıp olumsuz sonuç doğurması… O işin sahibini ‘Keşke bunlarla yola çıkmasaydım’ pişmanlığına sokmaz mı? Ya da sebep olduğu her musibete ‘aldanma’ bahanesini getirenlere karşı ‘Keşke aklını kullansaydın da bu kötülüklere fırsat yaratmasaydın’ demez mi insan?

Sözün kısası, öyle veya böyle ortaya çıkan yanılgılar, nahoşluklar daima bir ‘keşke’yi de beraberinde getirir. Nasıl ki büyük iddialarla başlanan, izleyicide beklenti oluşturan dizilerin beklentiyi karşılamama durumunda da ‘keşke’ pişmanlığı uçuşur havada…

Keşke oyuncular farklı olsaydı, keşke senaryo şu hatayı yapmasaydı, keşke yönetmen sahneleri daha iyi kursaydı, keşke, keşke, keşke… Nitekim Star’ın yeni dizisi ‘Siyah İnci’ de bolca ‘Keşke’ dedirtti bize. Ancak iş işten geçtikten sonra ‘keşke’ demenin faydası pek yok. Tıpkı yaşamda olduğu gibi, reyting yarışına göre ömür biçilen diziler için de ‘keşke’ pişmanlığının tek esprisi, bir daha aynı hataları yapmama hususunda ders vazifesi görmekten ibaret.

İşte bu nedenle, sezonun göze çarpan yenilerinden olarak görüp umutla beklediğim… Ne var ki, açılış sonrasını duygu karmaşasıyla izlediğim… Ve yarattığı tablo karşısında sık sık ‘Keşke’ demek durumunda kaldığım ‘Siyah İnci’ dizisini ilk bölümden ele alıp ‘keşke’lerinden söze başlamak istedim. Yol göstericilik babında, bunların neler olduğuna bakalım…

SİYAH İNCİ’NİN DÜŞÜNDÜREN KEŞKELERİ…

Ege’nin en derin yerinde bulunan ve ölümsüz aşkın ispatı görülerek peşine düşülen ‘Siyah İnci’ efsanesinin anlatımıyla açılışını yapıp, mercan mağarasının efsunu üstünden öyküsüne ‘hüzünlü aşk’ yolunu çizen dizi, mavi suların görselliğiyle bu anları çok güzel süsledi. Lakin karakterleriyle yüzleştirmeye başladığı andan itibaren de olumsuzluklarını bir bir ortaya döker oldu. Biz; âşıkların, sevdalarının ispatı için peşine düştükleri ‘Siyah İnci’nin efsanesine yaraşır bir sahne kurulumuyla devam edeceğini beklerken midyecilikle uğraşan Mardinli bir ailenin, duygu aktarımından uzak atmosferinde bulduk kendimizi. Tabii ‘keşke’lerle birlikte…

Hande Erçel’in, oyunculuğunu eskiye kıyasla epeyce ilerlettiğini gösteren ve bu uğurdaki çabasını ispatlayan ilk bölümde en ‘Keşke’ dedirten performans, omuzlarını öne alarak konuşan Kenan rolünde... O nasıl bir konuşma üslubuydu anlayamadım doğrusu. ‘Umuda Kelepçe Vurulmaz’dan ötürü Yekta Torun ve Duygu Tankaş’ın kalemini bildiğimden, senaryoda ‘Gülüm, senin o parmağını yerim kızım’ gibi basit söylemlere yer vermeyeceklerini düşünüyordum. Öyleyse güzelim karakteri kim bu hale getirmiş olabilirdi?

Tolgahan Sayışman 2006 yılının ‘Maçolar’daki Tuncay’ın tıfıllık özlemini mi çekmişti de böyle yeni yetme maço ağzıyla konuşmuştu, yoksa yakın zamandaki rolleri anımsatmamak için mi bu amiyane tarzı seçmişti? Kim bilir belki de, senaryo dışı yorumculuk hevesiyle, ‘Bıçkın delikanlı gibi konuşursan daha ilgi çeker’ diyerek yön verenler olmuştu kendisine… Ya da süreç içinde İstanbul’a gelip zenginleşme durumundaki karakter değişimini hissettirmek adına icat edilmişti bu tuhaf tarz, bilemedim. Tabii bir ihtimal, basitliğe dizilen övgülerden alınan gazla yapılmış olması da mümkün! Gerekçe her ne ise Tolgahan Sayışman’a uymayan ve üstünde eğreti elbise gibi duran bu konuşma tarzının, dizinin kalitesini düşürdüğü ve ‘Keşke bu formülü akıl edenler hatalarını görebilselermiş’ dedirttiği açık seçik ortada. Yapmacık sokak ağzıyla romantizmin sıcaklığından uzaklaştırılarak yazık edilmiş Kenan’a.

‘Siyah İnci’deki keşkeleri sıralamaya, aile ortamında atletle dolaşmanın ayıp olmadığını resmederek mesajını veren, Halil’den devam edersek… ‘Çok şükür bir sahil dizisinde kulak tırmalayan Ege şivesi yok’ derken bir de baktık ki Mardin’den kopup Çeşme’ye düşen midyeci Halil mevcut. ‘Kehribar’da da başkasının çocuğuna babalık durumuyla karşımıza gelmiş olan Nazmi Kırık’ın oyunculuğuna sözümüz yok. O üstüne düşeni tam kararında yerine getiriyor her daim. Ama burada, Melek ve Hazal’ın öykü atmosferine sanki yama gibi yerleştirilmiş onun babalığı ve dahi Ebru’nun, Kenan’ı ayartmaya odaklı kardeşliği. Yani bu aile tablosuna bakıp, ‘Bu kadar uyumsuzlukla 25 yıl nasıl birlikte açık vermeden yaşamışlar. Keşke daha akılcı bir aile denklemine gidilseymiş’ diyesi geliyor insanın.

Dizide Hazal’ın gerçek babası olduğunu kolayca tahmin ettiren pozisyondaki Aziz ile Kenan’ın tanışma faslı da ‘keşke’ dedirtenlerden. Tamam, Yunan polisinin karasularına giren balıkçılara yaklaşımı gösterilmek istenmiş belki ama… Kenan’ın başkasının ağları için gündüz vakti girdiği riskte Yunan’ı gördüğü halde kaçmayıp beklemesi gibi, Aziz’in açık artırmaya katılıp tekneyi alması da, dizinin kurgusuna sonradan yerleştirilmişçesine sırıtan sahnelerden biri olmuş.

Anlayacağınız, ‘Siyah İnci’nin ‘yamalı bohça’ misali gelişimiyle ‘keşke’ dedirten ayrıntılar gırla. ‘Hangi dizide yok ki’ denebilir ama şayet keşkeler, dizinin getirisini etkilemişse bunu deme lüksünün olamayacağını da kabul etmek gerekir sonuçta. Bu tespitlerin ardından ‘Siyah İnci’nin izleyiciye itici gelen yönlerine de bir göz atmakta fayda var.

SİYAH İNCİ’NİN EFSUNU NİYE İŞE YARAMADI?

‘Siyah’ın dayanılmaz çekiciliği… Nasıl da sarıp sarmalar bizi değil mi? Üstelik sadece yaşamın içinde değil kurgularla da görürüz ‘siyah’ın vazgeçilmezliğini… ‘Kara Sevda’ şeklinde gireni de vardır, hayatımıza… Karayip Korsanları’nda Jack Sparrow’un gemisi ‘Siyah İnci/Black Pearl’ olup uçuranı da, hayal dünyasına… Sonra bir bakmışsınız… Ege’nin derinliklerindeki ‘Siyah İnci’nin ölümsüz aşk efsanesini saplantılı aşkla buluşturmak isterken, ilk adımdan karartılmış biçimi çıkmış ekrana. Oturup düşünürsünüz, onca kara iş tutmuşken ‘Siyah İnci’nin efsunu niye izleyici üstünde işe yaramadı diye, kara kara.

Öyle ya… Oyuncu kadrosu gayet popüler isimlerden oluşturulmuşken… Öyküsü de ‘Kara Sevda’da hayli ilgi gören hastalık derecesindeki tutkunun ateşi ve yaşanamamış aşkın intikamcılığıyla yoğrulmuşken… Kabul edilebilir mi, Total’de 12’inci, AB’de dokuzuncu sıradan dâhil olmak ekran yarışına? ‘Siyah İnci’ o kadar kötü mü de layık görüldü bu sonuçlara?

Doğruya doğru… Tüm ‘keşke’lerine rağmen ‘Siyah İnci’ bu sonucu kesinlikle hak etmedi! Daha yapım aşamasındayken Shameless uyarlaması olma özelliğiyle topa tutulup ‘Reklamın iyisi kötüsü olmaz’ şeklinde medyada bolca yer bulan, ekrana çıkmasının ardından ilk bölümden itibaren, sanki o önyargılı eleştiriler hiç yapılmamış gibi, övgülere gark edilerek sürekli gündemde tutulan ‘Bizim Hikâye’nin birinciliğine sözümüz yok da… Kadınları, ‘çıkarcı şeytan’ konumuna düşürmenin ve zengin adam kafalamayı kolayca beceren sözde mağdur kadın öyküsünün ötesinde hiçbir gelişim özelliği taşımayan ‘Kanatsız Kuşlar’ın gerisinde kalmasına ne demeli? Cümle Ana Haberin ve Müge Anlı’nın bile ardına düşmesiyse, daha da beteri. Peki, nedir bu durumun sebebi? İzleyici niye sevemedi diziyi?

İlk bakışta klişe bir öykü gibi görünmesi, hatta Kenan’la Hazal’ın arasına giren Vural’ı ‘Kara Sevda’nın Emir’iyle özdeşleştirip iki yapım arasında bağ kurulması mümkün olan ‘Siyah İnci’yle ilgili olarak bana gelen eleştiri mesajlarında başı çeken sorun, dizinin bölüm finalindeki sözde ‘Tecavüz’ olgusu. Kadın senaristlerin diziye tecavüz sokmasına kızdığını belirten izleyici, tepkili… Kadına şiddet ve tecavüz içeren diziler istemediğini söylemekte.

Şimdi bunlara karşı öncelikli sözüm, ‘Siyah İnci’ye ‘Tecavüz’ üstünden saldırıp eleştirmenin kesinlikle haksızlık olacağı yönünde! Çünkü akılcı mantıkla izleyen biri ‘Siyah İnci’de gerçekleşen tecavüz sahnesi olmadığını algılayabilir. Vural’ın attığı tokat ve kapattığı kapıyla noktalanan sahnenin tecavüz hedefli olmayıp sadece Hazal’ı evliliğe ikna etme amacı taşıdığı aşikâr. Zaten eminim dizi de, sonradan geri dönüş sahnesiyle bunu aktaracaktır izleyiciye.

Öte yandan ‘Siyah İnci’yi ve senaristlerini tecavüz bahanesiyle topa tutmanın gerçek yaşamla ve diğer yapımlarla ters düşeceğini de vurgulamak isterim. Hiç kuşkusuz tecavüz olayı iğrenç bir şey ancak bu iğrençliğin, gizli veya açığa çıkmış pek çok örnekle toplumumuzdaki erkek tablosunun bir parçası olduğunu unutmamak lazım. Yani tecavüzün kapalı kapılar ardındaki kurgusal varsayımına tahammül edilemiyor da… Kadınları aptal, mağdur, zavallı gösterip zengin erkeğe yamayan; rahat yaşam uğruna düzenbaz-sahtekâr haline getiren senaryolar daha mı iyi görülüyor? Yoksa bu dünyada erkeğin zorbalıkla kadına sahip olma gerçeği kökten silindi de, senaristler mi dizilerde işi abartıyor? Pekiii… Tecavüze dayanamadıklarını söyleyen izleyici kesimi, kadınların aynı adamın peşine düşmesini ve nikâhlı-nikâhsız aynı evde birlikte yaşamalarını sürekli gözümüze sokup adeta çok eşliliğin propagandasını yapan yöre-töre teraneleriyle bezeli, komediyle-aşkla soslanmış senaryolara niye reyting kazandırıyor? Bu saydıklarım ve niceleri kadını çok mu yüceltiyor, yoksa oralarda kadınların içine düşürüldüğü pozisyon tecavüzden daha mı az zararlı görülüyor da böyle diziler zirvede? Cevap meydanda.

Diyeceğim o ki; ‘Siyah İnci’ye yönelik ‘tecavüz’ bahanesi alenen maksatlı bir tavır olur. Üstelik mevcut bir sorunu yok sayarcasına kurgularda ele aldırmamakla, problemin sonlanmayacağı da malum. Yasalar iyi hal, vırt zırt gibi gerekçelerle suça hak ettiği cezayı vermediği sürece… Toplum, kadını ‘erkeğin elinin kiri’ olarak görüp aşağıladıkça… ‘Kadın, erkeğe itaat eder’ öğretisi çocuk yaştan beyinlere işlendikçe… Fatmagül’ün Suçu Ne dizisi misali pek çok yapım, sırf içeriğindeki tecavüz-şiddet abartısıyla izleyici çekecektir kendisine. Dolayısıyla burada asıl üstünde durulması gereken detay, ‘Tecavüz’ eleştirisiyle ‘Siyah İnci’yi izlenmeyecek dizi olarak görme hatasının ötesinde… Senaryo atmosferinin iyi kurulamaması ve karakterlerin özlerini tam bulamamasıyla gelişen yapımsal mantıksızlıklar! Örneklersek…

Berk Hakman’ın Vural’ın psikolojik durumunu layıkıyla hissettirdiği yapımda ‘Keşke’ diyerek ele aldıklarımızın dışında, Kenan’ın tablosu külliyen mantıksızlık. Minibüsü durdurup Hazal’ı alma sahnesindeki yapmacıklığı geçtim abisi Ahmet’e karşı sert tavırları neydi öyle? Adamın sakatlanmasına sebep olmuş ama maşallah konuşması, vicdan azabından çok uzak. Telefon fırlatma sahnesinde Ahmet’i bir dövmediği kaldı. Buradaki yorumu anlayan beri gelsin.

Vural’a ‘‘Hazal’ı sana vereceğim’’ deme pervasızlığındaki Ebru’nun ‘O Hayat Benim’deki Efsun’a özenip gelinliği sabote etmesi de kurgu kopukluğuna kurban! Caart diye yırtılan eteği unutan yönetmen, gelinliği hiç yırtılmamış gibi Hazal’ın sırtına geçirip ara olayı es geçmekte sakınca görmemiş. Hazal kör mü de fark etmedi? Yırtık ne oldu? Olayın devamı nerede? Velhasıl burada da kurgusal bütünlüğü etkileyen bir mantıksızlık sunuldu izleyiciye.

Yanı sıra iki yıllık turizm eğitimi alarak Ebru’ya çalışma temposunda fark attığı söylenen Hazal’ın ‘şef’ statüsünde olduğu halde garson gibi servise çıkması, bardakları kurulaması da mantığa ters. Ben tepsiyle içki servisi yapan şef görmedim. Şef dediğin, garsonlara eşlik eder, direktif verir. Kaldı ki, evlilik arifesindeki bir kızın gece vakti tek başına yata servis yapmaya gitmesi de mantıkla sunulmamış. Hani ev ortamına çalışmaya gitse anlayacağız ama denizin ortasındaki yata hemencecik koşturması, annesine-nişanlısına haber vermemesi çok saçma.

NETİCEDE; ‘Siyah İnci’ senaryonun değil, yapım ve yönetim anlayışının kurbanı! Zira senaryo, klişelerle dolu olsa ve dahi kısmen ‘Kara Sevda’nın yol haritasını hatırlatsa bile doğru düzgün işlenip yorumlandığında gayet ilgi çekici bir iş ortaya çıkartmaya müsait yapıda. Ancak ne hikmetse bu yola gidilmeyip ‘keşke’ dedirtecek türden mucitlikler sergilenmiş kurguda. Bu da hem karakterleri etkilediğinden, hem de yapımın özünü bozduğundan alınan reyting ortada!

Hal böyleyken ‘Vatanım Sensin’in yarışa katılmasıyla daha da zorlaşacak olan Perşembe rekabetçiliğinde ‘Siyah İnci’nin ilk ağızdan sönükleşen parıltısını bu tabloyla yakalamak kolay iş değil. Buna bir de Star ekranında yer almak için hazırlanan Babamın Günahları, Ufak Tefek Cinayetler, Börü gibi dizilerin varlığını katarsak… Ve kanalın Pazartesi ‘Söz’, Salı ‘Dolunay’, Cuma ‘İstanbullu Gelin’, Cumartesi ‘Fazilet Hanım ve Kızları’ ile güzel iş çıkarttığını; geri kalan günlerin kritik çizgide olduğunu düşünürsek… ‘Siyah İnci’ de iddialı başlayıp hüsranla gidenler listesinde yer alabilir diyorum. Şayet kendini toparlamazsa, en iyi ihtimalle yeniler devreye girene kadar mevcut günündeki varlığını korur. Sonrasında ikinci kuşağa çekilip yolcu edilir.

Mevcut haliyle hayal kırıklığı yaşatan ‘Siyah İnci’nin tez zamanda yarattığı anlamsızlıklardan ve kurgusal kopukluktan kurtulup sezon sununa dek ışıldaması temennisiyle…

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal