Sevda’nın Bahçesi’nde tutmayan taktik!

Sevda’nın Bahçesi’nde tutmayan taktik!

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

‘Her insan meyvesi ile tanınır’ demiş şiddet karşıtlığı ve eşitlik mücadelesiyle ünlü Martin Luther King… Nitekim dizilerimizin artan ihracatıyla övünüp büyük hedefler koyduğumuz ve İstanbul’daki IFTV - Uluslararası Film-Televizyon Forum ve Fuarı’yla hedefleri gerçekleştirme umudu taşıdığımız şu günlerde ekrana çıkartılan yeni işler de diziciliğimizin kapasitesini algılamak adına birer meyve durumunda. Peki, bu meyveler dizi sektörümüz adına övünç olabilecek türden mi?

Hiç kuşkusuz belli başlı örnekler mevcut, yerli diziciliğin yüz akı olarak. Ancak kolaycılık mantığıyla türetilen veya içerikten ziyade isimlere önem verip algısal mesajcılık avantajına sırt dayayarak ekrana çıkan ve iş bitiricilik taktiğiyle bezdirenler de bir hayli çok. Teşviklerle daha da artacak olan böylesi işlerin senaryoları öylesine basit yaratılıyor ki, içeriğin ana temasının izleyici aklını yok saymak üstüne kurulduğunu düşünsek yeridir.

Dahası böylesi dizilere soyunanların temel taktikleri, özgün öyküler türetmek yerine, önceden ekrana çıkanlardan alıntılarla yeni bir iş havası yaratmaktan öteye geçmiyor. Kadroyu da benzer mantıkla kurduktan sonra, gerisi elbet gelir bir şekilde, deniyor. Hem ‘Nasılsa tutar’ kafasıyla hareket edilmesi daha önceden işe yaramışsa ne gerek var, yenilikçilik sergileme çabasına girişmeye, değil mi ama? Zaten kurgulara, sanatsallıktan ve kaliteden soyutlanıp, salt iç piyasaya yönelik ‘ticari meta’ mantığıyla yaklaşan fabrikasyon dizi yapımcılığından fazlasını beklemek de hata. Nitekim ‘‘Sevda’nın Bahçesi’’ de bu boyutta.

Malumunuz, dizileri ilk bölümlerinden eleştirmeyi sevmeyiz. Fakat Birol Güven ile Murat Aras’ın imzasını taşıyan senaryosuyla Kanal D ekranındaki yerini alan ‘‘Sevda’nın Bahçesi’’nin yarattığı tablo öylesine ayan beyan açık etti ki kendini, eleştiri getirmek için beklemek hem izleyici hem de kendi namımıza haksızlık olurdu. Bu haksızlığı yapmamak için de dizinin taktiğini ilk ağızdan vurgulamak gerekti. Nedir buradaki taktik, diye bakacak olursak…

Şimdi efendim, ‘‘Sevda’nın Bahçesi’’ tam anlamıyla, insanların algıladığı kurgu dilini okumayı çok iyi bilen, Birol Güven’in taktiklerini yansıtan bir iş. Böyle olması da doğal zaten. Çünkü herkesin bir tarzı vardır ve o doğrultuda işler üretir. Ancak burada üstünde durulması gereken taktik yönü, belli kalıpları sürekli kullanarak kolaycılığa kaçılmasından öte alenen benzeşme hali… Yani daha net ifadeyle bir türkü tutturup her seferinde aynısının terennüm edilmesi bir yana dizinin kendisi gibi olmaması!

İşe de yaramıyor değil hani… ‘Seksenler’, ‘Çocuklar Duymasın’ gibi örnekler mevcut. Bunların yıllar boyu ilgi görmesi de, statükoculuğa kolayca adapte olma algısındaki izleyici karşısında doğru taktik uygulandığının ispatı. Gel gör ki, bu taktik genelde ‘komedi’ tarzı işlerde geçer akçe olmakta. Senaryo dramatikliğe soyunduğunda, izleyiciyi kalıplaşmış basitliklerle kafalama taktiği kolay kolay tutmuyor… Tıpkı ‘‘Sevda’nın Bahçesi’’nde olduğu gibi. Gelin, dizide gözümüze çarpan detaylarla birlikte bu taktiğin neden tutmadığının derinliğine inelim.

SEVDA’NIN BAHÇESİ’NDE GÜNEŞ’İ BEKLERKEN

Total’de dokuzuncu, AB’de altıncı olan diziye dair baş eleştirim, öyküsünün çıkış noktasının Kanal D’nin yalap şalap bitirilen dizilerinden olan ‘‘Güneş’i Beklerken’’le benzeşmesi!

‘Güzel bir hikâye güzel bir yemek gibidir. Her şey birbiriyle öyle uyumludur ki güzel bir hikâye de, güzel bir yemek de yüzleri güldürebilir’ filozofluğundaki Sevda’yı, masalcı teyze misali elde albüm geçmişin söylemiyle karşımıza getiren… Ve artık hiç kimsenin şaşırmadığı, sıradan, basit, alelade hikâyesini ‘Her aşk özeldir. Her aşkı farklı yapansa yaşattığı ilk acıdır’ diyerek kendince farklı biçimde dramatikleştirmeye çalışıp aktaran diziyi izlerken, bir anda ‘‘Sevda’nın Bahçesi’nde Güneş’i Beklerken’’ moduna girmiş buldum kendimi. 18 yıl önce aynı gün alınan en güzelle en kötü haberin, hamilelikle terk edilişi buluşturduğu noktadan itibaren adım adım yaşanan benzeşmede kıyaslama yapmak da kaçınılmaz oldu haliyle.

Kendisine biçilen ‘Sorunların adamı’ elbisesini bir kez daha giyerek aynı türden rolle karşımıza gelen Emre Kınay, bu noktada ilk kıyasımız. ‘‘Güneş’i Beklerken’’ dizisinde kızından haberi olmayan ve kurduğu yeni ailesiyle yaşayan bir ‘eski aşk-meçhul baba’ pozisyonundaydı. Kızı olduğunu bilmeden Zeynep’le okulda iletişime geçmişti. ‘‘Sevda’nın Bahçesi’’nde de Levent kimliğiyle benzer bir karakteri canlandırmakta. Sevda’dan sonra kendine aile kuran ve kızı olduğunu bilmediği Defne’yle ilk karşılaşmasında kaynaşan Levent’i, Cihan’dan ayıran detaylarsa… Birinin karısının baskısındaki başarılı sporcu, diğerinin karısıyla mutlu gibi görünen iş adamı olması. Tabii bir de çocukların cinsiyeti farklı. Gerçi buradaki Tolga’nın Defne’ye yakınlaşmasına bakıp onun Levent’in çocuğu olmadığını, Aylin’in geçmişinden geldiğini, Levent’in bunu sonradan öğrenerek karısından uzaklaşacağını söyleyebiliriz.

Benzeşme kıyasında Sevda da Demet’in versiyonu… Sanki ekolu konuşuyormuş hissini veren ve sanki eğreti gibi duran Sevda ‘Her değişiklik endişe yaratır insanda’ diyor ama hiç kaygılanmasın, ‘‘Güneş’i Beklerken’’le paralel yaratılan bu dizinin karakterlerine yüklediği değişik bir şey yok. O yapımdaki Demet’i izleyip izleyip tüyo alabilir. Ebru Aykaç’ın oyunculuğuna erişmesi imkânsız ama… Yine de bir ilham kapısı sonuçta.

Moda atölyesi işleten Demet’in yerine Sibel Can’ın canlandırdığı ‘şef’ Sevda’yı koyup, koşucu asi kız Zeynep’i de endüstriyel tasarım okurmuş gibi yapan atarlı kız Defne’ye çeviren dizide bir başka benzeşme Begüm Kütük’ün canlandırdığı Aylin’in Tülin’le örtüşmesi…

Ana karakterler tıpkılaşmalarla oluşturulmuşken yan tipler nasıl peki? Onlar da aşina olduklarımızdan. Eda, meraklı ve ‘Ben hissederim bak. Bu çocuk sana vurgun’ söylemindeki kanka klişesini yerine getirmekte. Levent’in ortağı Eray derseniz… Sanki ‘Çocuklar Duymasın’da dekolte kafa var, burada da bulunsun mantığıyla yaratılan komedi figürü gibi.

İki yapım arasındaki benzeşmeleri karakter bazından içeriğe çektiğimizdeyse… Görünen tablo, ‘‘Sevda’nın Bahçesi’’nin ‘‘Güneş’i Beklerken’’den türetildiğinin resmi! Orada Demet ile Cihan’ın ayrılık yaşayan birlikteliği ve gizli kalan hamilelikten gelişen güçlü kadınlık olayı vardı. Burada da Sevda ile Levent’in ayrılıkla noktalanan ilişkisinden ve söylenmeyen hamilelikten doğan bir hikâye mevcut. Annelerin, baba figürünü ‘öldü’ olarak göstermesi ve kızların hiç tanımadıkları hayali babalarını çok sevmeleri de aynısı. Demet, Zeynep’e deniz kazasında ölen kapatan baba hayali yaşatmıştı… Sevda da Defne’ye babasının yangında öldüğünü söylemiş. Acaba itfaiyeci miydi de yangında ölmüş, bilemedim. İlaveten Aylin’in burnu havada tavırlarını ve Sevda’yı lokantasında çalıştırmasından da köprü kurabiliriz. Bunun, ‘‘Güneş’i Beklerken’’de Demet’in Cihan’ın karısı Tülin’in de ortağı olduğu modaevinde çalışmasıyla ne farkı var? Dahası Aylin ile Teoman Kumbaracıbaşı’nın canlandırdığı Avukat Hakan’ın arasında, kocasının ilgisizliğinden bunalan Tülin ile sonradan şantajcılığa başlayan Cem gibi bir gizli ilişki gelişeceğini de tahmin etmemiz zor değil.

Şimdi bu tespitlere ‘Benzerlikler çoğu dizide görülüyor’ mazereti getirilir. Onlara da sözümüz; ‘Karakterlerle öykülerin aynı noktada buluşması bariz biçimde göze sokulunca… Hele bir de sunum, mantık hatalarıyla ve abartılı mesaj kafasıyla yapılınca bir başka iticileşiyor’ şeklinde.

‘‘SEVDA’NIN BAHÇESİ’’Nİ TARUMAR EDENLER

Nedense ‘‘Sevda’nın Bahçesi’’ bana ilk günden itibaren ‘‘Emrah’ın, Özcan Deniz’in yapımları tuttu. Ekrandaki şarkıcı-oyuncu merakında kadın versiyon da eksik kalmasın’’ mantığıyla yaratılmış kof bir iş gibi gelmekte. Nitekim Sibel Can’la prim yapmaya soyunan… Ve bununla da yetinmeyip ‘Kanatsız Kuşlar’daki Nefise misali mahzun duruşlu bir tip yaratan dizi, ilk bölüm performansıyla bu görüşümü boşa çıkartmadı. Sadece benzeşmesiyle değil, hatalı yönde algı yaratmaya müsait söylemleriyle ve mantık yersizlikleriyle de kofluk sergiledi.

Diziyi nahoşlaştıran mesajcılığın başında, kadınlara yönelik, ‘hamileliği, erkeği alıkoyma aracı olarak görmemeleri’ telkini gelmekte. Bu ilk bakışta çok doğru bir mesaj. Lakin kendisini terk etmek isteyen adama ‘Çocuğun olacak’ demek yerine, ondan babalığını gizlemeyi seçen ve bunu ‘onurlu davranış’ olarak dillendiren Sevda’nın tavrı gerçekte ne kadar doğru? Ayrılmak başka, baba olma hakkını gasp etmek başka… Hele bir çocuğu baba sevgisinden mahrum etmeyi ‘onurlu kadın duruşu’ olarak empoze etmek bambaşka! Dolayısıyla ‘‘Sevda’nın Bahçesi’’nin mantık yersizliği ve hatalı mesajcılığı ilk adımdan başlamakta.

Sevda olayındaki baş mantık hatasıysa, Sevda’nın, Levent’in kimliğinden habersiz oluşu! Adam birlik başkanlığına ve siyasete soyunacak kadar güçlü ve ünlü bir kişi ama Sevda Hanım onun izini kaybettiğini söylüyor. Bu durumda ya bu kadın 18 yıldır hiç gazete okumamış ve televizyon izlememiş ya da senaryo, izleyiciyi keklemekte sakınca görmemiş. Veya ‘‘Güneş’i Beklerken’’den ilham alınırken bu ayrıntı es geçilmiş. Cık cık cık… Yakıştıramadım doğrusu.

Yakıştıramadığım bir başka mantıksızlık, Seda’nın yemek yapmaya gittiği evde bulaşıkçılığa da girişmesi. Anladık ekip işi de, bu nasıl bir saçmalık böyle? Koskoca zengin iş adamının evinde mutfak hizmetlisi olmaz mı? Bulaşık makinesi de mi yok? Yemek şefi, bulaşıkçılık yapar mı? Öte yandan Sevda’nın Aylin’in teklifini ‘sigortalanma’ gerekçesiyle kabulü de mantıksız. Evde oluşturduğu catering olayını kayıtsız mı yürütmüş onca zaman da, SGK kapsamına girmemiş? Yani vergi kaçağı teşvikçisi konumundaki Sevda’yı köpürtme dramasında bu kadarına da pes.

Ayrıca bir diğer pes dedirten nokta, birlik başkanlarının gece hayatı olmaması gerektiği mesajcılığına da vesile olan Levent’in sosyal medyada hakkında çıkan yorumlara gösterdiği tepki… Ne o öyle, hemen beğenmediği yoruma karşı dava kozuna sarılma hevesi? Yani buradan fikir özgürlüğüne aba altında sopa mı sallanmış yoksa bu hevestekilere mesaj mı yollanmış? İsteyen istediği şekilde yorumlasın. Ben anlayamadım.

Bunun ötesinde Defne ile Eda karakterleri de kadını hizaya getirme mantığını hissettiren söylemlerle yüklü. Eda’nın internetten yüzünü bile görmediği biriyle buluşma hevesine ve Defne’nin telefon düşkünlüğüne karşı uyarıcı mesajcılığa sözümüz yok. Fakat annesine mutfakta yardım heveslisi Defne’nin, bütün zengin ve önemli kişilerin okula gitmediğini vurgulayarak, endüstriyel tasarım okumak yerine lokantada çalışmayı ön plana çıkartmasını hoş karşılamamız imkânsız. Bu iki mesajcılıktan, kızların okumasının gereksizliği ve internetin kızlar için tehlikeli bir mecra olduğu yönünde kısıtlayıcı mantık türetilebilir. Malum şimdilerde kadını eve hapsetme kafası sıkça karşımıza çıkmakta. Ayrıca yol ortasında yürüme aptallığı sonucu Tolga’yla tanışan Defne’nin ‘zengin koca bulma’ söylemi de, şaka bile olsa, kızları aşağılama merakını tetikler nitelikte! Yani karakterlere yüklenen misyon hep ikircikli.

Dizideki bir başka ikilem, Suriyeli göçmen mesajcılığı. Suriye’deyken üniversitenin piyano bölümünde öğretim görevlisi olan Hamdi Rahmani karakterini, ülkemize sığınan göçmenlerin aslında eğitimli-kaliteli kişiler olabileceğini ve burada mecburiyetten meslekleri dışında işlerde yaşama sefaletine düştüklerini resmetmek için kullanıp ‘Suriyelilere kol kanat germe’ mesajını veren dizide bu detay ölçülü. Ama piyano resitali diye üç beş nota tıngırdatılması komik. Hamdi’nin havai fişek sesini bomba sanma ajitasyonuna malzeme yapılan çocuklarının zengin evindeki sürpriz partiye getirilme ısrarcılığı da mantıkla bağdaşmayan abartılardan. Hani ‘Çocuklar Duymasın’da Hüseyin’in, kükrekliği ayarlanan anası Kadriye, Emine’yi fırsat bilip Haluk’un evine postu seriyor da gerçekte hangi zengin kabul eder böyle bir şeyi?

Zengin demişken… Lokantanın duvarlarının çoluk çocuk boyanmasına nasıl bir izah getireceğimi hiç bilemedim. Yahu bu küçük esnaf işi mi de imece usulü boyanıp dekore ediliyor mekân? Sevda kendi yerini açıyor olsa neyse de bu durumda tam saçmalık.

VELHASIL; Kimse alınıp gücenmesin. Benzerlik ve yersizliklerle iyice tarumar olan ‘‘Sevda’nın Bahçesi’’nin özü, özgünlükten uzak… ‘Ha Ali Veli, ha Veli Ali’ kıvamında… Taktik de, ‘Bozdur bozdur harca’ mantığında. Harcamasına harca da… Bir çırpıda Aylin’in Bahçesi’ne dönüşen ‘‘Sevda’nın Bahçesi’nde, ‘‘Güneş’i Beklerken’’ kafasını yaşatmaya çalışınca, kolaycı taklitlerin orijinallerin yerini asla tutamayacağı gerçeğini de akıldan çıkartma. Hani ‘Seksenler’ misali yaratılan ‘Doksanlar’ın tutmayıp yalan olması gibi. Taktik her zaman işlemiyor sonuçta!

Bu konuda son söz Platon’dan gelsin… Zeki adamlar söyleyecekleri bir şeyleri olduğu için konuşurlar. Aptallar konuşmaları gerektiği için. Söylenecek sözlerin bolluğu temennisiyle…

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal