Senaryo kısırlığında ekranın ‘Kara Yazı’sı!

Dizilerin kurtarıcısına dönen Sezen Aksu’nun ‘Küçüğüm’ parçası da olmasa duygusal açıdan hiç etkilenemeyeceğimiz bir performansla ilk bölümünü sunan ‘Kara Yazı’, hangi aklın ürünüyse tebrik etmek lazım.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Bizim ne çilemiz, ne kara yazımız varmış diye şikâyet eder dururuz ya… Gönlümüzün bir köşesinde hep bir şeylerin değişeceği umudu vardır yine de. Ama mantığımız bilir ki, kim ne derse desin, öğretiler adaletin er geç tecelli edeceğine dair söylemlerle dolu olsun hepsi boşadır. İnsanların serzenişlerine-umutlarına aldırmadan bildiğini okuyan hayat, baştan sona haksızlıklarla doludur. Kişisel çabalarıyla ayakta kalmaya çalışanlar okkanın altına gider de, başkalarını eze eze yol alanlara her şey altın tepside sunulur. Böyleleri her türlü pisliğe bulaşmalarına karşın pirüpak yollarında yürürler. Sözün kısası, savcısından cümle yetkilisine talimat verip iş bağlayanların gücü karşısında, hayat öyküsü en basitinden yazılan mazlumun çilekeşliği, değişmeyen ‘Kara Yazı’dır! İsyanlar, babalanmalar nafile.

Peki… Yaşamın içinde durum böyledir de türlü hayal gücüne yer vererek gerçeklerin karalığını üstümüzden atma imkânı sunan kurgu dünyasındaki tablo bundan farklı mıdır? Ne gezer. Orada da zengin her daim güçlüdür, kendi pisliğini örtmek için istediği gibi at koşturur… Adaleti sağlayacak kişileri parmağında oynatır. Sade vatandaş da bu düzenin içinde alta giden taraf olur her öyküde. Tek farkla, kurgulardaki zengin delikanlılar varoşun kızlarına abayı yakıp aşk uğruna ailesiyle mücadele başlatır. Böylece gerçek hayatın kara yazılarından yılanların içine umut kırıntıları serpiştirilir.

Gel gör ki, bu kolaycı kurgu şablonu da bir noktadan sonra tatmin etmiyor insanı. Gerçek hayatta karşılığı olmayışı bir yana, yine ve yeniden ısıtılıp ısıtılıp öne konan yemeğin mide bulandırıcılığı yaratıldı zira. Düşünsel yeteneklerden nasiplenmeyen klişeleri evire çevire kullanmayı marifet sayan dizi âlemi şimdilerde asker içeriklerine dadanmış olsalar dahi, zengin-fakir ikileminden bol abartılı dramlar türetmek halen en gözde senaryo türü. Az biraz değişimlerle peş peşe çıkıyorlar ekrana. Hal böyle olunca da yenilik üretmek yerine, bildik öyküleri tekrar tekrar kullanıp sabır tüketen senaryo kısırlığı, ekranın ve izleyicini ‘Kara Yazı’sı olur. Üstelik gelenin gideni arattığı beterlikte… Kanal D’nin tak takıştır, kopyala yapıştır havasını estiren ‘Kara Yazı’sı gibi!

‘KARA YAZI’NIN AYNILIKLARI ‘PES’ DEDİRTTİ

Dizilerin kurtarıcısına dönen Sezen Aksu’nun ‘Küçüğüm’ parçası da olmasa duygusal açıdan hiç etkilenemeyeceğimiz bir performansla ilk bölümünü sunan ‘Kara Yazı’, hangi aklın ürünüyse tebrik etmek lazım. Yani başlangıçtan itibaren inandırıcılıktan uzak ve başka işlerle aynılık gösteren halleriyle ‘Pes’ dedirten bir tablo bundan daha iyi sunulamazdı. Şöyle ki; Total’de 2.88 reytingle 14’üncü olup AB’de 2.99’la 9’uncu sırada yer alarak ‘Hayat Şarkısı’nın sonuçlarına rahmet okutan dizi, gösterişli isimlerle oluşturulan kadrosuna karşın içeriği ve karakterleri kabak tadı veren aynılıklarla yaratılmıştı… Ve dahi temposu bezginlik vericiydi.

Kendisine pek bir güvenilen ‘Kara Yazı’dan yayın öncesi ümitli miydim derseniz… Kadronun olumlu baktırma payı vardı ama… Doğrusunu söylemek gerekirse, özgün senaryo yaratma yoksunu diziciliğimizde çoğu oyuncunun benzer karakter tipiyle ekrana geldiği gerçeğinde, burada da yeni bir şey göremeyeceğimize emindim. Yine de, başta işaret ettiğim insani alışkanlıkla, gönlümün bir köşesinde umut vardı. Ancak açılış sahnesiyle birlikte bu umut ufaktan ufaktan solmaya başladı. Çünkü hemen her sahne klişelerle dolu olmanın dışında farklı yapımları da akla getiriyordu. Halil’in aile yapısıyla ve Mehmet gelişimiyle ‘Kara Ekmek’i hatırlatan dizi, Mehmet’in suçunu kapatmaya çalışan zengin anne figürüyle de ‘Dayan Kalbim’i çağrıştırıyordu. Tabii karakterlere odaklandığımızda bu aynılıkların bir de ‘Seviyor Sevmiyor’ halleri vardı. Bu doğrultuda dizinin kritiğine Zeynep Çamcı’nın canlandırdığı Yaren karakterinden başlamak istiyorum.

ZEYNEP ÇAMCI’NIN YAREN’İ YENİ DENİZ OLMUŞ

Yanıp küle dönüşen kâğıt, çürük elma ve küflü ekmekle her şeyin değiştiği konusunda ders vermeye kalkan… Ama aslında olayın değişimden ziyade ‘dönüşüm’ olduğu gerçeğini unutan Yaren öğretmen başlı başına değerlendirme kriteri. Bir yandan gecekondu ailelerinin ‘özel ders’ aldırabilecek konuma geldiğini gösterip ‘Bu dandik ders şekliyle de özel okul bursu sürdürülemez ki’ yorumunu yaptırırken, bir yandan da ‘Her şey değişir ama bizdeki kolaycı senaryo kafası değişmez’ gerçeğini ispatladı bize. Ama Yaren’in olayı bu kadarla sınırlı değildi. O, her ağzını açtığında ‘Seviyor Sevmiyor’un Deniz’i geliverdi aklıma. ‘Aşk kime yaramış da bana yarayacak’ diyerek doktor kısmeti tepen ve bakımsız erkeksi havalarda dolaşan Yaren’i canlandıran Zeynep Çamcı aynı önceki dizisinde olduğu gibi tek tek, kelimeleri eze eze, sertçe konuşurken mimikleriyle-tavırlarıyla da Deniz’i çağrıştırıyordu. Hani bir tek saçı düzdü.

Öte yandan karakterin gidişatı Deniz’le aynı doğrultuda! Halil gibi bir babaya kafa tutabilecek kadar özgüvenli takılan… Dershansiz Kimya kazanmayı süper zekâ görme övgüsüne mazhar olup, dershaneye gitmeden Tıp kazananlara saç baş yoldurtan Yaren’in fedakâr tavırları bir yana… İş olayı da Deniz’le aynı. Kabiliyetsiz Deniz, Tuna ile karşılaşıp moda dergisinde asistan olmuştu. Makyajdan anlamadığı halde make up kadrosu için başvuran Yaren de Mehmet’le karşılaşıp asistan oldu. Her iki rolde farklı kimlikle görünmesi de cabası!

Anlayacağınız Zeynep Çamcı’yı sevsek bile ‘Hoş geldin Deniz’ dedirten Yaren battı gözümüze. Artık dizilerin üst üste gelmesinden midir yoksa bu dik konuşmalı tipi sevildi diye midir, bilinmez yaratılan aynılık Yaren’e adapte olmayı engelleyici düzeyde. İnsan yeni bir karakter bilinci yakalamak için ister istemez tonlamada, duruşta farklılık istiyor. Tabii istemekle olmuyor… Replikler bile eski işle benzer yazılınca ‘Şu sıfatı iyi ezberle’ diye efelenen Yaren’de fark yakalama hevesi toptan güme gidiyor. İlaveten annesinin katili babasından sevgi görmek için sırnaşması ve ona arka çıkması da hasta ediyor. Karakteri biraz toparlayın derim.

‘HALUK’LAŞAN HALİL’İN YÖNLENDİRİCİLİĞİ TEHLİKELİ!

Aile olmayı ‘hamsi’ gününden ibaret kılan Halil, Emre Kınay’ı yine ve yeniden moduna sokup bir kez daha hırçın-psikopat baba rolüyle karşımıza getirdi. Emre Kınay’ın performansına sözümüz yok. Lakin ‘Güneşin Kızları’nda, vara yoğa esip gürleyerek Ali’yi kemeriyle döven tecavüzcü Haluk’tan sonra ihanet ve namus hezeyanına kapılarak kızlarına yüklenen katil Halil’in erkek yozluğunu izlerken dejavu yaşıyoruz adeta. Öte yandan Halil karakterinin sergilediği tavırlarla yarattığı örneklik, Haluk’tan çok daha tehlikeli boyutta!

‘Namus öyle bir şeydir ki, insan sınanmasın. Allah, her şeyi yaptırır insana. Allah o gücü verir. Ben dokuz yıl yattım, çıktım’ diyerek namus gerekçesiyle işlenen suçların Allah tarafından desteklendiğini ima eden Halil, erkeklerin ölümcül namus bekçiliğini haklı göstermekle kalmıyor. Aynı zamanda kızların bekâret testi gibi sefilliklerin, kadının namusuyla eşdeğer olduğu fikrini de beyinlere işliyor. Bu noktada adli tıp raporunun sonucunu Halil’e izah eden polis memurunun söyleminin çok çirkin olduğunu belirtmek isterim. ‘Ne olmuşsa önceden olmuş. Ama gönüllü, ama zorla. Bu saatten sonra anlaşılmaz’ diye dedikoducu mahalle karısı misali yorum getirmenin bir polis memurunun vazifesi olmadığı, söylem terbiyesizliği bir yana… Karşısındaki adamın namus delisi olduğunu göre göre yapılacak şey mi?

Kısacası; ‘İnsan kendi zaaflarının kölesidir’ diyerek felsefi takılan… Kediye su vererek hayvan sever görünen Halil’in şiddet ve baskıcılıkla dışa vuran yobazlığı üstünden kadın hakları konusunda söylem geliştirmeye çalışan ‘Kara Yazı’, Halil’in geri kafalı erkek kişiliğini o denli çekici dille sunuyor ki, kaş yapayım derken göz çıkartıp özendirici tehlike halini alıyor. Dikkat!

‘KARA YAZI’NIN MANTIKSIZLIKLARI…

Kendisi parasızlıktan kırılırken emeğinin karşılığını almama yüce gönüllülüğünü bir kez daha yedirmeye çalışarak yüceleşen Yaren’in ardından hoppacık ortanca Derya ile tanıştığımız dizide başka yapımları ve karakterleri hatırlatan aynılıkların dışında mantığın dibe vurduğu sayısız durum mevcut. Birkaçını saptamak bile dizinin neden ilgi görmediğini çözmeye yeterli.

Mesela hemşirelik yapmasına rağmen parasızlıktan şikâyet eden Derya baştan sona dayanaksız sunuldu. Ödemesinin çok olduğunu söylerken, ‘Baba baskısındaki bir kızın nereye ne masrafı olabilir ki, kişisel borcu kabarır’ düşüncesini aklımıza getiren Derya öyle bir babaya rağmen gece vakti korkusuzca geç saatlere kadar nasıl dışarıda kalabiliyordu? Ablası idare etse bile yine de Derya’nın böylesine rahat hareket etmesi imkânsızdı. Kaldı ki giyim kuşamıyla da Halil’in baskılayıcı karakterine tersti. Bu durumda işin iç yüzünü öğrenmeden karısını deşen namus delisi Halil karakteri sıfırı tüketmiş olmuyor muydu?

Bir başka mantıksızlık Mehmet ile babası arasında... Laf olsun diye şatafatlı hale getirilmiş ödül töreninde aile bireyleriyle birlikte paşa paşa oturan Oğuz Bey, bir bakıyoruz oğlu ödül için sahneye çıktığında kalkıp gidiyor. Peşinden koşturan oğluna ‘İş kuran adama önce sermayen ne kadar, kaça katladın diye sorarlar’ gibisinden trip atan Oğuz Bey’in bu tavrını anlayan beri gelsin. Oğluna sermayeyi veren kendisi olduğuna göre bu laf sokuşturması niye? Yok, oğluna düşmansan o vakit neden papyonlanıp geldin törene? Hani Halil’in çocuklarına baskısı geçmişten gelen travmatik namus meselesinden anladık da, Oğuz’un torunu dâhil evdeki herkesi hor görüp haşlamasının arkasındaki ‘dark story’yi kavrayamadık! Tüm yetkileri elinde tutan ‘Tek kişi’ mi olmak istiyor yoksa?

Bir de en samimiyetsizinden işlenen karakter olan Derya’nın uluorta kaçırıldığı yerde gece vakti kimi beklediğini henüz açık etmeyen yapımda, Oğuz’un gücünün ölçüsü de mantığı yerle bir eden cinsten. Arkadaş, hastane katının boşaltılmasını aklımız alır ama Kapalıçarşı’yı kapattırmak ne demek? Burada 4 bin dükkân var. Hepsi nasıl kepenk kapatıyor? 24 kapısı var. Buralardan girişi engellemek kolay mı? Bu çarşının tüm güvenlikçileri satılmış desek bunun dükkâncı boyutu ne olacak? Küçük bir pasajı kapatmıyorsunuz neticede. Kaldı ki, şantajcı gencin cesedini görüp ‘Eyvah eyvah. Bunu kim yapmış, nasıl olmuş’ gibisinden saçma sapan konuşmalar da açıkçası komedi. Nüktedan sözlü mafyatik işadamları sınıfından bir kez daha boy gösteren Haluk Bilginer’in Oğuz’unu yüceltmek için dahi olsa bu kadarı fazla.

Dizinin ilk bölümündeki hâkim karakter olan Halil’in tutuculuğu deseniz, ayrı bir mantıksızlık boyutu… Zira söylemiyle gördüğümüz tabloda çelişkilerle çok. Öyle bir adamın Esma gibi bir karısı nasıl olmuş? İSMEK’ten solfej öğrenerek Süheyla Cevher’e selam çakan kadındaki tip adamın tam zıddı. Hani ‘Kara Ekmek’te Pervin’le Selim de denk değildi ama Selim Halil gibi değildi. Halil’in Yaren’in öğretmenliğini kabullenmesi de soru işareti. Kız, tayini çıkınca çekip gitmeyecek mi? Ya Derya’nın hemşireliğine ne demeli? Yaren’i kefil alarak izin vermiş de… Gün boyu hastanede olan biri istediği gibi yaşamaz mı? Üstelik kızlar gayet serbest tavırlarda. Dahası evde bilgisayara, internete bile izin var. Ama bakıyoruz adam küçük kızının saçını namus meselesi görüp kestiriyor. Bu söylem tutarsızlığı değil de ne?

NETİCEDE; Savcısından hapishanedeki askerine… Hastanesinden çarşısına… Tüm emniyet güçlerinin ve toplumsal mekân görevlilerinin parayla satın alınabilecek yaradılışta olduğu fikri üstünden yol alarak anlamsızca gelişen bir cinayetle öyküsünü oluşturan ‘Kara Yazı’, ilk andan itibaren evlenene kadar korunması gereken namus-bekâret, ata-baba talimatına itaat, cak cuk gibi söylemlere yoğunlaşıp alenen kadın baskıcılığını savunur bir tablo yaratmış durumda. Bu unsurların üstünde böylesine çok durulması, üstelik bunun silah edinip kızını öldürmek çok normalmiş gibi davranan Halil’den yana ifadelerle sunulması hiç hoş kaçmadı. Uzun uzun bu tabloyu izletip ardından olayı, kara yazısını bozma mücadelesine girişen Yaren’in Mehmet’le göz göze gelmesine bağlamaksa, işi tam klişeleştirip iyice sulandırdı.

Diyeceğim o ki, ‘Kara Ekmek’teki Çetin misali istemeden katil olan Ushan Çakır ile ‘Seviyor Sevmiyor’ benzeri Yaren’lik eden Zeynep Çamcı arasında intikamcılıktan doğacak aşk halleriyle karalıktan aklığa dönüşüm yaşamayı hedefleyen ‘Kara Yazı’da yenilik adına bir şey yok. Emre Kınay ile tekrardan bir psikopatlık başlatıp Haluk Bilginer’le, derdinin ne olduğu belirsiz, karanlık baba tipi yaratmaktan da pek bir numara çıkmaz. Zira oradan buradan aynılıklar taşıyan senaryonun bir sonraki aşamada neler getireceği az çok belli. Oyuncuları da çaptan düşüren şu kolaycılıktan bir türlü vazgeçemedik gitti!

İçerikteki ‘Doğru, bazen nerede duracağını bilmektir’ sözü üstünden ilhamla… ‘Kara Yazı’nın yer yer itici gelen heyecansız senaryosunda kendine özgü bir gelişim yaratmasını ve aynılıkta nerede duracağını iyi gözden geçirmesini tavsiye ederek koyalım noktayı.

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal