Ruhu Olan Şehirler: Manastırda yaşam

Budist Lama hocamızın Kathmandu'daki bir manastıra gönüllülük esaslı daveti ile başladı her şey.

İrem Uysal İrem Uysal

Yıl boyu çalışıp, 10 gün sürecek olan yıllık izninizi nerede geçireceğinizi düşünmek keyiflidir. Nereye gideceğiniz, nereden ne kadar keyif alacağınız, ne yiyip ne içeceğiniz, neler göreceğiniz heyecanlandırır.

Yapılacak olanlar ise genel hatları ile bellidir. Konaklanacak bölge ve otel seçilir, uçak bileti alınır, ortalama bir bütçe belirlenir, kalacağın yer ve yakın çevresinde görülecek doğal ya da tarihi değerler kaydedilir, yeme-içme sektörü ve gece hayatı araştırılır.

Geriye sadece 'Tatilde kimle olmalıyım ve bavuluma ne koymalıyım?' soruları kalır. Hemen cevaplamak istiyorum. Tatile tek başınıza çıkın ve yanınıza da toplamda 10 parçayı geçmeyecek kıyafetlerin bulunduğu bir bavul alın.

Ben en çok Türk Kahvesi ve makinesini getirdiğim için mutluyum. Ver elini Paris kafasında olmadığım için de lüksü hiç yüklemedim omuzlarıma. Fakir olduğu söylenen bir ülkeye gidiyordum sonuç olarak. Gerçi kime göre fakir? Bunu da ayrıca yazacağım yazımın sonunda.

Ruhu Olan Şehirler: Manastırda yaşam - Resim: 1

Neyse ki, hepimiz yapamıyoruz aldım biletimi gidiyorum kısmını. Yoksa eminim kimse durduğu yerde durmazdı. Nitekim ben duramayanlardanım. Özgür kız kafalarından sebep bu haller.

Yaşadığım hayatı bile o kadar gezi-keyif moduna aldım ki; öğretmenlik yaptığım dönemlerde öğrencilerimle hafta içi sinema etkinlikleri, hafta sonları yakın yerlere geziler düzenlerdim. Hep bir aktivite. Yaş 30 ama ruhum 15 ben ne yapayım.

Tam olarak en sonunda istediğimi yaptım. Bir yerden başladım. Karar verirken, serüvenimin tamamen güven ilişkisine dayalı olması önemliydi adım atmam için.

Garantici olmam tutkularıma ters ama bir şekilde denk geldi. Şans benden yana diyelim. Tahtamın eksik olduğu bir kafam, yüreği fazla yemiş bir midem var. Adrenalin tutkusu, gezme merakı ve okumak her şey benim için. Ki yurt dışına dönüş tarihimi belirlemeden tek başıma çıkmış olmam 'en'.

Neyse ki güvendiğim insanlar aracılığı ile geldim. Budist Lama hocamızın Kathmandu'daki bir manastıra gönüllülük esaslı daveti ile başladı her şey.

Tam da Türkiye'de gönüllülük esaslı programları araştırırken oldu olan. İstifa edip biletimi almam ve kendimi Nepal de bulmam bir oldu. Gelirken de güzel dostlarım aracılığı ile bir yığın ilaç topladım.

Sonunda 1 ay geçirdiğim, depremden yara almış Manastırdaydım. Yüzlerce öğrenciden, onlarcası kalmıştı. Çoğunun ya annesi ya babası ya da Hiç kimsesi yoktu. Erkek yetimhanesi demek daha doğru olur.

Ruhu Olan Şehirler: Manastırda yaşam - Resim: 2

Gönüllü öğretmenler aracılığı ile eğitim görüp kendi ritüellerini öğrenip burada ki imkanlarla yaşayan onlarca çocuk. Gönüllü hemşirelik yaptığım bu yerde birçok yaraya merhem olduğumu düşünüyorum.

Karşılıklı sevgi ihtiyaçlarımızı karşıladık, içten gülümsedik, sımsıkı sarıldık, oyun oynadık, birlikte yemek yedik ve daha çabuk iyileştik. Kimin neye ihtiyacı var? Beraber oldukların sana bunu derinden hissettiriyor. Ve sen de onu ona sunmak için karşılıksız olarak harekete geçiyorsun. 6-17 yaş arası ballı lokmalar.

Hatırladıkça sizi gülümsüyorum yüreğimle...

Peki, Düzenli bir hayat için neye ihtiyacımız var? Paraya. Hepsini onun sayesinde yaşayabiliyoruz. Ben de onun sayesinde kavuştum, içinde huzur ve mutluluk olan bu harabe yere...

Sarı, kırmızı, beyaz, mavi, turuncu, yeşil, pembe... Rengarenk duvarlar mükemmel işçiliğin eseri. İçerideki heykeller, Buddha, Şiva, Green Tara ve koruyucuları. Altın sarı renk üzerine işlenen cıvıl cıvıl renkler ile göz göze gelir gelmez sizi içine alıyor sanki.

Büyüleyici. İnsanların saygısı ve bağlılığı o kadar çok ki en kirli yerde bile en temiz olarak görebileceğiniz alanlar heykellerin bulunduğu yerler. İşte bu yerde çocuklar daha sağlıklı beslensinler diye harcadığım para bana düzenli yaşamı sundu.

Her sabah 6'da uyanıp Boudhanath Stupaya geliş-gidiş bir saat süren yürüyüş ardından, dönüş yolunda tezgahlarında aynı çeşit sebze ve meyveleri bulunduran abi ve ablalardan tazecik kahvaltılıklar aldıktan sonra manastıra geri dönüp çocuklarla kahvaltı keyfini yaşadım.

Alışmam zaman aldı. Kendi sofralarımızın çeşitliliğinin yanı sıra burada her sabah yumurta yiyebilmek bir lükstü. Türkiyeden getirdiğim peynir ve zeytini az az yedim hemen bitmesin diye. Çocuklarla paylaşamazdım onlara yetmezdi. Bir süre sonra sadece onlara sunulanlara ortak oldum. Sabah kahvaltımı Tibet çayı, pişi ve yumurta ile yaptım.

Ruhu Olan Şehirler: Manastırda yaşam - Resim: 3

Öğlen ve akşam yemeğinde yağsız ve tuzsuz pirinç haşlaması, mercimek çorbası ve sebze yemeği yedim. Her gün aynı... Giydiğin kıyafet, saçının şekli, yediğin yemek. Tek fark iç huzur. Gelişen, seni besleyen, hücrelerine kadar işleyen. Bu sıradanlıktan hiç şikayet etmeyen çocuklar, bana alıştıktan sonra sanki kendi gözleri çok da farklıymış gibi benim gözlerime bakıp 'Gülünce küçülüyor.' diyerek dalga geçip eğlenen minnaklar. Asıl mutluluk onlar. Sadece görünen kısmı ile acı hissettiriyorlar.

İmkansızlık içinde mutlu olan çocuklar.

Sıcak su imkanları olmadığı için yıkananamayan, kaldığı odaların bakımsızlığı yüzünden vücudu yara bere içinde olan, çamaşır makineleri olmadığı için aynı lama kıyafetini yıllarca giyen çocuğun mutluluğundan bahsediyorum. Şubat ayının sabah soğuğunda yataktan çıkmak istemezken, kat kat giyinip kahvaltıya inerken, onlar tek parça bir bez parçasına sarınıp 6:30-8:00 saatleri arası lotus oturup Puja okuyorlardı.

Kahvaltı sonrası ders zili çalıp öğlen yemeğine kadar eğitim gördükten sonra öğlen tekrar buluşuyorduk. Yaralarını sarmak için koşa koşa gelirlerdi. Ufacık keretalar, sevimli böcekler, poposunda ki yarayı göstermekten utanan köşe bucak kaçan tatlılık abideleri.

Çocuk olmak çok güzel. Bana; (direk onların ağzından aktarıyorum) sizar sizar (doktor) diyerek görünen yaralarına bakmamı istemeleri ve benim onlara dokundukça içerideki derin yaraları hissetmem ve hiçbir şey yapamamam.

Elden ne gelir ki... Kast sistemi denilen bir gerçek var. Gezdiğim diğer manastırlarda özellikle hissettim bunu. Çok kızdım yine paranın gücüne. Üç tapınak yan yana, en tepede.

Baktığınızda sağdan sola sırasıyla Pullahari, Amitabha, Kopan manastırları. Pullahari sıradan fakat Amitabha resmen lüks. Diğer gurup arkadaşlarımın büyülenmiş halde duygularını ifade etmesine kızdım.

Olduğumuz manastır evet bakımsız, yıkık dökük ama huzurluydu. Ben kendi adıma bu şaşadan keyif almadım. Ünlü bir aktörün bilmem kaç milyon dolar yatırım yaptığı ve bağışçısı olduğu bir yerin hayranı olamazdım, çünkü beni besleyebileceği bir duygu yoktu. Çok lüks istesem eminim burada olmazdım. Kopanın bahçesini çok beğendim ama.

Kitap okuyan turistler, oyun oynayan çocuklar, sohbet halinde ki Lamalar. Her yer yemyeşil, temiz ve çiçek doluydu. Bu manastırlarda meditasyon eğitimi verilip misafirler bağış karşılığı ağırlanıyor. O yüzden çok talep gören bir yer olduğunu belirtmek isterim.

Fakat ben kendi manastırımdan çıkmak bile istemedim. Çocuklarımla mutluydum. Yine meditasyon eğitimi ve kültürel gezi için gelen diğer gurup arkadaşlarım da şahane insanlardı. Hepsi gönlünü ve parasını adayıp gelmişlerdi. Kimse normal değildi. Sorun yüklüydü yürekler.

Aynı odayı paylaştığım mükemmel kadınlarla geliş amacımız aynıydı ama hayat tecrübelerimizin, yaşanmışlıkların ve beklentilerin yaş farkına rağmen aynı olması inanılmaz bir gerçekti.

Hayatları belli bir noktada kesişen sizlere iyi bakın lütfen. Tanıyın sorgulayın nedenlerini niçinlerini. Kendinizden çok parça bulacağınıza eminim. Ve sizi çok başka yönlere yönlendireceğini.

Mesela, narsist bir adamın esaretinden kaçıp gelen kadının aşkla savaşı, yıllarını yoga ya vermiş ve eşi ile çok mutlu birbirinden farklı iki kadınlaydım. Narsist bir aşkın pençesinden kaçtım ve yoga üzerine eğitim alıyorum şimdi. Kendi olabilmek için oradaydı herkes. Tüm maskeler suyun içindeydi. O yüzden arada saf güven ve tertemiz duygular yeşerdi.

Sattığım arsayı alan ve ev yaptıran İstanbul'dan dünyalar güzeli kadın da oradaydı. Nasıl bir araya geldik çok enteresan değil mi? El ele kol kola manastırda bir yaşamı sürdürdük.

Türkiyeden gelen abimizin getirdiği çikolataları bisküvilere sürüp sürüp sinema gününde film izleyeceğiz heyecanı ile sağa sola koşturan çocularla paylaştık. Bizim kaldığımız katta sıcak su var diye tüm ufaklıkları sırasıyla keseleye keseleye mis kokuncaya denk yıkadık.

Mis gibi Huzur kokmalarının yanı sıra. Ne eğlendik ama banyo günümüzde. Ufaklıklar utancından kilodu ile duşa giriyor, başka kilodu da yok kuru kuru giysin. Utanç iste, masumiyet içerisinde.

Neyse ki diğerini gören bir cesaret soyunup soyunup geliyor sıcacık suyun altına. Sonra bizim patates lakaplı kuzucuk bir baktım banyoya çorapla girdi, unutmuş banyo yapma heyecanı ile. Hemen çıkarttık tabi başladık bıcı bıcı yapmaya.

Arkadaşları kafasında ki kistten dolayı bu lakabı takmış ona, o da çözüm olarak sürekli şapka takıyordu. Çocukluk, kimin lakabı yoktu ki. Duş bitti. O temiz vücutlarına yine aynı kıyafetleri giyerek mutlu bir şekilde ayrıldılar. Durum böyle olunca bağış kampanyası başlattık ve çamaşır makinesi alınması için ön ayak olduk. Alındı da...

Ve ilk çamaşırlarını sıraya girerek teker teker yıkattılar ve çıkana kadar da makinenin başında beklediler... Unutulmaz ve yaşanması gereken anlar. Yazarken bile tekrar hissedip, yüreğimden akıtıyorum göz yaşlarımı.

Kime göre fakiriz? Cebimde ki paraya göreyse evet, yüreğimde ki mutluluğun ve huzurun yüzüme yansımasına göreyse hayır. İkincisi en önemlisi bence. Sen iyi olunca ve beklentilerini yüksek tutmayınca hakkın olanı kesinlikle alıyorsun.

Konuştuğumuz çocukların yaşamı. Nerede bir çocuk görsem içim sızlıyor bu memlekette... Anne olmadan yaşadığım duygu kendi dünyama döndüğümde bana neler yaptıracak? Bilemiyorum.

Kendinizi, huzur, sadakat, hoşgörü, sevgi, vefa, yardımseverlik, mutluluk ve yürekten paylaşımların olduğu duygu ve davranışlarla beslenmeniz dileği ile.