Reyting hak yemenin televizyoncası

Haksızlık, hak yemek, hak yiyerek mağdur etmek… Dünyada her şeyin yolunda gitmesi ve adil-mutlu bir düzenin varlığı için yapılmaması gerekenler.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Haksızlık, hak yemek, hak yiyerek mağdur etmek… Dünyada her şeyin yolunda gitmesi ve adil-mutlu bir düzenin varlığı için yapılmaması gerekenler. Daha doğrusu insan gibi insan olmanın kuralı, haksızlık yapmayıp hakkını aramak! Nasıl ki Amerika’nın Müslüman Afrikalılarından olup insan haklarını savunurken suikasta uğrayan Malcolm X de ‘İnsan oIabiImek için, dünyadaki hakIarımızı istemek zorundayız’ sözleriyle vurgulamış bu gerekliliği.

Oysa insanoğlunun baş sorunu, şahsi kaygılarla hakkaniyetten uzaklaşmayı elzem saymak! Çıkar düzenlerini bozacak doğruları baskılamak için gerçeklerin saptırıldığı… Beleşten varlık gösterenin ihya edilip emek verenlerin karşılığını bulamadığı… Ve iyilerin yerine kötülerin kollanıp alkışlandığı yaşamın içinde nice mağduriyetler sergileniyor. En vahimi de, bu haksızlıkların tepkisizlik sayesinde vazgeçilmez pervasızlığa dönüşüp yaygınlaşması. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da dediği gibi, haksızIığı her kabuI ediş, daha büyüğünü doğuruyor.

Nitekim skandallarıyla dillere dolanıp kaliteyi harcama mekanizmasına dönüşen ‘Reyting’ olayında da durum bundan ibaret! Zira doğrudan maddi kazanımla bağlantılı. Dolayısıyla reklam alımını etkileme gerekçesi olarak görülen reyting yüzünden nice güzel yapımın veda etmek zorunda kaldığı gerçeğinde, ekrandaki yapım kalitesini şekillendiren bu mekanizmanın güvenilirliği de sorgulanmaya fazlasıyla ihtiyaç duymakta.

Hal böyleyken ‘Reyting’ ölçümlerinin gerçekten sağlıklı olduğunu söylemek mümkün müdür? Televizyon kanalları, reklam verenler ve bu âlemle ilgili cümlesi, gönül rahatlığıyla reyting sonuçlarının yapımların kalitesiyle doğru orantılı çıktığını iddia edebilir mi? Daha da önemlisi onca emekle çekilen işlerin kalıcılığını veya gidiciliğini belirleyen reytinglerin ölçümünü yapan mevcut sistemin hakkaniyete dayandığını kabul edebilir miyiz? Sorular, sorular…

Esasen son dönemlerde sayıları gittikçe artan dizi harcanmışlıkları… Hak etmeyen işlerin uzun uzun ekranda boy gösterişleri, kimi yapımların büyük farklar yaratan sonuçları… Ve dahi geçmişte ortaya çıkan skandallar tüm bu sorulara cevap niteliğinde. Lakin dizi harcamanın ‘otomatik’ hale geldiği ekranda, görünen köye kılavuz olup haksızlıkları mimlemek adına ‘Hak yemenin televizyoncası’ olarak da tanımlayabileceğimiz ‘Reyting’ olayını bir kez daha masaya yatırmakta fayda var. Anlayan anlar.

REYTİNGLERE İNANALIM MI?

Adaletsizliklerin alıp yürüdüğü yaşamda inanılacak-güvenilecek şeylerin sıkıntısı yaşanırken ‘Reytinglere inanalım mı’ sorusu biraz havada kalsa bile, algı oluşturmada büyük etken haline gelen televizyonda yaşanan olumsuzluklar da yaşamımızın bir parçası ve kabak gibi orta yerde durmakta. Çünkü geçim kaygısı ve maddi açıdan gelecek belirsizliğindeki insanımızın yegâne eğlence aracı televizyon. Bundan dolayı kitap okumanın lüks sayıldığı ve süresinin 1 dakika çıktığı ülkemizde televizyon yapımlarının çokça konuşulması, sorgulanması da normal. Yani ‘Tek derdimiz dizi reytingi mi’ denmemeli. Aksine reytinglerin gerçeği yansıtmamasının pek çok etkisinin olduğu düşünülmeli.

Şöyle ki; Hakiki tercihleri yansıtmayan sonuçlara bakıp geliştirilen içerikler, zekâya hitap eden işlerin ötelenme tehlikesini beraberinde getirmekte! Daha net ifadeyle, sağlıksız reyting ölçümü halinde dikkat geliştirip olumlu mesajlar veren ve yaşamsal anlamda uyaran işler yerine, şiddeti ve yozlaşmayı özendirici, maksatlı söylemler empoze etmeye müsait dizilerin yükseltilerek kalitenin önüne geçmesi kuvvetle muhtemel olmakta… Ki, bu durumu farklı örneklerle görüyoruz sıkça.

Anlayacağınız yeni dizilerin pat diye sonlandırılması, kalitenin hiçe sayılması önemli bir sorun. Bunun temelinde yatan reytingler de öyle. Peki… Sürekli duyduğumuz reyting nedir diye sorsak… Cevabın, izlenme oranı olarak geleceği muhakkak. O tamam da... Ama ya izlence kalitemizi etkileyen ve kanallar-reklam verenler için yapılan bu ölçüm gerçeği yansıtmıyorsa? O vakit reytingi, izlenme oranı olarak kabul edecek miyiz yine? Tabii ki hayır! Aslında özel kanallarının başlamasıyla birlikte hayatımıza giren reyting sisteminin mazisinin pirüpak olmadığını da geçmişteki skandallarla bilmekteyiz. Denek listelerinin yapım şirketlerinin eline geçmesi, öylesi böylesi nice marifeti dökülmedi mi ortaya? Döküldü. Öyleyse ölçüm işinin havale edildiği şirket değişince haksızlık olasılığının tamamen sıfırlandığını nasıl düşünebiliriz? Uluslararası kredi notu veren şirketlere dahi yanlı davranma ithamı yapılabiliyorken… Beşer şaşar neticede… Hele maddi getiri söz konusuysa! Yani temkinli olmakta fayda var.

Dahası reytinge inanmamızı engelleyen husus sadece beşerin şaşması da değil. Yönetiminde televizyon kanallarından, reklam şirketlerinden temsilcilerin yer aldığı ve dış denetimleri üniversiteler tarafından yapılan TİAK A.Ş. vasıtasıyla gerçekleştirilen ölçümlerdeki örneklem durumu da düşündürücü. Genelin temayülünü anlamak için onu en iyi temsil edeceğine inanılan bir kümeye bakmak, doğru karar verme hususunda yeterli değil ne yazık ki. Bu yöntem istatistiğin bir parçası olsa dahi… İngiltere Başbakanı Benjamin Disraeli’in ‘Üç çeşit yalan vardır; yalan, kuyruklu yalan ve istatistik’ sözünün doğruluğunu unutmamak lazım. Dolayısıyla 40 ilde minimum 4 bin hane olarak kararlaştırılan deneklerin 80 milyona yakın nüfusu temsil etmesi ve ‘karar verici’ pozisyonda görülmesi gerçekçi değerlendirme olmuyor. Zaten bilinçli izleyici de buna tepkili. Takip ettikleri kaliteli yapımların kaldırılmasına karşın vasatlıkta tavan yapan, zekâyla dalga geçen işlerin zirvede olmasını görmek ağır geliyor haliyle. Bu nedenle gerçekte nasıl seçildiklerini asla bilemedikleri ‘seçilmiş’ kitlesinin evindeki cihazla, dizilerin-programların kaderini tayin etmesini hazmetmeleri de güçleşiyor.

Ayrıca reyting işinin sadece bir cihazla sınırlı bırakılması, günümüz gerçeklerinden kopukluğa ve inandırıcılığı zedelemeye müsait bir olgu. Bir bakıyorsunuz hakkında sürüyle tweet atılan, bir yığın olumlu paylaşımda bulunulan ve heyecanla beklenen işlerin reytingleri yerlerde sürünür halde gelmiş. Bu normal mi? Yani bir dizi şayet o an izlenmiyorsa nasıl Twitter’daki gündemde onca yer bulur? İnsanlar nasıl o an oynamakta olan yapımla ilgili görüş belirtir? Şayet paylaşımlar doğrudan diziyle ilgiliyse o esnada izlendiği net! O halde sadece cihaz takılı hanelerin verilerine bağlı kalmak o yapıma haksızlık sayılmaz mı? Sayılır. Kaldı ki bu işin bir de internetten-mobilden izlenme ayrıntısı mevcut. Yani teknolojik gelişim ve dijital platformların mevcudiyetinde, bu ölçümün tek elden yürütülmesi fazlasıyla yanlış ve ‘Reytinge inanalım mı’ sorumuzu da olumsuz yönde etkileyen bir yaklaşım! Peki, bunun önüne geçmek için ne yapılabilir? Bakalım.

REYTİNGİ İNANDIRICI KILMANIN YOLU

Bana göre bu noktada izlenmesi gereken ilk yol, sosyal medyadan geçiyor. Evet. Sosyal reyting ölçümlerini yapanlar mevcut hâlihazırda. Fakat bu yapılan ölçümler ne oranda reklam verenlerce dikkate alınıyor ve dizilerin kaderini etkiliyor? Şayet dikkate alınsaydı yersiz finaller yaşanmazdı. O halde günümüzde geçerli olan ve yapısıyla şüpheleri kırabilecek bu yol yabancılar tarafından hayli önemsenirken, bizdeki sistem neden en basitinden Twitter’ı da ölçüm değerlendirmesine katmıyor? Bir diziyle ilgili atılan tweet sayısının reyting ölçümüyle korelasyon içinde olup olmadığına neden bakılmıyor mesela? İşte orası meçhul.

Oysa dizideki-programdaki hashtag’le atılan tweet yoğunluğu izleyici kapasitesini gösteren bir yöntem olarak değerlendirilebilinir. Yani TV’nin sosyal medya entegrasyonuyla bir yapımın ne oranda izlendiğini gözlemlemek, belli sayıdaki haneye takılmış cihaza ve türlü şekilde istismar riski taşıyan tekelleşmiş sisteme inanmaktan çok daha akılcı olmaz mı? Zira verimler arasında uyumluluk sağlayıcı bu yol, geleneksel reyting ölçümlerine oranla çok daha efektif olup daha güvenilir bilgi akışını sağlayacak nitelikte! Dahası kaliteli işlerin hakkının yenmesinin ve oyuncuların-senaristlerin kariyer hanesine hak etmedikleri başarısızlıkların eklenmesinin de büyük ölçüde önüne geçilebilir böylece. Tabii bir de Total denen kesimin basitliklere itibar eden zihinsel yapıda olduğu algısını kırmak var hesapta.

SON SÖZ: Tirajından, hit’ine… İstatistiğinden, reytingine… Her ölçümün sahtekârlık yollarını da beraberinde yarattığı malum. Yani hırsıza kilit dayanmaz gerçeği tüm alanlarda mevcut. Reyting inandırıcılığını sağlamak için bulunacak formüllerde de bu geçerli olacaktır kuşkusuz. Ancak bu demek değil ki, insanları sevdikleri dizilerden eden, sayısız haksızlığa yol açan sistemi şimdikinden daha inandırıcı kılmak için yapılması gerekenleri görmezden geleceğiz… Hedefimiz, hakların yenmediği bir dünyada yaşamak ne de olsa!

2017’nin sonuna yaklaşırken dijital platformlardan izlemeler reyting ölçümüne dâhil edilirken, ‘Reytingi hak yemenin televizyoncası olmaktan kurtarmak için sosyal medyaya başvurulması çok iyi olacaktır’ diyerek ve reytingin ötesinde formülünü bilenin reklamı kapıp ayakta kaldığı vurgusunu yaparak koyalım noktayı.

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal