Özgürlüğün Elli Tonu Kayhan’a karşı!

Özgürlüğün Elli Tonu Kayhan’a karşı!

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Sinema ve televizyon, kurgularla yaratılan özgürleşme özelliği bir yana, günümüz insanının en önemli eğlencesi konumunda. Zira kurgular, insanların ve toplumların iç dünyalarını dışa vurmada en iyi araçlardan biri! Ancak bu eğlence araçlarının her zaman yeterli tatmini sağlayamadığı da bir gerçek… Nitekim Oscar heyecanına sayılı günler kala beyazperdede yer alan yapımlara baktığımızda ciddi anlamda kayda değer özelliklerde olup sinema heyecanının hakkını veren yapım olmadığını görmekteyiz. Hani ‘Bir film bir şairin yüreğindeki göz olmadıkça asla gerçekten iyi değildir’ demiş ya Orson Welles… Son zamanlarda tam da bu sözün işaret ettiği doğrultuda filmlerle dolu beyazperde! Özellikle de yerlilerin tablosu böyle.

Uzunun uzunu süre problemiyle ne yapacağını bilemeyen ve sürekli artan rekabetten dolayı farklı senaryo yaratma sıkıntısı günden güne büyüyen dizi sektöründeki içerik vasatlığı sinemamızda da aynen kendini göstermekte. Yaratıcılık olayı sıfırı tüketmişken doğru dürüst bir karakter ve konu ortaya çıkamıyor sinema sektörümüzde. Ya benzer filmler dizi tadında üretiliyor ya da televizyonda veya sosyal medyada ilgi gören tipler üstünden iş yürütülmeye çalışılıyor. Dizicilerle filmciler çoğu yapımda aynı olduğu için fark beklemek de boş zaten.

Öte yandan sunumları, oyunculukları ve içerik dilleriyle sinema olayının hakkını daha çok veren yabancı filmlerin de senaryo açısından geçmişteki kadar yaratıcı olamadıkları malum. Yorum gücüyle ve teknolojik olanaklarla öne çıkan yabancıların senaryoları için seçtikleri kaynaklar, genellikle ya tarihin içinden kesitler ya da romanlar olmakta. Tabii geçmişteki filmlerin yeniden çekimleri de mevcut. Anlayacağınız yabancılar kanadında da gişeye oynama mantığı eskisinden daha fazla sanatsal yaratıcılığın önüne geçmeye başladı. Hal böyleyken biz de işgal ettikleri salon sayısıyla bu haftayı ‘‘Özgürlüğün Elli Tonu Kayhan’a karşı’’ kıvamına getiren, iki gişe filmini değerlendirelim dedik.

‘ELLİ TON’UN ÖZGÜRLÜĞÜNDE NE BULDUK?

Dünya çapında çok satan E.L. James’in ‘Elli Ton’ isimli erotik roman üçlemesinden sinemaya uyarlanan seri, 2015’teki ‘Grinin Elli Tonu’ ile başlatmıştı beyazperde yolculuğunu. 20 yaşındaki edebiyat öğrencisi Anastasia Steele ile genç işadamı Christian Grey’in bir röportaj vesilesiyle tanışmasıyla atılan ilk adım, romantizme eser miktarda yer verirken değişik cinsel fantezileri olan Grey’in arzuları ve kırmızı odasındaki oyuncaklarıyla işi götürmüştü genelde.

Ana’nın siyahla beyaz arasında kalıp grilikte karar kıldığı ve ‘Efendi’nin oyun tutkusuna ayak uydurmakta pek de sakınca görmezken, kurnazlığı da elden bırakmayıp kendini ağırdan satma formülü geliştirdiği bu evrenin devamında ‘Karanlığın Elli Tonu’ gelmişti. Grey’in kimine göre sapkınlık sayılacak fantezi dünyasının temeline inilip küçük yaşta kendisinden büyük aile dostu kadın tarafından tacize uğraması ve cinselliğinin mazo-sado deneyimlerle hastalıklı biçimde şekillendirilmesi anlatılmıştı. Bu meyanda Ana-Grey ilişkisi de, karanlık sırların gerilimi ve ayrılık kararı arasında bocalayıp, birliktelikte karar kılınarak daha bir şekillenmişti ilk bölüme kıyasla. İlaveten Ana’nın patron tacizine maruz kalmasıyla gelişen aksiyonlar da sıkıştırılmıştı, ifade tarzı hiç de erotik olmayan erotik seansların arasına.

‘Yakışıklı ve zengin erkeği avlamak için her forma girerim’ gerçeğini, Grey sayesinde hak ettiğinin üstünde terfi alarak yükselip lükse boğulan Ana’nın abartılı masumiyeti ve ‘hazır kız’ olma halleriyle ortaya koyan serinin finalindeki ‘Özgürlüğün Elli Tonu’na gelince… Burada da yine bildik terane yerli yerinde! Yani ‘Kırmızı-Mor’ şifreli cinsel oyun tutkusu ve görev gibi icra edilen beden şov arasında romantiğimsi olmaya çalışan… Ama gerçekçi duygu veremeyen ikilinin zenginlikle gelişen havalı muhabbeti hâkim filmin özüne.

Evliliğe giden yolda sevgi, saygı ve sadakat yeminiyle açılışını yapıp koşulsuz sevgi sözleriyle karı-koca olan Ana ile Grey’in duygu fakiri mutluluk tablosundan konuya giren ‘Özgürlüğün Elli Tonu’, kocasının zenginliğinin ölçüsünü fark edemeyecek ve uçak sahibi olmasına şaşacak kadar saf(!) görünen Ana’nın dört ayak üstüne düşmesini izletmenin ardından teşhirci balayı şatafatına geçip mini turistik gezi yaptırıyor seyircisine.

Meme diyarında meme gösterip fark edilebilmek için ünlü birisi olmak gerektiğini, magazin medyasına taş atarak saptayıp en hissizinden ceza oyunu sergileyen filmin kırılma noktasıysa, iki tane. Bunlardan ilki, Grey Şirketi’ne gelen gizemli ziyaretçinin gerçekleştirdiği ufak çaplı patlama… Diğeri de Ana’nın zamansız sürprizi. Bunlar layıkıyla değerlendirilmiş mi peki? Her iki kırılma noktasından doğanların çok kestirmeden verildiğini düşünsem de uyarlamanın elinden gelen bu neticede. Kitaptan daha kestirme biçimde işlenen seride bundan sonrası nasıl devam ediyor derseniz… Onun cevabı da filmde.

Filmle ilgili gerçeği en kestirmeden saptamanın ardından gelelim önceki bölümlerden akla takılan soruların cevaplandırarak açık nokta bırakmadan sonlanan ‘Özgürlüğün Elli Tonu’ bize hangi mesajları verdiğine… Bunları izah etmenin en iyi yolu maddeler halinde vermek.

-Filmin en baş mesajı, kadının erkeği avucuna aldığı andan itibaren kendi kurallarını dayatmaya başlaması olmakta. Yani görünürde her şey aynı ama özünde roller değişmekte.

-‘Özgürlüğün Elli Tonu’nun önemli mesajlarından bir diğeri, evliliği, erkeğin kendi iktidar alanını yavaş yavaş kaybettiği ve kadının özgürlüğünü ilan ettiği bir süreç olarak göstermesi… Ki, Grey’in dönüşümü bu noktada çok iyi kullanılmış.

-İş dünyasında yükselen kadınların zengin erkek desteğinden faydalandığının, çalışmadığı halde terfi alan Ana üzerinden resmedilmesi de ‘Elli Ton’un finalinde yansıyanlardan.

-Kadın çalışanların erkek patron tarafından taciz edildiği halde şantaj ve deşifre olma korkusuyla nasıl suskunlaşıp kötü emellere alet edilebildiği gerçeği de içerikte mevcut.

-Tacize uğrayan kadınların yasalarca yeterli biçimde korunamadığını gösteren film, aynı zamanda taciz edenin her daim ‘O istedi’ savunmasını yapabileceğini ve yasa gereği ‘saygın duruş’ gerekçesiyle salıverilme olanağından faydalanma haksızlığını da ele almakta.

-Evlenen erkeğin soyadını kullandırma dayatmasını, Grey-Steele çekişmesiyle veren içerikte kadının çalışma hayatına müdahale ve sahiplenme dürtülü kıskançlığın, statüsü ne olursa olsun, her erkeğe mahsus bir alışkanlık olarak süregittiğine de şahit oluyoruz ayrıca.

-Evlilik hallerinin yüzeysel geçildiği yapımda bir diğer mesaj, zengin erkeklere sarkan kadına had bildirme görevinin bizzat erkeğe değil de yine kadına düştüğü! Çok eğreti verilen ve komik bir müdahaleyle hemencecik koflaşan ‘Mimar kadın’ çeşnisi buradaki örnek malzeme.

-Erkeklerin karılarıyla yaşadıkları fikir ayrılığında birlikte konuşup halletmek yerine çekip giderek dertleşmeyi ve teselliyi eski ilişkilerinde aramaya yönelme yozluğu da, filmdeki bir diğer gerçekçi mesaj.

-Eşit şartlara sahip çocukken ‘kader’ denilen olgunun her şeyi değiştireceği hakikatini Jack Hyde ile gösteren final bölümünde kişinin karakterinin içinde büyüdüğü ortamla ve sahip olduğu maddi olanaklarla şekillendiği vurgusu da mevcut. Her ne kadar Ana aksini iddia etse de kötü bir aile ortamında büyümek kişiyi hırslı yapıp yanlış yola itebilir!

-Nihayetinde cinselliğe odaklanarak yaşayan erkeklerin hayatlarını disipline edecek çocuk olayına yaklaşımları da, kadının en büyük özgürlüğünün aşk ve cinsellik değil ‘çocuk’ olduğu gerçeğine mim koyan ‘Özgürlüğün Elli Tonu’ndan yansıyan detaylardan.

Neticede diyeceğim o ki; ‘Elli Ton’un özgürlüğünde işaret ettiğimiz mesajların ötesine geçen ekstra bir özellik bulmak mümkün değil. Lakin içerik istediği kadar dişe dokunur olmasın, karakterler çokça yüzeysel kalsın… Seks ve erotizm temel malzeme yapılmışsa, o iş her zaman parlar. ‘Elli Ton’ üçlemesi de bu gerçekle hem kitap hem de film olarak bolca satanlardan.

‘KAYHAN’: DAĞ FARE DOĞURDU!

Televizyonun, kitlelere hitap etmedeki engin gücüyle, pek çok ismin ünlenmesine olanak sağladığı malum… Şahan Gökbakar da, ‘Zıbın’ ile attığı ilk adımın devamını ‘Dikkat Şahan Çıkabilir’ programındaki skeç karakterlerinin gördüğü ilgiyle getirerek, sinemada şansını deneyen ve ‘Recep İvedik’ fırtınası estiren bir örnek! Sinemadaki gişe rekorlarının yanı sıra televizyon kanallarında da defalarca yayınlandığı halde sürekli yüksek reyting alarak izleyicideki mizah algısına ayna tutan ‘Recep İvedik’ karakterinde, magandalığı ve argoyu şovumsu içeriklerle harmanlayıp komedi niyetine işleyerek kendine has bir tip yaratan Gökbakar’ın yeni cevheri de ‘Kayhan’…

Sürekli ‘Neden’ diye sorgulayışlarıyla ve sözde saf çocuk kişiliğiyle o dönem ‘Dikkat Şahan Çıkabilir’in sevilen karakterlerinden olan ‘Kayhan’ın sinemaya uyarlanması gişede ve izleyicide ‘Ne umdum ne buldum’ hali yaratır mı bilinmez ama… Televizyon skeçlerinde, dış görünüş açısından birbirlerinden farklı olsalar dahi, yorum biçimleriyle fazlasıyla benzeşen tipler sergileyen Gökbakar’ın ‘Kayhan’ı en kestirme ifadeyle ‘Dağ fare doğurdu’ kıvamında!

Galasına katılan ünlü azlığı yönüyle magazine malzeme olan… Metin Akpınar’ın 80’li yıllardaki ‘Kibarcık’ tipine benzeşmesiyle gündemde yer bulan ‘Kayhan’ın öyküsü, İstanbul’daki okulun pilav gününe katılmak için Ankara’dan çıkılan maceralı yolculukla başlamakta. İyi niyetli ve fazlasıyla hevesli karakterimizin kırılma noktası da, sınıfının yegâne temsilcisi olarak mevcudiyet gösterdiği mezuniyet günü törenindeki okul yıllığı hediyesi! Katıldığı töreni hallaç pamuğu gibi attıran ‘Kayhan’ mezuniyetinde alamadığı ve özel olarak bastırılan yıllığı eline geçirince büyük hayal kırıklığı yaşıyor. Çünkü sınıf arkadaşlarının kendisiyle ilgili tek bir olumlu görüş bulamıyor orada. Okudukça da kinleniyor hepsine. Bundan sonra kim tutar Kayhan’ı… ‘Dost bildiklerim düşmanmış’ moduna giren tipimiz intikam yemini ederek koyuluyor işe. Bu meyanda da ne yazık ki ‘İvedik’leşiyor her haliyle.

Recep İvedik’in saç-sakal traşlı ve dişlek tipi olarak kaba saba icraatlarını sürdüren ‘Kayhan’ espri inceliğinden nasiplenmeden yol alırken, kadın söylemi üzerinde yaptığı sözde komediyle de tıpkı İvedik gibi yine kabalıkta sınır tanımıyor maalesef. Dahası sadece dışlanma ve ezilmişlik sendromuyla sağa sola çatması yönüyle değil, konuşması ve her tavrıyla da Recep İvedik’i anımsatıyor çokça. Sanırsınız dış görünüşüyle farklılaşan ‘Kayhan’, karakteriyle kendine has bir tip olarak yaratılmamış da İvedik’in okullu hali çevrilmiş!

Neden? Neden? Neden? Çok mu zor yeni tipe yeni karakter kazandırmak? Çok mu uğraşmak lazım farklı tadı verecek, farklı bir hava solutacak, gerçek komediyi yansıtacak özgün bir kişilik çizmek? Evet zor! Şayet basitlikten ve kabalıktan doğan komedinin meyvesini yemeye odaklanılmışsa… Tek adamlığa soyunulmuşsa dön baba dönelim tarzı işlerle seyircilerden alkış beklemek alışkanlığa dönüşüyor çabucak. Hal böyle olunca ‘İşin Aslı’ skecinden akıllarda yer eden ‘Kayhan’ı bekleyenlerin hevesi kursağında kalmaz mı? Kalır tabii… Ama her baklanın da bir alıcısı oluyor, düşünmeyi sevmeyen toplumlarda!

Sonuçta; ‘Celal ile Ceren’de beni gerçekten güldürmeyi başaran ve kendi kapasitesini layıkıyla ortaya koyan Şahan Gökbakar’ın yeni tip yaratmak yerine kendini tekrara düştüğü gerçeğini açık seçik sergileyen ‘Kayhan’ını hiç gözüm tutmadı. Çünkü tek karaktere odaklı komedi üretmenin nasıl yozlaştırılacağının ve eğlence anlayışını magandalıkla-abartıyla özdeşleştirmenin kopyacı örneği gibi… Dahası, ‘Recep İvedik’ serisinin devamını çekerken ‘ara sıcak’ olarak beyazperdeye sürülerek kabalığa ve abukluğa gülmeyi sevenleri memnun edip gişe yapmayı hedefleyen ‘Kayhan’ın, içeriğinde intikam deccaliğiyle okul sakinlerini haşat ederken sinemada da, komedi deccalliğine heveslenen yapım konumunda boy gösterdiği de bir gerçek. Bu doğrultuda Metin Akpınar’ın ‘Kibarcık’ karakterine benzetilse dahi mizahi incelik ve sunum açısından arasında dağlar kadar fark olduğu gerçeğini de işaret edelim.

SON SÖZ; Beyazperdede cinsel fantezilerin karanlık yönünü kadın kurnazlığının yarattığı özgürlükle buluşturan ‘Özgürlüğün Elli Tonu’, kabalığın sayısız halini tek tipte buluşturarak güldürmeyen komedi üretme tablosu sergileyen ‘Kayhan’a karşı yol alırken… Sinemadaki kendini tekrara hallerinin en az dizilerdeki kadar problem oluşturduğu, içerik kalitesinin önemsenmediği gerçeği de çıkıyor açığa. Bu durumda herkesin tercihi kendine diyelim…

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal