Oyunbozan ezber bozuyor ama...

‘Oyunbozan’ın felaketi hangisi oluyor diye düşünmeden edemiyorum doğrusu. Yanlış gün mü, yanlış kanal mı? Yoksa izleyicinin algı kapasitesi mi? Görünen o ki ‘Oyunbozan’ın felaketi, bunların hepsi!

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Oyunbozan’ın işi zor mu?

Oyunun, insanın ilk sanatı olduğu söylenir. Doğrudur. Çünkü hem yaratıcılığa ayna tutar, hem de karaktere. Dolayısıyla ‘oyun’, çocukluktan itibaren yaşamımızın vazgeçilmez bir parçası. Tabii yıllar ilerledikçe bizi sarmalayan oyunların da şekli şemali değişiyor. Küçüklüğümüzde kendi kendimize kurduğumuz oyunlar eğlence kıvamında. Lakin başkalarının kurgulayıp dayattığı oyunların içinde debelenen büyüklerin dünyasındakiler masumiyetten soyutlanmış, hesapçılığa dayalı. Öyle ki, bu oyunda kazanan olmak için Albert Einstein’ın ‘İlk önce oyunun kurallarını öğrenmelisin, sonra da herkesten iyi oynamayı’ sözüne göre hareket etmek gerek.

Öte yandan bu çarkın içinde oyun kuranlar var olur da, ‘Oyunbozan’ bulunmaz mı? İlla ki bulunur. Ancak ‘Oyunbozan’ın işi, oyun kuranlardan daha zordur. Zira mevcut sistemin işleyişine çomak sokmaktır ‘Oyunbozan’lık! Bununla birlikte zoru göze alıp yola çıkanların elinden gelen her şeyi yapmaktan çekinmeyeceği de kesin. Nasıl ki, Altuğ Küçük imzalı Show TV’nin yeni dizisinde olduğu gibi!

‘OYUNBOZAN’, EZBER BOZAN BİR İŞ OLDU!

Yapımcı-yönetmen-oyuncu-kanal hâkimiyetindeki dizi satrancında senaristlerin payına ‘piyon’ olmak düşmüşken, ‘Oyunbozan’lığa soyunup ezber bozan bir senaryo yaratmak, takdire değer bir cesaret işi. ‘Bir Osmanlı Polisiyesi’ olarak ekrana çıktığında yabancı dizileri aratmayan yenilikçilik sergileyen ‘Filinta’nın mimarı Altuğ Küçük, yaratıcı senarist kalemiyle bir kez daha bu cesareti göstermiş.

Lakin reytingler bazındaki izleyici kesiminden olaya baktığımızda, bu cesaretin ‘aptallık’ gibi yorumlanması da mümkün. Zira yerinde sayan konularıyla iç bayan klişe işlerin, bozuk şiveli eğlenceliklerin basitliği dururken kapsamlı ve hızlı gelişimli dizilerin tercihi onlara göre zor. Öte yandan dizinin iç dinamiklerinin çokluğundan kafası karışıp ‘Ne ararsan var’ diyerek eleştirenler de çıkabilir… Ki, bunları da ‘Söylenenlerin değeri karşındakinin anladığı kadardır’ mantığıyla yorumlayıp ‘algı’ meselesi şeklinde değerlendirmek mümkün. Bizim açımızdansa önemli olan, ekrana yeni soluk getiren bu cesareti alkışlamak… Cesaretle aptallık arasındaki ince çizginin yerini algılayabilecek, farkı fark edebilecek zekâya sahip olmak ve bu noktada türlü varyasyonlar sergileyerek konusunu geliştiren ‘Oyunbozan’ın tadına varabilmek.

Kısacası; ‘Cesaretle aptallık arasında ince bir çizgi vardır’ diyor ya, Serhat Tutumluer’in usta oyunculuğuyla devleşen Mahir Yamaner… ‘Oyunbozan, ezber bozabilir’ yazımı boşa çıkartmayarak ekranda ezber bozan ‘Oyunbozan’ın durumu da işte o hesap! Anlayana.

‘OYUNBOZAN’IN KARAKTERLERİ ÇOK BAŞARILI

Medya patronu Mahir Yamaner’in başarı hikâyesi ve hakkındaki bilgilerin çalınma girişiminin ölümcül sonucuyla açılışını yapan ‘Oyunbozan’, ilk sahnesinden itibaren farklı bir yapım olacağını ispatladı bize. Nitekim kötülüğün kurduğu oyunların kolay bozulamayacağını gösterirken, aynı zamanda organ ve ilaç alanındaki yasa dışılıklarını medya başarısıyla maskeleyenlerin dünyasına açtığı pencereden piyonların nasıl kolayca harcanabileceğini de izletti… Yabancı yapımları aratmayana bir işleniş biçimiyle.

‘İnsanları sevdikleriyle imtihan edersen daima kazanırsın’ diyen Mahir’in ‘Bu daha başlangıç önümüzdeki yıllar çok şeye gebe’ tüyosuyla zaman atlaması yaşayıp 2016 yılına taşınan ve İstanbul’undaki bir hastane ortamında koşturan cerrah Emre’nin intikamcılık öyküsüyle iki kardeşin teyze evindeki sığıntılığını sergileyen ilk bölümde Selin’in cinayetindeki oyunu çözmek için Ece’nin kurban ediliş sürecini bıktırmadan veren dizi her açıdan başarılıydı.

Medyanın yanı sıra tıp dünyasındaki al gülüm ver gülüm hallerini yansıtan bu bölümde, karakterleri kısa ama vurucu detaylarla vererek topluca tanıtıp öyküsünün derdini açık seçik ortaya koyan ‘Oyunbozan’da gördük ki içi boş, öylesine yerleştirilmiş karakter hiç yok. Rolünde sırıtan, karakterle uyum sağlayamayan oyuncu da çarpmadı gözüme. Hem zaten üç farklı dünyadan kesitler sunarak ekrana gelen yapımda, karakterler öylesine net tasarlanmış ki aksi olması imkânsız. Serhat Tutumluer’in Mahir’ini ayrı bir başlık altında incelemek üzere diğer karakterlere baktığımızda…

Hüznünü, alaycı ve umursamaz tavırlarla baskılamaya uğraşıp kaygıyla, kayıtsızlığı buluşturan ve ‘Güçsüzler, güçlülere itaat eder’ diyerek acımasız yönünü ortaya koyan Emre’nin karmaşık kişiliği mesela… Doktor Emre, hayat kurtarmaya çırpınırken bir yandan da tıbbi müdahalenin kişisel amaç uğruna şantaj unsuru yapılabileceği ikilemini abartısız bir üslupla aktardı bize. Dolayısıyla bir kez daha havalı ‘Doktor’ kimliğiyle karşımıza gelen Barış Kılıç için doğru seçim diyebiliriz rahatlıkla. Tuvana Türkay’ın Ece’sinin gecekondu dünyasında sunduğu hüzünlü tablo deseniz… Barındırdığı tezatlarla baştan bir parça anlamsız gelme riski taşıyordu. Çünkü anne babasını yitirmiş, kardeşiyle birlikte kumarbaz enişte Kemal’in insafına kalmış pısırık biri gibi yansıtılıp birdenbire psikolog hanıma dönüşüverdi. Ama sonra gördük ki, teyzeden sevgi torpilli Ece’nin aileden kalma az buçuk bir şeyleri var kıyıda köşede ve tamamen bağımlı değil enişteye. Böylece taşlar yerine oturdu Ece’de de. Sanatı ve vakıf işlerini ihanete paravan yapan zengin kadınlara Gülçin Santırcıoğlu’nun canlandırdığı Mine’yle bakarken, bazı güçlü kişilerin hastalıklarına rağmen nasıl uzun yıllar hayatta kalmayı başardıkları konusundaki merakımızı da Kenan Bal’ın otoriter, her tarakta bezi olan Feyyaz’ıyla giderdi ‘Oyunbozan’.

Dahası… Mine’nin genç aşığıyla görüntüleri yüzünden köşeye sıkışıp korkmak yerine pervasızca havuza işeyen Mahir’i yenmeye çalışan rakip kötü Cevher… Koca dayağını, üstüne çok gittim, evimin direğidir, Kemal iyidir diyerek savuşturan biçare teyze… Anne-baba ilgisizliğinden dolayı bunalım takılan Eylül… Sokak gazetecisi Coşkun Güven derken… Serdar Orçin’i, Adnan olarak Mahir’e; Orçun İynemli’nin Demir’ini de Emre’ye sadık yol arkadaşlığı ettiren dizide, karakterler de cast da iyi yaratılmıştı ve itici gelebilecek hiçbir kusur yok. Tek kusur, ekranda farklı tatlar yaratma cesaretini gösterenlerin kıymetini bilmeyenlerde!

‘OYUNBOZAN’A NE DEMELİ?

Kendilerine has duruş sergileyerek başka yapımlarla kıyasa mahal bırakmayan karakterlerin dışında, dizinin içeriğini değerlendirdiğimizde… Bu konuda farklı düşünceler olabilir, eski dizilerle karşılaştırmalar yapılabilir kuşkusuz. Ancak bana göre ‘Oyunbozan’ı doğru anlayıp özümsemek için bu diziyi ‘Filinta’ mantığının günümüze uzantısı olarak yorumlamak lazım. Ne alâka diyeceksiniz? Alâkası şöyle… Her iki yapım da yenilikçilik mantığına sahip! Evet, sıkça işlenen intikamcılık burada da mevcut. Ama yöntemi diğerlerinden farklı bir gerilimle yüklü. Evet, aşk çatışmacılığı burada da yer bulacak. Ama Ece’nin merkezde olacağı aşk olayında Emre ve Mahir’in yanı sıra tamirci ressam Kaan(Serhat Parıl), hercai-bedavacı Rüzgâr(Ozan Dolunay) da devreye girerek durumu, alıştığımız aşk üçgenlerinin dışına taşıyacaklar.

Ayrıca dizinin ‘Filinta’ ile alakasını yorumlarken yenilikçilik mantığının ötesine geçtiğimizde karakterle bakıp benzer denklemler de kurmak mümkün. Kötülüğü alt etmek üzere işe koyulan Emre ile ‘Şeytanla dans etmek için şeytan olmak gerekir’ diyerek Mahir’den farkları olmadığını söyleyen Demir’in arkadaşlığında, Filinta-Bıçak Ali havasını ucundan hissediyoruz mesela… Nitekim ‘Oyunbozan’da Mahir ile Feyyaz’ın baba-oğul ilişkisinden ‘Filinta’daki Boris Zaharyas-Efendi Miloş tadını yakalamak da mümkün. Ece’nin ajanlığından, Farah veya Leyla karakterlerine uzanmak, Adnan ile Boris’in sağ kolu Sansar Cemil arasında bağlantı kurmak olası. Anlayacağınız ‘Oyunbozan’ ille de bir şeylerle ilişkilendirilecekse, bu başka yapımlar değil yine Altuğ Küçük’ün yaratıcılığının eseri ‘Filinta’ olmalı!

Peki, gücü-kimliği belirsiz ‘derin ses’i de araya sokmayı ihmal etmeyerek olaya farklı bir boyut kazandıran ‘Oyunbozan’ın böylesi güzel ve başarılı bir tabloya karşın aldığı reytinglere ne demeli? Lafı fazla dolandırmadan edilecek yegâne yorum, ‘Bu reyting işinde bir sakatlık var’!

SERHAT TUTUMLUER YİNE ‘EN İYİ’ KÖTÜ…

‘Oyunbozan’ı değerlendirirken son tahlilde sözümüz, Mahir Yamaner’e ve canlandıran Serhat Tutumluer’e dair… Mahir Yamaner’i diğer karakterlerden ayrı ele almamın sebebi, Altuğ Küçük’le Serhat Tutumluer’i bir kez daha buluşturan ‘Oyunbozan’daki en ilginç karakter olması. İlginçliği, karakterin çok yönlülüğünden kaynaklanmakta...

Bir bakıyorsunuz medya gücünü baba baskısına göğüs gerip kirli işlerinde kullanmayan, yalan haber yapmayan, gazetecilik üstüne gerçekçi söylevler çeken, mesleğine duyarlı ateşli bir Mahir çıkıyor karşınıza. İnternet gazeteciliği çıktığında kâğıdın yok olacağını söyleyenlerin yanıldığına dair göndermeyle ve insanların habere dokunmak isteyeceği mesajıyla yazılı basının önemini vurguluyor. Ajanslardan alınan haberlerle yürütülen günümüz gazeteciliğine karşı bunun gerçek gazetecilik olmadığını belirtip haberin bilfiil sokaklara inerek sıcak sıcak toplanması gerektiğini işaret ederek coşuyor. Yanı sıra büyük rakipleri rehavete kapılmışken haber atlatma peşinde koşan küçük gazetelerde özveriyle çalışan muhabirlerin varlığını şevkle dile getiriyor. Sonra bir bakıyorsunuz gözünü kırpmadan can alabilen, babasına kendini ispat edebilmek için nakil bekleyen organı kullanılmaz hale getirebilen duygusuz bir kötülük abidesine dönüşüveriyor. Ya da aile yapısı bozulmasın diye karısının ihanetini cinayetle çözümleyip renk vermezken, aynı hassasiyetle kızına kahvaltı hazırlayabiliyor.

Mahir tüm bunları yaparken de gücünü, Serhat Tutumluer’in iyiyle kötüyü buluşturan canlandırma yeteneğinden alıyor tabii. Başarının, gücün, soğukkanlılığın timsali duruşuyla bizi yeniden entrika dünyasının içine sokarak ilgimizin odak noktasına dönüşen Tutumluer, ‘Affetmek, iyi insanların intikamıdır’ diyen buna karşılık zirvedekilerin kendilerini alaşağı etmek isteyenlere cevabının, oyunu onların kurallarıyla oynamak olduğunu söyleyen Mahir’in sakin-duygusal-hesapçı kişilik harmanında bir kez daha ekranın ‘en iyi’ kötüsü oluveriyor. Boris’i sevip vedasından etkilenenlere, Mahir Yamaner’le özlem gidermelerini tavsiye ederim. Böylesine iyi bir kötü karakter çizdiği için Serhat Tutumluer’e bir kez daha tebrikler.

‘OYUNBOZAN’IN FELAKETİ HANGİSİ?

Mekânlarda süslü isimlerle sunulan bildik yemeklerle atılan kazığa isyanla başlayan ikinci bölümünde organ bağışçılığının gizli riskini gösteren… Erkek tacizine maruz kalıp çevreden yardım isteyen kadınlara karşı halkın duyarsızlığını saptayıp bu ilgisizlik olduğu sürece tacizin kaçınılmazlığını dile getiren ‘Oyunbozan’da hâl bundan ibaret. Gidişat ne yöne derseniz…

Temennimiz iyi yönde olması. Fakat temenniyle iş bitmiyor ki! Dizide ‘Hayatta iki türlü felaket vardır. Biri amacına ulaşmak, diğeri ulaşamamak’ denmekte… Bu durumda ‘Oyunbozan’ın felaketi hangisi oluyor diye düşünmeden edemiyorum doğrusu. Yanlış gün mü, yanlış kanal mı? Yoksa izleyicinin algı kapasitesi mi? Görünen o ki ‘Oyunbozan’ın felaketi, bunların hepsi!

Bu meyanda bir hatırlatmayla koyalım noktamızı. Dizi yayına çıkmadan enine boyuna değerlendirmede bulunduğum yazımı, ‘‘Show TV’nin yeni dizisi ‘Oyunbozan’da iş var diyorum! Ekrandaki ezberi bozabilir. Marifet, var olan işi dişli rakiplere yem yapmadan görünür kılabilmekte ve ezber bozmak için çıkılan yolu kestirmeden noktalama zihniyetinin ötesine geçebilmekte. İlaveten Show TV’nin de diziyi daha göz önüne çıkartması, izleyiciye duyurması iyi olur. Gerisi, ekran yolculuğunda gösterilecek teveccühe bağlı’’ cümleleriyle sonlandırmıştım. Anlaşılan ben, öngörülerimde isabetli oldum ama kanal, ezber bozacak işi dişli rakiplere yem yapmama konusunda isabetli olamadı. İzleyici de gözden kaçırdı.

Bari diyorum izleyici, Bağdat’ı iki gözü kapalı bulabilenler misali, Oyunbozan’ı da bulsa… Hem Show dizilerinin makûs kaderi, hem de ekrandaki klişelerin saltanatı ‘Oyunbozan’la bozulsa!

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal