Pişmanlık ve tutkuların dizisi Kördüğüm

‘Kördüğüm’ün ciddi bir hikâyesi var mı, yok mu? Böyle bir soruya cevap vermek için başta da işaret ettiğim gibi sabırlı olmak, bütüne bakmak, gelişimi görmek lazım.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Önyargılarla ve bütünün oluşturduğu manzarayı göremeden parçalara yoğunlaşarak eleştiri yapma kolaycılığı aldı başını gidiyor. Yangından mal kaçırırcasına yorum yapma telaşı sardı ortalığı desek yeridir.

Bu telaşla çok keskin sözler edilmekte. Belli ki iç ve dış politikadaki fevri çıkışlar, önünü ardını gözetmeden yapılan beyanlar her katmanda moda haline gelmiş. Nasılsa bir sonraki aşamada çark etmek de kolay, kim kime dum duma. Öyleyse, devamlılığı olan bir duruma dair kısa vadeden yarattığın peşin hükümlü eleştiriyi sür gitsin ortalığa. Şayet sonra durum yorumunla bağdaşmazsa, ‘çevir kazı yanmasın’la tükürdüğünü yala.

Ortalıkta hüküm süren yaklaşım böyle lakin bu mantığa adapte olmak herkese göre değil. Biz mi çağın gerisinde kaldık, yoksa cümle değerleri bozguna uğratanlar yeni nesil yaratma gayretiyle dibe mi vurdu? Bilemiyorum. Oysa sunulan şeyin tadını alabilmek, farkını hissedebilmek ve layıkıyla yorumlayabilmek için onu sindire sindire özümsemek, aceleyle karar vermemek gerek. Hani şarap tadımı gibi! Şarap uzmanı bir kadeh şarabı kafasına dikip yorum yapmaz ki! Önce evire çevire görselliğine, kadehte bıraktığı ize bakar. Ama bunu da şarabı ısıtıp etkilememek için kadehi sapından tutarak gerçekleştirir. Yani ilk etaptan ürünü bozmamaya özen gösterir. Sonra kokusunu ve tadını değerlendirir.

Kısacası; Nasıl ki ağızda bıraktığı tada, bu tattaki devamlılığa göre hassasiyetle yorumlanıyorsa bir şarap, diziler de bu mantıkla değerlendirilmeli derim. Fakat çok yanlış gördüğüm bu modanın yaygınlaşması bizi de dizilere ilk etaptan görüş bildirimine mecbur kılar oldu. Bu mecburiyet doğrultusunda, bütünü kaçırıp detayları acelecilikle kördüğüme çevirenleri bırakıp ekrandaki ‘Kördüğüm’ün ilk bölümünü çözümleyecek olursak…

PİŞMANLIK, KIRGINLIK VE TUTKULARIN KÖRDÜĞÜMÜ

Endemol Shine Türkiye imzalı ‘Kördüğüm’ün tanıtımı dönmeye başladığında bir ön değerlendirmede bulunduğum ve bizdeki ‘Kördüğüm’ merakının mazisini hatırlattığım yazımın finalinde ‘Kendi hikâyesini yazacağını düşündüğüm dizi, çatışmacı konusunun yanı sıra kadrosuyla da başarı potansiyeline sahip bir proje. Bu nedenle ekranda yeni alışkanlık yaratabilme özelliğinde’ saptamasını yapmıştım… Yayın günü çekincesini de hesaba katarak!

Nitekim ilk bölümüyle ekrana gelen ‘Kördüğüm’ bize gösterdi ki, dizicilerimiz artık ekranda fark yaratma çabasında ciddi adımlar atmaya başlamış. Bu gözle diziyi irdelediğimizde ilk bakacağımız nokta, hikâye oluyor! ‘Kördüğüm’ün ciddi bir hikâyesi var mı, yok mu? Böyle bir soruya cevap vermek için başta da işaret ettiğim gibi sabırlı olmak, bütüne bakmak, gelişimi görmek lazım. Öte yandan ‘Kördüğüm’ öyle tek bir hikâyeye odaklanmış bir yapım da değil. ‘Kaza’ merkezde dursa bile iç içe geçmiş öykülerden oluşuyor. Zaten adı da bunu vurgular mahiyette. Dolayısıyla ilk etapta görünen tablo, dizinin konu itibariyle pişmanlık, kırgınlık ve tutkuların kördüğüme dönüştüğü çok katmanlı ve kapsamlı bir yapıya sahip olduğu yönünde.

‘Ne olursa olsun hayallerinden vazgeçme’ nasihatiyle büyüyüp bu nasihatin işe yaradığını, yeğeninin ölümüne sebep olduğu feci kazaya rağmen vazgeçmediği otomobil tutkusuyla fazlasıyla gösteren Ali Nejat’ın, doğum gününde güzel bir haber paylaşacakken genç kadının kendisine doğrulttuğu silahla şaşırdığı bir açılış sunan dizinin bize yansıyan ilk kördüğümü, bu sahne… Zira pek çok karakteri birbirine bağlayacak türden!

Fragmanından aşina olduğumuz bu anın devamının nasıl geleceğini beklerken, bir anda İtalya’ya ışınlanan Ali Nejat’ın Como sokaklarında yol alan kırmızı canavarıyla yaşadığı hırslı heyecanı yabancı yapımlara has bir görsellikle izleyicisine aktaran dizi, nasıl olup da hiçbir polis müdahalesine maruz kalmadan bu denli rahat hız yapabildiği sorusunu akıllara düşürerek başlatıyor öyküsünü. Ardından karakterleri az ama öz biçimde bir bir gösteriyor yüzünü. Sahneler ilerledikçe hepsinin derdini en net biçimde anlıyoruz zaten.

Topyekûn izleyiciye sunulan karakterlerin her biri kendince bir pişmanlığın yükünü taşıyor. Yaşamın akışıyla işlenen hatalardan oluşmuş kırgınlıklar, küslükler daha ilk bölümden saçılıyor ortaya. Dahası, fedakârlıklarla ötelenip gerçekleştirilemeyen ideallerin yarattığı gerginliğe ve inadına gelişen tutkuların gerilimine de şahitlik ediyoruz. Evli kadının iş-ev dengesini kurmaya çalışması… Ebeveynlerin devreye girdiği evlilikteki sorunlar… Vicdan azabıyla acının yarattığı kin… Eskiye bağlılık ve yenilikçilik çatışması… ‘Herkesi en iyi bildiği işi yapmalıdır’ kafasındaki baba otoritesi… Kapısına gelip ‘Ben ölüyorum’ diyen kızını ‘Sen benim için yıllar önce öldün. Al şu veled-i zinanı git’ diyebilen baba bağnazlığı… Kazada kaybedilen çocukla, istenmediği halde doğan çocuğun dengesi… İcradan satılan araçların beleşliğiyle, özel üniversitede okuma güçlüğüne yönelik göndermeler… Paranın gücü-parasızlığın hayallere set çeken yüzü… Ve tıbbi detayların kıyısında dolanan doktor manzaraları… Anlayacağınız eş zamanlı sahnelerle kıyaslamaya fırsat yaratan ‘Kördüğüm’ün ilk bölümünde, birbirinden farklı duran ama aslında birbirini tamamlayan konuların-karakterlerin tekmili bir arada. Üstelik senaryo bazında birleştirilmeleri de gayet başarılı. Yani bunca çeşninin buluşturulmasında bir kopukluk yok. Sahneler ayrı ayrı dursa bile, nihayetinde kimin ne derdi olduğunu anlatmayı başarıyor.

Şimdi, ‘İlk bölüm için bunca konu başlığının bir arada açılması şart mıydı’ diye eleştiri getiren de çıkabilir. Tüm karakterlere kısa bakışlar atılması gerekir miydi? Evet, böylesi bir giriş için gerekirdi. Bitişleri, başlangıca taşıma modasındaki filmlerin izlediği yoldan ilerleyerek yaratılıp bölüm finalini başa alan dizinin açılışını izah için karakterlerin tanıtımı kaçınılmazdı.

Diyeceğim o ki; Genel yönetmenliğini ve proje tasarımını Ömer Faruk Sorak’ın üstlendiği ‘Kördüğüm’ için ilk andan kötümserlik gözlüğünü takıp öküz altında buzağı aramaya gerek yok. Kaldı ki özellikle hayalleri ve gerçekleri birbirine bağlamada hayli başarılı olarak mesajını veren ‘8 Saniye’ filmini çok beğendiğim Ömer Faruk Sorak ‘Kördüğüm’ü de dizi modundan kurtarıp film tadında bir proje haline getirmiş. Tabii bu gidişat nereye kadar sürer bilemem.

‘KÖRDÜĞÜM’ÜN OYUNCU KANADINDAN ÖNE ÇIKANLAR

Üç Türk’ün İtalya’da bir döner kapıda nasıl sıkışabileceğini göstererek ‘fil’ fıkralarını anımsatan türden hoşluk yaratıp farklı konuları orta yerde buluşturan ‘Kördüğüm’ün oyuncu yapısına baktığımızda, aynı mantık çıkıyor karşımıza. Popüler dizilerden yüzlerle bir harman yaratılmış. Her sahnesinde ‘Aaa… Bu da varmış’ dedirten türden bir iş kısacası. Buradaki amacın, izleyicinin yönelimini sağlamak olduğu açık! Gerçi bu formülün bazı dizilerde işe yaramadığını görüyoruz ama neyse ki ‘Kördüğüm’de bir kakafoni durumu veya karakterlerin içinin boşluğu söz konusu değil. Her oyuncu, hem kendi canlandırdığı karakterle hem de sahneyi paylaştıklarıyla gayet uyumlu. Her karakterin de kendine has bir yapısı var.

Belçim Bilgin’i, acil müdahaleyle koniotomi yapıp hastayı kurtarması(aman sakın bunu kimse denemeye kalkmasın) ve gözden kaçan kene durumunu vurgulayan mini uyarısıyla kendini gösteren çocuk doktorumuz Naz karakterinde çok sevdim. Abartısı hiç yoktu. Hele Umut’la atışmasının ardından gidip yanına kıvrılması evliliklere güzel örnek teşkil edecek bir doğallıktı.

Hayatın içindeki gibi bir sıradanlıkla yapılan konuşmalarıyla normal vatandaş tablosunu oluşturan dizide Alican Yücesoy’un canlandırdığı Umut da vatandaşın içinden kopup gelen bir karakter durumunda. Karısının okuması uğruna kendi mühendislik eğitimini feda eden Umut’un aile ortamındaki tavırları ve iş yerindeki vicdan-cüzdan duygu çatışması başarılı.

İbrahim Çelikkol’un Ali Nejat’ına gelince… Çelişkilerle ve bazı yerlerde abartıyla dolu bir karakter gibi. Diğer taraftan gerçekçi yönleri de mevcut. Yeğenini tedbirsizce arabaya oturtup hız yapması yetmiyormuş gibi bir de telefonla konuşacak kadar sorumsuzluk sergileyerek ölümüne sebep olmuş. Buna karşılık ablası Feyza başta olmak üzere aile içindeki tavırları, sanki kendi mağdurmuş havasında ukalalıkla dolu. Bu tablo, yavuz hırsız manasında bir çelişki doğurmakta. Kazaya karışan ve kendini kurtaran kamyon şoförünü yanında çalıştırması da ayrı bir zıtlık. Otomobil ve hız tutkusunu o kazadan sonra nasıl sürdürdüğüne anlam vermekte zorlandığımız Ali Nejat’ın geçmişte ilişki yaşadığı ve herkese rağmen çocuğu aldırmak istemeyerek güçlü kadın imajını simgeleyen Didem’e muamelesiyse, itici ama gerçekçi! Çünkü diğer dizilerin aksine gerçek hayatta zenginlerin, kısa süreliğine ilişki yaşadıkları varoş kızlarına karşı takınacağı tavır da budur. Kendine karşı çıkan babasının parasını habersizce alıp yatırımında kullanması da, yaşamla uyumlu bir diğer detay.

Mesut Can Tomay’ın İsot karakteriyle yaşamın dramatikliğine komik bir yüz açan… Aybars Kartal Özson’un tatlı oyunculuğunda çocuk karakter masumiyetinin en doğal halini sunan… Ve diğer tüm karakterleriyle planları layıkıyla dolduran ‘Kördüğüm’ün, şu ana kadarki göze hitap eden en şık kadını konumundaki karakterine gelince… Rojda Demirer’in canlandırdığı Neslihan! Kıyafetlerine bayıldım doğrusu. Feyza’ya psikolojik desteğinin arka planında yatan Ali Nejat hedefinin nasıl geliştiğini gördükten sonra karakterini de yorumlayacağız.

Sonuçta; FOX’un renkli bir kadroyla ekrana gelen yeni dizisi izleyici tarafından çözülemeyecek veya sıkıntıdan patlatacak bir iş değil. Adı ‘Kördüğüm’ olsa bile, anlaşılması ve benimsenmesi kolay. Ciddi ve art niyetsiz bir takipçi gayet güzel algılayabilir, sevebilir ‘Kördüğüm’ün öyküsünü ve vurguladıklarını. Üstelik bu yapı, dış mekân çekimlerin yoğun olduğu akıcı sahnelerle izleyiciye aktarılmış ki, bu da avantaj. Yani öyle uzun konuşmaların monotonlukları, gereksiz açıklamalarla yaratılan basitlikler ve iç mekânlara tıkılıp kalan tekdüzelikler yok. Üslubu da, mantığı da, planları da başarılı ayrıca. Dolayısıyla anılarla ölçülü takviye yapıp derdini anlatırken, yönetmenlik becerisi sergileyerek izleyicinin ‘Kördüğüm’ü çözebilmesinde yardımcı olan yapımda tüm bu özellikler olumlu bir gidişatın habercisi durumunda. Kendi hayatından ümit kestiği anda son çare olarak oğlunu babasına vermek için intiharı seçen Didem (Naz Elmas) başta olmak üzere, güçlü kadın profillerinden aktarılmak istenen mesajlar da cabası! Anlayacağınız görmek isteyen göze ‘Kördüğüm’de çok şey var.

Ancak buna karşılık yergi gibi, kalıcı övgüde de aceleci olunmamasından yanayım. Bu noktada, kendini göstermek için İtalya’dan şık doğum günü partisine, elinden geldiğince cazip görüntüler sunan dizideki ilk bölüm heyecanının ne oranda süreceği önemli… Her şey bir atımlık kurşun mu, yoksa tempo artarak cazibe bölümlere yayılacak mı? Hani tadımlık şarabın tükürüldükten sonra ağızda bıraktığı tadın devamlılığı gibi. Yapımın içerik gidişatının sağlam tutulması, senaryonun aşk üçgeninde klişeleştirilmemesi bunu sağlayacaktır! Bu ayrıntıları zaman içinde göreceğiz. Ayrıca ‘Yeter’in güçlenişini ve diğer rakipleri de düşünürsek… ‘Kördüğüm’ için kalıcı başarı, armut piş ağzıma düş kolaylığında olmayacak kuşkusuz. Yenilikçilik mantığının ve özenin sürmesi temennisiyle…

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal