Kırlangıç Fırtınası neden bekleneni veremedi?

Proje aşamasında magazine malzeme veren gelişmelerle dikkat çeken ‘Kırlangıç Fırtınası’nın bekleneni verememesinde iki etken var...

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

‘İyi bir başlangıç, yarı yarıya başarı demektir’ demiş Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Fransız yazar Andre Gide… Çoğunlukla iyi başlangıçların devamının da iyi geldiğine kuşku yok. Muhakkak ki iyi başlayıp kötüye dönüşen veya tam tersi gelişme gösteren durumlar mevcut hayatta. Lakin başarı sarhoşu olunmadığı veya sürpriz etkenlerle karşılaşılmadığı takdirde, başlangıcın devamı pek değişmiyor. Bununla paralel, girişilen işe karşı ilk izlenimler önem kazanıyor. Yani iyi başlangıç bir bakıma karşınızda yarattığınız ilk izlenimin etkisinden güç alıyor.

Nitekim televizyon dünyasındaki işler için de bu mantık geçerli. Proje aşamasından ekranda yer alışına, başlangıcını güzel yapabilen, izleyicide iyi izlenim bırakıp yolunda emin adımlarla ilerliyor. Gerçi şu sıralar sezon ortası atağındaki kanalların yapımları bunu istendiği oranda beceremiyor ama yine de külliyen hayal kırıklığı yaratacak türden olduklarını söylemek, verilen emeklere haksızlık. Hem dizi bolluğunda kaynayıp gitme durumu da hesaba katılmalı. Dolayısıyla izlenimlerde önyargılı davranmayıp objektif olmakta fayda var. Nasıl ki, ilk bölümüyle her iki grupta 16’ıncı olup bekleneni veremeyen ‘Kırlangıç Fırtınası’ da, yapımın genel tablosu içinde yitip gitmeyi hak etmeyen detaylara sahip. İkinci bölümünde Total sıralamasını koruyup AB’de 14’üncülüğe yükselen dizinin bu yönünü açığa çıkartıp yol gösterici olabilmek için ‘Kırlangıç Fırtınası’ndan izlenimlerimizi sıralayalım…

‘KIRLANGIÇ FIRTINASI’NDA TELAŞA GEREK YOK!

Sonradan yarışa dâhil olup, kardeşini, tüfekle istemediği adam arasında tercihe zorlayan Kudret’in ‘Bunu mu isten, bunu mu’ sorusundaki gibi izleyiciyi seçme zorluğunda bırakan ‘Kırlangıç Fırtınası’, özünde hem FOX’un dizi mantığına hem de ekran başındakilerin algı kriterlerine uygun bir iş konumunda. Buna karşılık aldığı sonuçlar bu gerçeklerle uyuşmayan türden. Açıkçası bu diziyle ilgili beklentim daha yüksekti. Ancak bu tabloya bakıp telaşlanarak umut kesmenin de hiç gereği yok. Bunun yerine ‘Kırlangıç Fırtınası’nın mevcut durumunun analizini yapmak ve geride kalmasının sebeplerini belirlemek lazım, diyorum.

Proje aşamasında magazine malzeme veren gelişmelerle dikkat çeken ‘Kırlangıç Fırtınası’nın bekleneni verememesinde iki etken var… Birisi dizinin rakiplerinden kaynaklanıyor, diğeri de kendisinden. Hâlihazırda Pazartesi gecesinin rekabet ortamında başa güreşen yapımların dişliliği belli. İzleyiciyi şu an için bunlardan vazgeçirmenin mümkünü yok. Dolayısıyla sezon ortasında Pazartesi için çıkagelen bir işten fazla şey beklemek yanlış. En iyisi sabırlı olup fırsat tanıyarak ilerisini düşünmek. Şöyle ki, ‘Paramparça’ın finalinin eli kulağında… ‘Kırgın Çiçekler’ yavaş yavaş kan kaybediyor. Geriye en dişli rakip ‘İçerde’ dizisi kalıyor. 39. bölümde finale gideceği söylense dahi ben buna itibar etmiyorum. Zira böylesine kazançlı bir işi ne kanal bırakmak ister ne de yapımcı sonlandırır. Büyük ihtimal finale gitmeyip gelecek sezon sürer. Yine de devamı halinde konunun tıkanıp bir parça çaptan düşeceği kesin. Bir de Kanal D’nin ‘İsimsizler’i Pazartesi’ye koyma olasılığı var. Tüm bunlara karşın ‘Kırlangıç Fırtınası’nın tanıtım ve tekrarlarla güçlendirilip zaman içinde diğer kanallardan izleyici akışı sağlaması mümkün. Tabii bunun için dizinin öncelikle kendinden kaynaklanan sorunları bertaraf etmesi lazım.

‘Kırlangıç Fırtınası’nın aldığı sonuçlarda kendinden kaynaklanan etkenlere baktığımızda göze batan ilk ayrıntı, dizinin başlangıcını ilgi çekicilikten uzak bir üslupla gerçekleştirmesi! Şöyle ki, mezara toprak atma sahneli bölüm sonundan açılışını yapıp 25 yıl öncesine giderek Ülfet’in mazisinden başlayan akışta izleyiciyi tutacak dişli bir ayrıntı aradım ama bulamadım. Çünkü bu yansımalar hem yetersiz anlatımla verilmişti, hem de konuya hâkim olup öyküye inanması için yeterli elementler sunulmamıştı izleyiciye. Mesela asker kaçağı sevgilisiyle o evde aylarca barındıkları halde nasıl olmuştu da onca zaman oraya bakmayı akıl edememişti cin gibi abisi? Cengiz madem asker kaçağıydı başlarına gelecekleri bile bile Ülfet’i niye kaçırıp hamile bırakmıştı? Hadi kaçırmıştı başka şehre niye götürmemişti? Hele Ülfet’in doğum olayı diziyi ilk andan basitleştirmede tavan yapmıştı. Dizilerdeki doğumların pratikliğine alışmıştık da bu denli kansızına, pırıl pırılına rastlamamıştık. Ayaküstü yapılan doğum sonrası hem yatak döşek pirüpak görünümdeydi, hem de Cengiz’in elleri. Bebek de aynen öyle. Yani gerçekçilik yoktu. İlaveten saf saf çıkıp vurulmayı bekleyen Cengiz’in ölümü… Ahmet’in sıyrılan eteğin kenarından görünen bacağa bakıp Ülfet’i karılığa kabullenmesi de, Yeşilçam işlerinden beter basitlikte olmuştu. Burada dikkatimi çeken bir başka gariplik, yeni doğan bebeğe ‘Hasret’ isminin verilmesiydi. Kızlara konan bir ismi sırf dramatiklik yaratmak için erkek bebeğe verdirmek biraz komik kaçmıştı. Velhasıl Ülfet-Cengiz olayında yeterli samimiyet sunamayan dizi, oğlu uğruna Almanya’ya gitmeyi kabul eden Ülfet’in ve ailesinin ‘evlat’ odaklı öyküsünde yanlış yerden başlamıştı işe!

Bu başlangıcın ardından Ülfet’i dayakla geçen her yılın öfkesini çıkartıp abisini günahlarıyla yüzleştirmek için memleketine döndüren senaryo, dramatik havayı bir yana bırakarak bağ evini butik otel yapma peşindeki Şahin ile Yusuf’un hoppacık hallerine dalıverdi birden. Otel sahibi Kudret’in turist azlığına yönelik ekonomik söylemlerini, Meryem ve çocuklarıyla buluşturan akışta karakterleri tanırken pat diye baba-oğul çatışmasının, düğün telaşının ve ayı kız Maral’ın yersiz kabalığının içinde buluverdik kendimizi. Ama açıkçası ne o kıytırık bağ evinden butik otel yapma sevdasına inandık ne de kendilerine yardım eden erkeklere çemkirip arkalarından çapkın çapkın gülümseme modasını yerine getiren Maral’ın tavırlarını doğal bulabildik. Dahası bu yapaylıklar ikinci bölümde de sürdü. Ahmet’ten çocuğu olmayan Ülfet’in kocasının mallarının tümüne nasıl konduğunu anlayamadığımız dizide, Kudret’in tombaladan ‘Senetleri ver, oğlunu al’ muhabbeti başlatmasını ve Maral’ın Yusuf’la birdenbire kaynaşıp bağ evine giderek aile öyküsünü roman yazıyormuşçasına anlatışını da sevemedik.

Sözün kısası; Fikret Kuşkan’ı, Kudret karakterinde zaman zaman abartıya zorlayarak, FOX’a yeni bir Kendal kazandırma çabasına sokan ‘Kırlangıç Fırtınası’ kendi olmak yerine gidenin boşluğunu doldurma kaygısı taşıyan bir tabloyla çıktı karşımıza. Bununla birlikte ‘Telaşa gerek yok’ diyoruz. Çünkü gittikçe yerine oturacağının ve özünü bulacağının umudu var içimizde… Ki, böyle düşünmemizin nedeni Kudret’in ‘Yakında anaların kavgası başlayacak’ sözü! Anaların savaşı çoğunlukla iş yapar ekranda. O dizinin analarına da değinelim kısaca.

‘KIRLANGIÇ FIRTINASI’NIN ANALARI

Anaların ve evlatların zirve yaptığı öyküler dönemindeyiz dedik ya… ‘Kırlangıç Fırtınası’nın öne çıkan anne figürü de Meryem! Bu karakter, evlatlarına yaklaşımıyla, dört dörtlük anne modeli olarak karşımızda durmakta. İki oğluna ve iki kızına eşit oranda sahip çıkan, hepsinin nabzına göre şerbet vererek ortalığı idare eden, büyüğüne saygıdan ve eve hizmetten geri durmayan, geleneklere uymakla birlikte modern görünüşünden de taviz vermeyen… Yanı sıra kocasının kötülüğünü yüzüne haykırıp ‘Evlatlarıma uzanan eli kırarım’ diyerek Kudret’e diklenme cesaretini gösterebilen bir anne Meryem. Esasen, evladını alevlerin içinden çekip alan ve tokadı yemesine karşın yıkılmayan Meryem’i bu denli öne çıkartan, karaktere can veren Ebru Aykaç’ın sahnelerle bütünleşen performansı!

‘Rüzgârın Kalbi’ndeki Mualla karakterinde de başarılı bir annelik sergileyen Ebru Aykaç sanki bu tarz roller için doğmuş. Farklı öyküler içindeki farklı annelerin hakkını başarıyla vermekte. Üstelik annelik performansını klişeleştirmeden, her defasında değişik sunumla bunu yapmakta. Hüznü ve sevinci dozunda aktarmayı bilen Ebru Aykaç’ın analığında samimiyet var kısacası! İkizlerinden biri sandığı Şahin’i Ülfet’e kaptırmama aşamasında neler yapacağını hep birlikte göreceğiz. Gerçek şu ki, ‘Kırlangıç Fırtınası’nın ikinci bölümünü izlememde en büyük etken de, içerikten ziyade Meryem’in doğal anneliği oldu. Tebrikler…

‘Kırlangıç Fırtınası’ndaki diğer ana, Emel Çölgeçen’in canlandırdığı Ülfet… Ama oğlunu aramak için geri dönüşü ve abisini köşeye sıkıştırma çabası dışında, şu aşamada onun anneliğini tam görmediğimiz kesin. ‘Poyraz Karayel’de Sema-Sefer aşkıyla hafızaya kazınan Emin Çölgeçen’in duruşu Ülfet’e uymuş. Fakat karakter şimdilik fazla pasif bir tabloya sahip olduğundan varlığının özünü hissedemedik. Dolayısıyla Ülfet’i ailesine karşı boynu bükük halden çıkartacak gelişmeye acilen ihtiyaç var.

Ve Fikret Ana… Ayşenil Şamlıoğlu’nu bir kez daha anne rolüne sokan dizide Ülfet’i kendilerinin delirttiğini söyleyen Fikret’in anneliğini pek sevemedim. Çünkü özlü sözlerle güzel örneklik eden ‘Karagül’deki Kadriye Ana’nın aksine Fikret Ana kendi kızını dışlayan, onun acılarına duyarsız kalan kötücül bir karakter. Hal böyle olunca da şimdiye dek tonton annelik pozisyonunda görüp sevdiğimiz Ayşenil Şamlıoğlu ile oğluna karşı durmayan, hatta kötülükte ona destek çıkan ve aile içinde otoritesini yürütüp acımasızlaşan bir anne tipini bağdaştırmak hayli zor oluyor. Belki bölümler ilerledikçe Fikret Ana da daha yumuşatılır.

SONUÇTA; ‘Kırlangıç Fırtınası’ndan izlenimler orta karar. Diziyi parlatmak için anaların çatışmasını dozunda işleyerek öne çıkartmak, Kudret’i ‘Kendal’laştırmamak ve Yusuf ile Şahin’i Maral’a âşık olma noktasında buluştururken yeni bir Savaş-Barış atmosferi yaratacak dilden kaçınmak lazım. Aksi takdirde FOX’un eski başarılı işlerinden olan ‘Karagül’ ve ‘Hayat Sevince Güzel’den harman yapıp ‘Kırlangıç Fırtınası’ estirilmesi zor! Kolay gelsin.

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal