İkisini de Sevdim, ama olamadı

Başlangıcını totalde 22’inci, AB’de 36’ıncı sıradan yapıp ikinci bölümüyle bir parça yükseliş yakalayarak totalde 17’inci AB’de 31’inci gelen dizi, üçüncü bölümüyle final kararı aldı.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Uzunca bir süredir aşk üçgenlerini belli kalıplar çerçevesinde oluşturup, zengin-fakir cephesinden yaratılan bu klişeyi aile düzenbazlıklarıyla taçlandırarak ‘aşk’ olgusunu aşklıktan çıkartıp fitne fesat çekişmelerde boğulan dramlara çevirmeyi adet edinen dizi sektörümüz benimsediği bu pratiklikten kolay kolay vazgeçmeyecek gibi. İş yaptığı sürece sorun yok ama… Bu da her zaman çantada keklik bir durum değil. İzleyici geneli, sürekli benzer işler görmekten sıkılmayan türden olsa dahi, yine de bundan cesaret alarak sıra sıra ekranda boy gösteren yapımlar arasında kalıcı olabilmek için belli özellikler taşımak gerekiyor. Yani işin sırrı mayada! Mayasını tutturan kalıyor, beceremeyen kısa sürede çekip gidiyor. Arada 23.45 gibi sürgün saatine gönderileni de çıkıyor. Artık o saatte izleyiciye ne oranda hitap edebilecekse… Kısacası mayayı beceremeyen öyle veya böyle yolcu. Gidiciliğe sevinip alkış tuttuğumuz yok ama yeni dizilerin değerlendirilme şablonundaki gerçek bu. Nitekim ekrana en son çıkanlardan ‘İkisini de Sevdim’ için de aynısı geçerli.

Başlangıcını totalde 22’inci, AB’de 36’ıncı sıradan yapıp ikinci bölümüyle bir parça yükseliş yakalayarak totalde 17’inci AB’de 31’inci gelen dizi, üçüncü bölümüyle final kararı aldı. Cem Tabak yönetmenliğindeki dizinin, ‘İkisini de Sevdim ama olamadı’ dedirten performansıyla beklentileri karşılayamadığı muhakkak. Türker İnanoğlu gibi tecrübeli bir yapımcının kanatları altında olan diziye bu olağanüstü hüsranı yaşatan etkenler ne peki? Bakalım.

‘İKİSİNİ DE SEVDİM’İ SEVDİRMEYENLER…

Erler Film imzalı ‘İkisini de Sevdim’ dizisini ekranda görmeden önce, bu isimden dolayı beklentim, kadın kahramanın iki erkeği sevip aralarında tercih yapma durumunda kalacağı yönünde oluşmuştu. Zira 1999 yapımı olup bizde ‘İkisini de Sevdim’ ismiyle vizyonda yer bulan ‘Splendor’ filmi de bir kadın ve onun iki ayrı aşkı üzerine kurgulanmıştı. Üçünü birlikte aynı evde yaşamaya başlatıp sonunda yeni bir erkek ortaya çıkartarak diğer iki adama avucunu yalatan filmdeki sürecin burada birebir sergilenmesi haliyle mümkün değildi ama… Bir kadının iki erkeği sevmesiyle gelişecek dizi yaratmak pekâlâ mümkündü. Bir erkeğin iki kadınla yaşamasını sürekli izliyorken bu da olabilirdi, üstelik fark yaratırdı ekranda. Yani her şekilde bu diziden umutluydum.

Ancak ‘İkisini de Sevdim’ dizisinin ilk bölümü, yapımın isim dışında yenilik vaat etmediğini göstermenin ötesinde, her anlamda tam bir hayal kırıklığıydı. Tamam, bazıları eleştirmekten kaçındıklarında ‘İlk bölümün günahı olmaz’ lafının ardına sığınıyorlardır ama… Hoşgörünün sınırı da bir yere kadardı ve ne yazık ki ‘İkisini de Sevdim’in olumsuzluklarının hoş görülecek yanı yoktu. Yine de yorumumu paylaşmak için ikinci bölümü beklemeyi tercih ettim. Gel gör ki, balığı baştan kokutanlarda bir gram fark göremedim. Dizi, olumsuz yönlerini aynı tempoda sergilemeyi sürdürdü. Böylece günah bizden çıktı ve yapımı sevdirmeyenleri sıralayıp eleştirmek de kaçınılmazlaştı. Suna ile Ceyda karakterlerinin aynı kaş biçimi, rahatsız edici çiğ renkteki gözler, fırça gibi takma kirpik ve şişik dudak abartısı dışında ‘İkisini de Sevdim’i sevdirmeyenlere bakarsak…

- Amine Gülşe’nin oyunculuğu baş falso!

Bazı performanslar oyunculuğun ne olmadığını bize çok net ispatlar. Ne yazık ki Amine Gülşe de bu tabloyu yaşatıyor izleyiciye. Zira karakteri alabildiğine sahte hale getirmek için elinden geleni yapıyor gibi bir sunum sergilemekte. Özellikle ilk bölümdeki halleri felaketti. Mesela, nişanlısı Hasan’la tavırları, insanı aşktan soğutması bir yana diziden nefret ettirecek oranda yapmacıktı. Ergen değilsin, üstüne üstlük ciddi olayları takip eden bir gazetecisin… Dahası orta halli bir eğitimci çocuğusun. Öyleyse o cıvık cıvık hareketler, anlamsız cilveleşmeler, milletin ortasında küçücük kız gibi ellerini çırpıp pozlar yapmalar ne işti? Devamında değişen oldu mu peki? Ne gezer. Hasan’la ayrıldığından artık cıvıklık-vıcıklık yoktu da… Üzüntüsünde ve iş takibinde de gerçeklik yoktu ki! Misal, babasıyla muhabbeti ya da gerçeği açığa çıkartma heveslisi gazeteci pozları, rolünü, üstüne uymamış emanet elbise konumuna getirmesine yetti de arttı. Yani gözleri kocaman kocaman açıp, bol makyajla bu iş olmuyor. ‘Asla Vazgeçmem’deki duruşun tıpkısının aynısını yansıtması da cabası. Kendini geliştirmek için çalışmalar yapmış mıdır ayrı konu fakat onun bu tablosunu yapımcı ve yönetmen hiç mi görmemiş? Bir ihtimal, izleyicinin rolle uyumlu mimiğe değil kaşa-göze, güzelliğe tav olduğu fikrine kapılıp ‘Asla Vazgeçmem’in başarısına kanılmıştır, diyelim… Ama bu bakış açısının işe yaramadığı da kesin. Yanlışı, yanlışla sürdürmenin yanlış olduğu hatırlatmasıyla!

-Hande Kaptan’ı sahteleştirmek niye?

‘İkisini de Sevdim’i sevimsizleştirmek için üstün gayret gösterilmişçesine karşımıza getirilen bir diğer olumsuzluk, Hande Kaptan’ın alabildiğine inandırıcılıktan uzak duran zengin kız Ezra sunumu! Daha önce farklı rollerde görüp beğendiğimiz oyuncunun böyle bir pozisyona düşürülmesi kesinlikle onun yeteneğiyle ilgili bir sorundan kaynaklanmamakta. Daha net ifadeyle Ezra’nın tuhaf tavırları, yerli yersiz şuh bakışları ve şımarık söylemi Hande Kaptan’ın eseri değil. Anladık, zengin babanın biricik kızı ama… Hoppacık tavırların da bir doğallığı olmalı ki sırıtmasın. Bir güzelleşip bir çirkinleşen, kâh yaşlıca görünen Ezra’nın bu yönden maşallahı var. Hande Kaptan’a böyle garip ve sahte bir şımarık kız sunması yönünde telkin mi gelmiş yoksa karakteri ne kadar cıvıklaştırırsan o kadar dikkat çeker mantığı mı güdülmüş? Neticede Ezra karakteriyle birlikte Hande Kaptan’a da yazık olmuş.

-Abartı merakı ‘İkisini de Sevdim’e de yaramadı!

Daha önce ‘Kara Yazı’nın başarısızlık etkenleri arasında işaret ettiğim sahneleri abartma olayına burada da başvurulmuş. Senaryoda yazılanları yaşamın doğallığında canlandırmak varken ki, yabancı yapımların bizle en büyük farkı bu, neden sahnelerin kurulmasında abartıya kaçılıyor? Sahnenin zayıflığından mı, yoksa oyuncu beceriksizliğini örtbas etme çabasından dolayı mı? Hani ‘Kertenkele’ misali komedilerde abartıyı bir nebzeye kadar hoş karşılayabiliriz de dramatik içeriklerde bu çok abes kaçmakta. Mesela Karacabey Ailesi’nin fertlerini sunarken Ferhat’ın kötülüğünü, kör kör parmağım gözüne haline getirmeye gerek var mıydı? Dolapçı ve maço erkek olarak göstermek için büyük büyük konuşturmakla, tip tip baktırmakla ve resmini görüp hesap soran karısına ‘Sabah akşam çalışıyoruz yaranamıyoruz’ tarzı saçma çıkışlarla saldırtmakla, ikide bir ‘Gazeteci kız’ vurgusu yaptırmakla diziye ekstra katkı sağlandığı mı sanılmış? Oktay Gürsoy’u, Yeşilçam filmlerinden fırlamış zoraki kötü karaktere dönüştürmek yerine kendi doğasına bıraksaydınız ya… Ne iyi olurdu.

Dizide abartının ucunun kaçırılmasından ötürü doğallığını yitiren sahneler Ferhat karakteriyle sınırlı değildi kuşkusuz… Suna ve Ezra ile ilgili her durumda abartı diz boyuydu. Keza kötü adamların Suna’nın evine yaptıkları baskındaki gelişim, burslu okuyan Mehmet’in okul müdürüne ‘N’olucaksa olsun ya’ tarzı kafa tutması gibi abartılardan, gerçekçiliğin unutulduğu anlar da, izleyende etki bırakmadan yaratılmış hallerdi. Bu arada Saruhan-Karacabey ilişkisini araştırtmak isteyen yayın yönetmeninin ‘Bu zamanda araştırmacı gazetecilik kaldı mı? Zengin ve güçlü bir ailenin sırlarını ifşa etme cesaretine sahip babayiğit gazeteci var mı ki’ diye sorgulatan haber merakını da unutmayalım. Her açıdan biraz gerçekçilik lütfen dedik ama... Artık bir dahaki sefere.

-İçeriğin sunumuyla parodi tadı vermesi

Hani bazı ünlü işlerden parçalar alarak o türle dalga geçen parodi filmler vardır ya(Korkunç Bir Film, Çıplak Silah, Uçak vs.), işte ‘İkisini de Sevdim’ de, şu an için öylesi parodi tadı veren bir yapıda çıktı karşımıza. Piyasa dizilerinin tüm klişelerini bünyesinde barındıran yapımda bunlar öyle bir tarzda sunuldu ki, bu kombinasyondan çıkan sonuç aşkın, aile çatışmalarının, mesleklerin ve zengin-fakir olgusunun Yeşilçamvari işleniş mantığıyla ti’ye alındığı hissini uyandıran drama dönüştü. Şayet ‘İkisini de Sevdim’ projesi bu maksatla hayata geçirilmişse denecek söz yoktu. Hedef tutturulmuştu. Fakat amacın bu olduğunu sanmıyorum. Dolayısıyla karikatürize edici yönetim yaklaşımı yanlıştı ve diziyle bağdaşmayıp izleyiciyi itti.

-Dönemini şaşırmış dizi havası estirildi

Jeneriğinde, sanki beton yığınına dönmemişçesine, İstanbul’un mazisini anımsatan kareler geçerek yüzünü gösteren ‘İkisini de Sevdim’in güncel olaylarla eski zamanların havasında yol alması, dönemini şaşırmış dizi durumu yaratmıştı. Suna’nın, börekli elleriyle saçını düzelttiği mutlu kahvaltı sofrasından başlayan bu şaşkınlığa her aşamada rastladık. Köşkteki hizmetliler ve Süleyman Usta’dan, her işe maydanoz-fitneci Afet halaya… Ekose takımlı Ferhat’ın, Nadir’in pavyonundaki süs bebekli âleminden, yüzüğü çıkartma uyanıklığındaki Hasan’ın taksi durağına gelen Ezra’ya ‘Biz denk değiliz’ demesindeki dramatikliğe… Balıkçının oturduğu yerden Suna’ya bilgi kaynaklığı etmesinden, Ferhat’ın kaçamak haberini sanki televizyon veya internetten görmek mümkün değilmiş gibi gazete saklama çabasına… Kâh ortam geçmişin atmosferine dönüşüyordu, kâh karakterler o devrin ruh haline bürünüyordu. Anlayacağınız dizi günümüzde geçiyor ama dizinin ruhu geçmişten geliyordu! Ekranlar Yeşilçam filmleriyle doluyken gerek var mıydı Yeşilçam özentisi, kafası karışık bir işle yola çıkmaya?

-‘İkisini de Sevdim’i aksatan mantıksızlıklar

Her dizide mantıksızlık görüyoruz ama bazılarında mantığın toptan bir kenara atıldığı hissine kapılıyoruz. ‘İkisini de Sevdim’ bu açıdan mantığı dibe gömenlerden. Kafaya takılan detay öyle çok ki… İnternete bakıp bakıp ‘Burada bir şey yok’ diyerek fırlayıp gitmeyi gazetecilik olarak yedirmeye çalışan Suna’yı, Ferhat’ın eğlendiği mekâna sokabilen Mert’in gazeteci olduğu bilinmiyor muydu da içeriye rahatça girebildi? Ferhat ve Nadir, haklarında haber yapan kızı bildikleri halde nasıl oldu da kabak gibi karşılarında oturan Suna’yı göremediler? Ayrıca cesur gazeteci kız pozundaki Suna’nın delil toplamak için Ferhat’ın peşine düşüp sonra fotoğrafçısını arabada bırakarak metruk binaya tek başına girmesi hangi mantığa sığıyordu? Enayi mantığına mı? Suna’ya haberlerin yalan olduğunu yazdırmaya çalışmak da tam komedi. Dahası Ferhat’ın karakola götürülmesi haberiyle Afet Hala kendini sözde heder ederken ‘Abla dur bir sakin ol. Bak tansiyonun yükselecek’ diyen Ferhat’ın annesi Uğur’un sakinliği normal miydi? Büşra’nın terk edilme acısı yaşayan Ezra’ya ‘Al da intihar et’ dercesine uyku ilacı sunması ve arkadaşının evinde intihar eden Ezra’nın kıyafetini değiştirmesi mantıklı mıydı? Suna’nın ‘Daha fazla bekleyemeyiz’ diyen görevlinin sözüyle damat olmadan nikâh masasına oturup dram yaratması neydi? Bunlar ve nicesi klişeleri uygularken mantığı dibe gömmekten ibaretti sadece. Nitekim mantıksızlıklarla dizi gemisi yürümeyip kestirmeden karaya oturdu.

SONUÇTA; Tüm bu olumsuzluklardan ötürü ‘İkisini de Sevdim’in sonunu hazırlayanlar. Geçmiş olsun. Onca batırdın hiç mi iyi yanı yoktu, derseniz… Gazeteci kıza şiddet ve medyayı gözdağı vererek susturma olaylarına değinen, sofrada telefonla konuşulmaması gerektiği gibi kimi konuda mesajcılık yapan içeriğiyle kısmen kabul edilebilir nitelikte olsa dahi, dizinin bundan gayri kendisini sevdirebilecek özelliği sadece erkek oyuncularla sınırlıydı. Yani Murat’ı en doğalından canlandıran Burak Serdar Şanal… Hasan’ın her ruh halini layıkıyla hissettirerek özellikle ilk bölümü dolduran Mehmet Mehmedov… Demir Bey rolünün hakkını dört dörtlük veren usta Erhan Yazıcıoğlu.

Buna karşılık doğallık ve durumun gereği duyguları yansıtma becerisi edinmeyi şiddetle tavsiye ettiğim Amine Gülşe’nin Suna’yı layıkıyla sunamadığı… Ezra’nın nostaljik şımarıklıkta çıtayı aştığı… Ve Ceren’in modacı kimliğiyle yapmacıklık kadrosuna dâhil olduğu dizinin kadın karakterlerinde, ‘İkisini de Sevdim’ yaklaşımının hakkını verip duyguları izleyiciye hissettirecek kapasite kesinlikle mevcut değildi. Bu durum da haliyle hem içerik sunumunu köstekledi, hem de diziden yansıyan tabloyu Yeşilçam filmlerinin gerisine çeken amatörlüğe mahkûm etti. Dolayısıyla erkek karakterlerin başarı getirebilecek varlığı da diziyi kurtarmaya yetemedi. Anlayacağınız bu kez ‘Asla Vazgeçmem’deki Tolgahan Sayışman detayıyla ayakta kalma olayı gerçekleşemedi. Bize de ‘İkisini de Sevdim ama olamadı’ demek düştü.

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal