İki Yalancı’nın sözü biter mi?

Plazanın merdivenlerden inip çıkarak erkek ayartmaya girişen Aslı’nın bu yolla zengin koca bulmasını imrenerek dillendiren balyajlı Burcu derseniz, apayrı bir mantık hatası…

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

'Çamın kökü, yalancının sözü bitmez’ der bir Türk atasözü… Yalancıların kendilerini haklı çıkartmak için sürekli yeni laflar türetme kapasitelerinin çamın kökü kadar geniş olduğunu ortaya koymayı hedefleyen bu sözün gerçekliğini ispat için ekstra örnek arayışına girmeye de gerek yok.

Yalansız kul bulmanın giderek zorlaştığı yaşam gerçeklerinde beynimize işlenmeye çalışılan boş sözlerin çokluğunu düşündükçe, ataların ne kadar haklı bir tespitte bulunduğunu kolayca anlıyoruz zira. Beyaz yalanlar, gri yalanlar, siyah yalanlar ve olanca karalığıyla üstümüze çöküp yıkım yaratanlar… Yalanı çıkar yol görenler için her türlüsü mevcut dünyada.

Velhasıl yalan öyle vazgeçilmez bir şey ki, günah sayılsa da, hastalık olarak görülse de insanlığı almış pençesine! Kuşkusuz yalanın şeytani çekiciliği sadece gerçek hayatla sınırlı değil… Kurgular da yalanın sunduğu enginlikten alabildiğine faydalanmakta her şekilde.

Üstelik kurguların sergilediği yalancılıktan kimseye de zarar gelmemekte. Aksine, bu tabloların izlenmesi keyif verici… Hani Victor Hugo’nun ‘İnsanları yalan söylediklerinde dinlemeyi severim. Çünkü olmak isteyip de olamadıkları insanları anlatırlar’ sözü misali, kurgulardaki karakterlerin yalanlarla geliştirdikleri durumlar da insanı eğlendirmekte!

Nitekim Kanal D’nin ‘İki Yalancı’sı da yalancılığın dizi kanadından yüzünü gösteren bir yapım. Yalandan, yalan doğurarak başlangıcını yapan ve her sözüyle daha çok yalana bulaşan karakterlerini adeta yalan yarışına sokan dizi için ‘Ekranda yalan rüzgârı estirdi’ desek yeridir. Peki, esen rüzgâr iyi güzel de… Ya ekranda yarattığı hava nasıldı? Daha da önemlisi, Uzak Doğu’dan devşirme romantik komedilerin pabucunu dama attırma niyetlisi dizinin yalandan doğan gücü nereye kadar sürerdi, sözü çabucak biter miydi? Yalansız, dolansız irdeleyelim.

YEŞİLÇAM’DAN İLHAMLA ‘İKİ YALANCI’NIN MANTIĞI…
‘Şaka gibi’ diyerek açılışını yapıp özünü ortaya koyan ‘İki Yalancı’, Yeşilçam ruhunu yaşatmayı hedefleyen yapımlardan… Son dönem dizilerinin çoğunda bir şekilde kendini gösteren Yeşilçam merakının ‘İki Yalancı’daki karşılığı, Türkan Şoray ile Aytaç Arman’ı buluşturan 1973 yapımı ‘Yalancı’ filmi! Dolayısıyla hemen her haliyle bildik bir iş konumunda. Bodrum’un doğasını nostaljik parçalarla süsleyerek Yeşilçam havasını perçinleyen dizi, Gani Müjde’nin eleştirel mizah gücünden gayet güzel nasiplenen senaryoya sahip olsa da, olay gelişiminde ne yazık ki mantığı bir parça ötelenmiş halde. İlk bölümden örneklemeye başlayacak olursak…

Mesela… Lüks aracını servis dururken tamirciye vermekte sakınca görmeyen zenginin arabasına üstündeki iş elbisesiyle ve yağlı elleriyle binmekte sakınca görmeyen Serkan’ın aracı teslim durumu oldukça mantık dışı geldi bana. Kapıyı açan hizmetlinin, hırlı mı hırsız mı olduğunu aklına getirmeden, sanki tanıdık bir misafirmiş gibi Serkan’ı evin salonuna buyur etmesi… Ve dahi Serkan’ın evlilik düşündüğü kadının da zengin Ferit’in sevgilisi çıkması… Başka dramalara nazire miydi pek anlayamadım doğrusu. Mantıksızlıklar Bodrum’da daha da arttı. Misal, üç kafadarımızın kapıdan giremedikleri ünlü biç’e denizden çıkartma yapması! Adamlar çöp poşetine doldurulmuş havlularla çıkıyor iskeleye, yayılıyor şezlonga ve ortamın yabancısı oldukları üstlerinden akan bu tipleri engelleyen tek bir görevli çıkmıyor karşılarına. Var mı böyle bir rahatlık, ünlüleri(!) ağırlayıp kazık atmada sınır tanımayan lüks mekânlarda? Varsa… Oh ne âlâ.

Bir başka mantığı cılk eden yön, söylemlerin denkleşmemesiydi… Örneğin, bahçeli müstakil evde oturma lüksüne sahip fakir aile klişesini dolduran bir sahnede kahvaltı ritüelini yerine getiren annesi, evi ter eden kocanın kim bilir nerelerde sürttüğünü söyleyip babanın sorumsuzca aileyi bıraktığı imajını yaratıyor. Duygu’ya göreyse baba, ailesini geçindiremediği için evden gitmiş. Yani sorumsuzluktan değil de sorumluluğu yerine getirememekten. Peki, sözde lüks mekânda gece boyu soda limondan başka şey içmediğini söyleyen Cenk’in gecenin sonunda körkütük sarhoş olmasını nasıl izah edebiliriz? Ya bardaktaki soda limon değil, ya da Cenk gizli gizli içti mi diyelim? Sarhoşluktan söz açılmışken…

Bedava içkinin içine düşen Burcu’nun durumu da çelişkiliydi. Sarhoş olduğu için Cenk ve kankiytosu Naci tarafından eve getirildiği söylendi ama tek başına tuvalete gidebilen Burcu’da sarhoşluktan eser yoktu. Acaba onun alkolü Cenk’e mi geçmişti? Hem Burcu’yla Duygu’yu eve getirmek yerine otele bırakmamaları da ayrı bir mantık sorgusuydu. İlk bölümden son olarak Duygu ile Serkan’ın ‘Dila Hanım’la noktaladıkları oyuna da değinmek isterim. Para sorunu içinde büyüyen Duygu ile aynı dertten muzdarip Serkan’ın sahne canlandırıp film çözme oyunu tüy dikti zira! Yeşilçam filmleri otoritesine dönüştürülen karakterler, geçim derdinden ne ara fırsat bulmuşlardı da onca filmi izlemişlerdi? Hem de sahne canlandıracak derecede hâkim olmuşlardı filmlere! Cevabını bulan varsa beri gelsin.

Şimdi bu mantıksızlıkları, ilk bölümün günahı olmaz, yaklaşımıyla bir yana bırakalım desek… İkinci bölümdekiler de saymakla bitmeyecek kadar çok. Kızlarına sahip çıkmak için Bodrum’a koşturan anneleri devreye sokan bölümde, Duygu’nun annesi oğlunu nereye bırakıp da gelmişti mesela? Hem bu iki anne para sıkıntısı çekmiyor muydu da Bodrum’da lüks otelde kalabildiler? Arabanın tamirine bulunan çözüm de komik. Bodrum’da hayrına araba tamir ettiren usta mı varmış? Dahası, bu araba iki üç güne yapılmıyor muydu da Cenk’i hastaneye götürürken gıcırdı? Sahi özel hastane kayıt açtırmadan nasıl aldı tomografiye? Tekne turunda benzin bitmesi ve telefon çekmemesi klişesi de mantıkla bağdaşmayanlardandı. Gece benzini biten tekne, gündüz nasıl gitti iskeleye? Bu mantıksızlıklar yaz aşkının romantizmi için şart mı diyorsunuz? Hadi öyle olsun. Olsun da İstanbul’a dönen öyküde Duygu’nun damdan düşer gibi bulduğu Alp’e yalanlar sıralayarak Bodrum havası estirme mantıksızlığına ne bahane bulalım? Daha da önemlisi zaman mefhumunu hiçe sayan akışın tesadüf eseri Duygu’yla Alp’i gören Serkan’ı bir anda Alp’in kız arkadaşıyla sevgili haline sokma cevvalliğine de diyelim?
Anlayacağınız Bodrum’dan görüntülerle tatil motivasyonu yaratıp Gani Müjde’nin komedisiyle şekillenerek Yeşilçam’dan ilhamla karşımıza getirilen ve yerli sinema değerlerine dikkat çekme mesajcılığını yansıtan ‘İki Yalancı’nın görünürde eli yüzü düzgün de… Karakterlerin birbirini sorgulaması noktasında ileri sürülen ‘sosyal medya’ olayını, hesap kapatma formülüyle çözerken asıl büyük sorunlarını rafa kaldıran mantığı bir hayli zayıf. Yanı sıra, diziyi, Tükenmez Kalem’in diğer işlerinin gerisine düşüren bu mantık sorunundan karakterleri de nasiplenmiş durumda.

İKİ YALANCI’NIN KARAKTERLERİ ÇOK YALAN
Sürekli önümüze konan fakir kız-zengin erkek denklemine alternatif bir yorum getirip zengin rolü yapan fakir kız-fakir erkek öyküsünden aşk çıkartmaya soyunan ‘İki Yalancı’nın performansını değerlendirirken gözümüze çarpan mantık sorununun dışında, yalancı karakterlerin çok yalan olması gibi bir olumsuzluk da açık seçik ortada durmakta. Bu ayrıntıyı kendini hayli geliştirdiği gözlenen Yağmur Tanrısevsin’in canlandırdığı Duygu’dan ele alırsak…
Okulda ‘Ne yapıyorsun kızım’ sorusuna ‘Kopya çekiyorum hocam’ diyecek kadar yalandan uzak olan ve baştan itibaren yüceltilmeye çalışılan… Gururunu satmadığını söyleyerek müşteriye kafa tutup kovulmayı göze alacak kadar gururlu yansıtılan ve arkadaşı Burcu’nun gazıyla zengin havası atarken zengin erkeklerin çerezi olmak istemeyen Duygu, masum ve saf kız kontenjanını doldurmak için elinden geleni yapıyor ama karakterin samimiyetsiz yönünü bertaraf edemiyor bir türlü.

Misal… Sözde zenginlikte gözü olmayıp arkadaş ayartmasına kurban giden havalarda geziyor ortalıkta. Lakin milletin temizlensin diye bıraktığı kıyafetleri giyip ortalığa dökülmekten geri durmuyor. Sonra bir görüş bir bakış tanıştığı adama pahallı yemekler ısmarlatmakta, yalanlar sıralayıp babası diye elin adamına sarılmakta zorlanmıyor. Masum ve paragöz olmayan kızımızın, sırf zengin diye Serkan ve arkadaşlarıyla aynı evde kalmakta hiç sakınca görmemesine, adada Serkan’la koyun koyuna yatmasına ne demeli peki? Bu ne yaman çelişki böyle mi?

Plazanın merdivenlerden inip çıkarak erkek ayartmaya girişen Aslı’nın bu yolla zengin koca bulmasını imrenerek dillendiren balyajlı Burcu derseniz, apayrı bir mantık hatası… En baştan itibaren ezikliğin dibine vurma şovu yapan bu karakter, sanki kendi evliymiş gibi, Duygu’yu ‘Gel şu endamınla salın’ diyerek pohpohlama gayretinde. Niye? Kankalığın gereği mi? Balyaj yaptırıp balyajsız saçla ortaya çıkan Burcu’nun, kankalık ayağına, sürekli kendini aşağılamasını geçtim ‘Bunları biraz baş başa bırakalım’ diyerek Duygu’nun alenen pazarlamacılığını üstlenmiş gibi davranmasını nasıl geçerim bilemedim! Zengin erkeği arabasından tanıyan Burcu onca zaman Bodrum’da çalışmış da niye bir av düşürememiş, onu hiç çözemedim.
‘Allah her zaman dileyene değil dilediğine veriyor’ diyen Serkan ve arkadaşlarına gelince… Başucuna ballı süt getiren annesinden ve okula geç kalmış oğlunu uyandırma modundaki öfkeli babasından nasıl izin alıp da Bodrum’a gittiğini sorgulatan Serkan, tıpkı Duygu gibi paraya tamah etmiyor ama sırf zengin havası basmak için oldukça hevesli. Maşallah, hiç tanımadığı bir adamın kıyafetlerini babasının malıymışçasına kullanmaktan çekinmedi. Arkadaşlarının bu konudaki yüzsüzlüğü de evlere şenlikti. Hani bir tek giysiyi almak neyse de gardıropta denenmedik kıyafet bırakılmaması, hatta donuna kadar kullanılması mizahta bile olacak şey değildi. Ev sahibi gelince anlamayacak mı düzeninin bozulduğunu, eşyalarının kullanıldığını. Hesap sormayacak mıydı Naci’ye? Yeşilçam nostaljinsin gereği miydi bunlar?
Diyeceğim o ki, aşk acısını anından üstünden atarak aşkın ne yalan şey olduğunu ispatlayan ve baştaki dramatikliği külliyen sıfırlayan ‘bar kahramanı’ Serkan da… Kedi videosundan üç kuruş kazanıp sanki büyük ikramiye vurmuşçasına havalanan Cenk de… Serhan Aslan’ın üstüne yapışan konuşma tipiyle karikatürize edilen Bodrum fatihi Naci de, karakter mantığı adına tam evlere şenlik.
SONUÇTA; Bodrum’daki fahiş fiyatlarla atılan kazığı mısırcısından ‘biç’ine iğneleyen… Fakir fukara kadınların zengin koca avcılığını eleştirmeyi gayet güzel beceren… Tamircilik, kuru temizleme, ev bekçiliği gibi alanlarda hizmet verenlerin emanetlere nasıl hıyanet ettiklerini sergileyen… Ve yalancının mumunun sönerken yeniden yanabileceğini ikinci bölümdeki gelişimle gösteren ‘İki Yalancı’, henüz yayına çıkmadan yaptığım ‘‘İki Yalancı’dan güzel bir doğru olur desek yeridir’’ şeklindeki değerlendirmeyi genel itibariyle hak ediyor. Lakin tek tek detaylandırıldığında mantık hatalarını açık eden bir yapıda! Dolayısıyla romantik komediye ağırlık vereceğini ikinci bölümde netleştiren ‘İki Yalancı’nın şu an için bize sunduğu tablo, alenen güleriz ağlanacak halimize durumu. Ya sonrası?
Açıkçası, yalancıların foyasını ortaya çıkartıp düzenlerini bozarak İstanbul’un yolunu açıp yalandan gelen komedisine yeni bir kapı açan dizinin ‘zengin avı’nın bundan sonraki gelişiminin yol haritası, kolayca tahmin edilebilecek biçimde ortada. Umarım devamında senaryonun sözü, çamın kökü gibi yan konularla daha orijinal biçimde genişleyebilir ve şu mantık sorunu çözülür de… Hem aklımızda soru işareti kalmadan bakarız, rollerine pek uyuşan Yağmur Tanrısevsin-Keremcem ikilisinin sahnelerine… Hem de klişelerin monotonluğuna düşmeden yenilikçilikle güleriz, ‘Yangın çıkartmayı biliyorsan itfaiyecilik oynamayacaksın’ felsefesindeki dizinin esprilerine.
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal