Hayat'ın öyküsü

Önemli olan da iyi tarafta olmak değil miydi, Soma'da madenci, Bergama’da pamuk işçisi, Erzurum’da köylü, İstanbul’da şehirli...

Fuat Akyol Fuat Akyol

Sene 97 Eylül’ün 3‘ü gibi arkadaşlarım Ali ve Cihannur ile Bergama’ya gitmeye karar verdik. Pergamon tepesindeki ilk yerleşim yerlerini gezip, kahraman Pergamus’un izlerini takip edecektik.

Ali Sivaslı ve İstanbul üniversitesinde antik yunan dil ve edebiyatını okuyordu, Cihannur ise Mimar Sinan güzel sanatlar fakültesinde arkeoloji okuyordu . Konuda ilginçti zaten, İ.Ö 7,6 yıllarına dayanan bir yaşam öyküsü vardı.

Ali ve Cihannur antik Yunan ve öncesi tarihin izlerini sürerek ksemophon’un kaldığı Eretria ‘lı Gongylos’un evini. Büyük İskender’in bastığı Bergama kalesini , Pergamot krallığının Roma imparatorluğuna bırakılmasına, daha sonra ise İ.S. 716 yılında Arapların işgal etmesine ve 1301 de Osman Gazi tarafından alınmasına kadar geniş bir tarihi araştırmak istiyorlardı.

Ben ise insanların yaşam izlerini sürmek istiyordum, zor koşullarını, aldıkları ücretle bir yıl boyunca karınlarını zar zor doyuran çocuklarını okutmak için bin bir türlü fedakarlıkta bulunan pamuk toplayıcılarını sendikal bir örgütlülük adı altında bir araya getirip haklarını aramalarını sağlamaktı. Ali ve Cihannur tarihe ben ise halka halkın tarih ve yaşamına aşıktım. Bergama da 15,20 gün kalacaktık.

Ali ve Cihannur ile sadece akşamları buluşabiliyorduk. Onlar zamanını Bergama kalesi ve Pergamot tepesinde geçiriyor ben ise pamuk işçilerinin arasında onlarla diyalog kurmaya çalışıyordum. Çok ciddiye alındığımda söylenemezdi, bana şehirli züppe gözüyle bakıyorlardı, bu çok ağrıma gitse de bir şey diyemiyordum. Oysa ben şehirli değildim, hayatım da tamda pamuk toplayıcılarına çok yakındı ,bu kadar ilgilenmemde bundan olsa gerek.

Genelde toplayıcılar Manisa , Akhisar, Salihli ve Somanın yoksul ve onurlu insanlarıydılar, özellikle somalılar maden ocaklarına inmemek ( her ailenin hemen hemen maden ocağında bir kayıbı vardı) için pamuk toplayıcılığı ile geçimini sağlıyorlardı.

Günler geçip giderken banada yavaş yavaş alışıyorlardı . 1938 yılında dersim katliamında Akhisar’a sürülen ve sonra geriye dönmeyip burada yaşamını devam ettiren , pamuk toplayıcısı Yıldız ailesi ile tanıştım. Baba Ali Rıza 40 lı yaşlarında uzun boylu incecik pos bıyıklı heybetli bir adamdı, Ali Rıza nın eşi Bese nün üç çocuğu vardı. Mansur 18, Munzur 16 Gülizar ise 15 yaşındaydı ailece tarlada çalışıyorlardı, arkalarında çocuklarını bırakacakları kimseleri olmadığından çocuklarda hızlı çalışmalıydılar, yoksa tarla sahibi çocukları istemiyordu.

Yıldız ailesi benimle yemeklerini paylaştılar , ırgatlığın zorluklarında sistemin çarpıklığından çocukları yetersiz beslenme ve barınmadan dolayı hastalanmasına kadar her konuyu uzun uzun konuştuk. Gülüzar oradaki bütün çocukların ablası gibiydi hepsini o kadar çok seviyordu ki, işlerini bile yapmaya çalışıyordu , benim küçük arkadaşlarım diyordu.

Gülüzarın içinde sadece iyilik ve çocukları mutlu etme isteği vardı . Kendi de çok zorluk çekmişti özellikle dedesi Hıdır sürgüne geldiğinde daha 10 yaşlarında bir çocuk önce Akhisar da kabul görmüyorlar akrabaları yok sonra insanlarla kaynaşmaya ve birbirlerinin dilini öğrenmeye başlıyorlar.

Ama babasına da abileri ve Gülizar’ı da zaman zaman dışlamıyor değiller ama o iyiliği Seçmişti çocukların hayatını eğlenceli kılmaya çalışıyordu , hep beraber koşarak servise binmeye çalışıyorlardı oturmak için değil (büyükler oturuyordu zaten) ayakta daha iyi bir yer bulmak içindi bu koşuşturmalar, onları seyreder çocukluğumda köyümde Ablam ve kardeşim ile koşuşturmalarımız gelirdi . Sonra küçük arkadaşlarıyla istanbuldan gelen akrabamız diyerek tek tek tanıştırdı .

Ayşegül’e sıra gelince biliyormusun ben istanbula gidicem ve psikolog olacağım dedi, ben ise hafif gülümseyerek neden diye sordum bana dönerek herkesi iyileştirmek için dedi , Ayşegül 8,9 yaşlarında ailesi somalı olan güzel bir kız çocuğuydu , gözlerinin içi gülen hafif utangaç ama be istediğini bilen Bir çocuktu .

Artık bizim istanbula dönme vaktimiz yaklaşıyordu , sendikal örgütlenme yapamasam da çok güzel dostluklarla Bergama’da dönme zamanıydı . Ali ve Cihannur ile akşam bavullarımızı hazırlayarak sabah erkenden kahvaltı yapıp otobüse binecektik ki! Gülizar abisi Mansur Ayşegül ve bir kaç çocukla beni uğurlamaya gelmişlerdi . Bütün çocukların gözleri pırıl pırıldı ,özellikle Ayşegül’ün gözlerindeki ışık otobüs camını aydınlatıyordu , bir gün bir yerlerde görüşeceğiz der gibiydi .

Yol boyunca Ali ve Cihannur edindikleri bilgileri benimle paylaşmak istiyorlardı ben ise suspus yüreğimin yarısı pamuk işçilerinde kalmıştı , yokluk içinde olmalarına rağmen her şeyi paylaşmak istemeleri , dünyanın adaletsizliği ezen ve ezilen arasında büyük uçurumların olması neden iyi insanların yoksul olduğunu düşünürken istanbula varmıştık . Bütün güzelliği ile İstanbul ve Boğaz köprüsü bizi karşılıyordu. Bu güzelim şehri de insanlarını da özlemiştim .

Yıllarca Ayşegül’ün boncuk gözlerini , pamuk toplayıcılarının Güler yüzlerini ve misafirperverliklerini her yerde anlatır olmuştum . Ali üniversitede öğretim görevlisi olmuştu , Cihannur ise iyi bir arkeolog olmuştu kazılara gidiyordu ama fırsat buldukçada buluşuyor bir kaç kadeh bir şeyler içiyorduk . O günde bir kaç arkadaşımızla Beyoğlu 45 lik barda buluştuk . Artık ben nostaljiye meraklı plak , pikap, eski kitap ve eski gazete toplayıcısı olmuştum. 45 lik barda çok güzel 60.70 ve 80 lerin nostalji müzikleri çalardı .

Arkadaşlarımızla buluştuğumuzda 2015 Eylül’ün ilk günleriydi , Ali ve Cihannur Bergama ys gittiğimiz 97 eylülünü anlatmaya , heyecanla Bergama kalesini ve Bergama’dan bahsediyorlardı . Saat akşam 20:00 gibiydi içerde 4,5 kişi daha vardı , müziğin seside çok yüksek değildi birbirimizi ve çevredeki sesleri duyabiliyorduk kendi halimizde hikayelerimizden bahsediyorduk . Ben pamuk işçilerinden ve orada kurduğum dostlukları anlatırken , yan tarafta oturan bir kaydının bizi can kulağıyla dinlediğini farkettik .

Cihannur bütün zerafet ve güzelliğiyle Kadın ın yanına gidip bize katılmazmısınız ? Diye sordu , kadın; utangaç bir yüz ifadesiyle, sizi rahatsız etmeyeyim dedi; Cihannur un yok rahatsız olmayız mutlu oluruz repliğinden sonra masamıza geldi . Adı HAYAT dı aynı zaman dilimlerinde Bergama’da ailesi ile pamuk topladığı için konu ilgisini çekmiş ti , ben tabiki pür dikkat hayata bakıp sorular soruyor 97 ye ait bir şeyler bulma umuduyla sürekli yüzüne bakıyordum. Gözleri Ayşegül’e o kadar benziyordu ki sanki aynı gülüşe sahiplerdi . Sende servislere koşarmıydın diye sordum ; gülerek çoook diye cevap verdi sanki bütün pamuk işçilerini tanıyormuş gibi kimlerden olduğunu sordum .

Somalı olduğunu Ayşegül’ün de kuzeni olduğunu öğrendim . Ayşegül okudu mu? Diye sorduğum da ; okumadığını 18 yaşında evlendiğini iki erkek bir kız çocuğu olduğunu , ailede sadece kendisinin okuduğunu söyleyince , içimi bir hüzün kapladı Ayşegül zamana ve çarka dirnememişti ve kaybetmişti , benimde kayıplarım vardı ablamı çocukluğumun masumiyetini kaybetmiştim . Okuyamamış ve hayallerini gerçekleştirememişti, Hayat ın ise gözleri hala pırıl pırıl ve o küçük Ayşegül’ün coşkusu vardı doktor olmuştu istanbula gezmeye gelmişti , bir hafta kalacaktı , bir hafta boyunca hergün buluştuk, pamuktan , insanlardan ve Ayşegül’den bahsettik .

Bir hafta sonra Hayat ın dönme vakti gelmişti Hayat a gitmeden bir hediye vermek istiyordum. Yıllar evvel bin bir zorlukla para biriktirip aldığım pikap ‘ı hediye olarak verecektim sevineceğini düşünüyordum çünkü ; hediyeler insanların birbirine doğa üstü bağlarıdır . Hüzünle bir daha görüşürüz diyip telefonlarımızı alıp verdikten ve somaya gitme sözünden sonra ayrıldık. Arada haberleştik ama işten güçten pek aratamaz olmuştuk.

Yıllar sonra yolum akşam 19:00 gibi Beyoğlu’nda 45 lik bara düşmüştü bir şeyler içip arkadaşlarım Ali ve Cihannur u beklerken kapıda bütün ihtişamı ve güzelliğiyle Hayat içeri girdi , gözleri pırıl pırıl , çok mutluydu tayini İstanbul’a çıkmış arkadaşlarıyla kutlama yapacakmış , geldiğinde beni arayıp 45 lik bara gelmemi isteyecekmiş sma ben önce davranmış oldum sanki içime doğmuştu .

Dakikalarca kucaklaştık hoş beş ve sitemlerden sonra , iki gün sonrasına 45 likte buluşmaya karar verdik . Akşam 8 gibi buluştuk , yine o pırıltılı gözlerinde bir hinlik olduğunu anladım . Biraz dışarı çıkmamı istedi , neden diye sorunca gülümseyerek çık, çık işte dedi , kıramadım ama anlamda veremedim acayip heyecanlandım acaba evlendi onu mu tanıştıracak diye , beş dakika sonra bana seslenerek gelebilirsin dedi içeri girdiğimde hediye ettiğim pikap üstünde Sezen Aksu nun şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler plak ı dönüyordu , mutluluktan uçuyordum , aşk mı dostluk mu bunu zaman gösterecekti .

Önemli olan da iyi tarafta olmak değil miydi, Soma'da madenci, Bergama’da pamuk işçisi, Erzurum’da köylü, İstanbul’da şehirli... bunların bir önemi yoktu . Biz artık bu kadar yıl sonra buluştuğumuzda RENGARENK olmuştuk HAYAT ın binbir rengini taşıyorduk . Ayrılır mıydık ? Bir daha bunu HAYAT ve zaman gösterecekti . ZATEN AŞK DA RENGARENK OLMAK DEĞİL MİYDİ, siyah beyaz filmlerin sonunda .