Ekranın yeni kahramanı Cesur Yürek

Maskelileri bir kenara bırakırsak şu an için en kayda değeri, ekranın yeni kahramanı olarak gördüğüm ‘Cesur Yürek’ Ömer! Sevabıyla hatasıyla nasıl bir tablo sunuyor bize, bakalım.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Cesaret, yüreklilik ve kahramanlık… Bu üçlünün yarattığı çağrışım nedir diye soracak olsak, eminim cevapların çoğunluğu ‘erkek’ cinsiyetini öne çıkartan türden gelir. Zira dünya genelinde babayiğitliğin kadın işi olmadığını düşünenler… Ya da kahramanlık söylevi niyetine, ‘Adam-madam’ ikilemi yaratarak ölüm güzellemesi yapıp, cinsiyetçi ve ayrımcı bakış açısının olanca iticiliğini sergileyenler nezdinde cesaret de, yüreklilik de, kahramanlık da hep erkeklere mahsus meziyetler. Dolayısıyla bu kavramların köşelere oturtulduğu her üçgenin ağırlık merkezinde erkek egosunun varlığı kaçınılmaz. Kuşkusuz kas gücünün yarattığı avantaj kadar, kadınlar da kendilerine layık görülen acizliği-muhtaçlığı benimseyerek bu egonun yükselmesine katkıda bulunmakta.

Nasıl ki, kadını sadece bir güzellik ve cinsellik objesi olarak var etmenin ötesine geçmeyen medyanın da erkek desteği ortada. Misal, tartışma programlarında politika veya ekonomi üstüne konuşan kaç kadına rastlamak mümkün? Hem, Mayıs-2016 itibariyle faaliyette bulunan parti sayısının bildiğim kadarıyla 96 olduğu ülkemizde başkanı ‘kadın’ olan kaç parti var ki, medya kadınlara bolca söz hakkı versin! Arada bir-iki numune çıkıyor işte.

Velhasıl Kurtuluş Savaşı’nda Kara Fatma olsa da… Onbaşı Halide Edip Adıvar gibi cepheden TBMM’ye, hem bedenen hem fikren mücadele verse de… Şerife Bacı gibi İnebolu’dan Ankara’ya kağnısıyla mühimmat taşırken şehit düşse de… Kastamonulu Halime Çavuş gibi saçlarını kazıtıp erkek gibi Kurtuluş Savaşı’na katılsa da… Hatta ABD başkanı dahi seçilse… Kadınların kahramanlık yönü, hep Tarzan’ın partneri Jane kadar yansıyor bize. Hal böyle olunca, yabancısından yerlisine, cesaret aksiyonu üstüne yaratılan kurguların ağırlık merkezinde de erkekler bulunuyor. Hani ilaç için şöyle kayda değer bir kadın kahraman yaratılsa… Diyeceğim ama şimdilik ‘Kertenkele-Yeniden Doğuş’taki Maskeli Kedi Kız’la idare edeceğiz. Buna karşılık, hazır konu babında nimet bulmuşçasına darbe kalkışmasını ve derin devleti işlemek için kolları sıvayan dizi dünyamızda maşallah erkek kahramandan geçilmiyor. Maskelileri bir kenara bırakırsak şu an için en kayda değeri, ekranın yeni kahramanı olarak gördüğüm ‘Cesur Yürek’ Ömer! Sevabıyla hatasıyla nasıl bir tablo sunuyor bize, bakalım.

MATRUŞKA MİSALİ YARATILAN ‘CESUR YÜREK’

Babayiğitler her dönem kurguların gözdesi olmuştur. Mafyaya karşı mahallelerini savunurlar, mazlumun hakkını zalimin yanına koymazlar. Kahramanlıklarını aşkla süsleyen bu babayiğitler derin devlet meselelerine dahi dalarlar. Hoş zaten mafya-derin çoğu zaman iç içe yol alır ya bu âlemde... Kısacası insanlar, gerçek hayatta bulamadıkları adalet duygusunu ekrandaki babayiğitler vasıtasıyla bir nebze tatmin ettikleri için severler bu tür işleri. Bu nedenle de kahramanlık senaryoları fazlasıyla benzeşir birbirine… Adeta ‘Matruşka’ misali birbirinin içinden türerler. Show TV’nin yeni dizisi ‘Cesur Yürek’ de bu izlenimi yaratanlardan.

Şöyle ki; İlk etapta 1998’de Show TV’de başlayıp dördüncü sezonunu ATV’de noktalayan… Güliz Kuçur, Raci Şaşmaz, Onur Ünlü, Bahadır Özdener ve rahmetli Ömer Lütfi Mete’nin senaryosunu kaleme aldığı Sinegraf imzalı ‘Deli Yürek’ dizisini çokça hatırlattığı kesin. İzleyenler bilirler… Askerden izinli gelen Yusuf’un kahramanlığı, askeri konvoya pusu kuran teröristlerle çatışması sonucu doğmuş; Kara Hamit’e düzenlenen suikastı engelleyerek de artmıştı. Özetle, mafya âleminde Kara Hamit’le birlikte nam salan… Ardından yaşananlarla kendini mafya-siyaset dünyası ikileminde bulan Yusuf’un kötülerle ve görevini kötüye kullanan devlet yetkilileriyle mücadelesi konu edilmişti ‘Deli Yürek’te.

‘Cesur Yürek’e baktığımızdaysa, o da fedakârca yapılan kahramanlık noktasında benzer mantıkla çıkıyor karşımıza. Ancak bu kez gündemde bolca yer alan kaçak göçmen konusu seçilmiş. Devamı da mahalleden mafyayı çıkartmak için mafya babası Tatar Ahmet’e yardımla ve bu süreçte devreye giren istihbarat-derin devlet seçeneğinin Ömer’i ikilemde bırakmasıyla getirilmiş. Yani benzeşme çok. Ayrıca Ömer’in çocukluk arkadaşı ve kardeşinin kocası Ali Ekber’i de Yusuf’un kan kardeşi Ali’nin yerine koyup, Didem’le de Nazlı’yı özdeşleştirebiliriz.

Öte yandan ‘Cesur Yürek’in matruşka olayında dıştaki kap durumunda olan ve Kenan İmirzalıoğlu’nun oyunculuğuyla efsaneleşen ‘Deli Yürek’in içinden yine bir başka İmirzalıoğlu dizisi olan ‘Karadayı’nın çıktığı gerçeğinde… ‘Cesur Yürek’in bu yapımdan da çağrışımlar uyandırdığını söylemek mümkün. Ömer-Mahir Kara karşılaştırmasında karakter olarak pek çok benzeşme mevcut. Benzerliği vurgulamak için aile yapısından örnek verecek olursak… Ömer’in annesi Enise ile ‘Karadayı’nın annesi Safiye’nin Şebnem Dilligil’in oyunculuğunda kesiştiği dizide, her iki karakter için mahalleden bir kız, eş adayı olarak seçilmiş. ‘Karadayı’da Ayten… Burada olmuş Arzu. ‘Karadayı’daki Bakan kızı Hâkime Hanım da dönüşmüş İstihbaratçı kızı ve yeğeni Avukat Hanım’a! Mahir, Ayten’i geçip yasaları adilce uygulamaya hevesli Hâkime’ye tutulmuştu ve Ayten kıskançlıktan kudurmuştu. Ömer de Arzu’ya değil idealist Avukat’a vuruldu. Dahası, mafya içindeki yavru mafya olmaya hevesli Murat’ı da, gazinocu Necdet’in yerine koymak olası… İnsan insana benzermiş.

Tüm bunların dışında gizli operasyonlar, cemaat mücadelesi, Gladio’yu bitirmeye niyetli örgütleri devletimsi hale getirenlerle yabancı ajanlara yönelik saptamalar ve bölgeye hâkim olma söylemi gibi ayrıntılarından dolayı ‘Kurtlar Vadisi’ yakıştırması yapan da çıkabilir. Hatta ve hatta kötülüklere karşı kol kola vermeye hazırlanan Ömer ile Ali Ekber ikilisine bakıp ‘Filinta’nın Mustafa-Bıçak Ali ortaklığını bile anımsayabiliriz.

Neticede; İlk bölümünde 15 Temmuz’u anıp milletin bedel ödeme cesaretine değinerek mesajcı yüzünü gösteren ‘Cesur Yürek’, ortaya koyduğu benzeşmelerle de, ‘Deli Yürek’ten ‘Karadayı’ya matruşka misali yaratılmış bir içeriğe sahip olduğunu açık etti! Dizinin bu benzeşmelerini vurguladıktan sonra gelelim güzelliklerine ve hatalarına…

‘CESUR YÜREK’ DİZİSİNİN ARTI VE EKSİLERİ…

Karanlıkta patlak bir bot ve azgın sularla boğuşan Suriyeli göçmen ailenin umuda yolculuktaki umutsuz çırpınışı… Çığlıklarla çaresizlik iç içe. Bu dramatik gerçeklikle açılışını yapan ‘Cesur Yürek’, ilk andan itibaren merak uyandırmayı başaranlardan oldu. Tabii ilk izlenimin ardının boşa çıkma ihtimali de vardı hesapta ama... Neyse ki, denize düşen Omar ile terhisine 15 gün kalan denizci Ömer’i hayat kurtarma kahramanlığında buluşturup işi, kara maskelilerin insan kaçakçılığı yapan tekneden IŞİD’li terörist alma operasyonuyla derinleştiren ‘Cesur Yürek’ bu aksiyoner girişin devamını da dolu dolu getirdi. Üstelik yabancı yapımları aratmayacak, helikopterli-botlu zenginliğe sahip sahnelerle. Çatışma aksiyonundaki profesyonellik bir parça aksaktı. Fakat Amerikan filmlerinde bile iyileri yüceltmek adına kötüler küçültüldüğünden buradaki mantıksızlıkları da geçebilirdik rahatlıkla. Geçtik de zaten. Zira ‘Cesur Yürek’ terazisi, akıl-sabır kavramlarıyla olayları tartmaya hazırlanıp Ömer’i de ‘Adil olmak intikam mıdır? Ya adil olacaksın ya müntekim’ ikilemiyle karşı karşıya bırakırken, biz de adil olmalıydık neticede.

Bu minvalde ‘K’ harfinden evlenen ünlüleri sayarken yönetmen Kudret Sabancı’yı da araya sıkıştıran dizide gözümüze takılan ilk olumluluk, Onur Tuna’nın varlığı oldu! Her ne kadar, ‘Filinta’da sakallı haline alıştığımızdan, parlak yüzüyle başta yadırgasak da, gerek yavaş yavaş uzayan sakalları gerekse duruşuyla Mustafa’lıktan ayrıştırdığı oyunculuğu bizi karaktere çabuk bağladı ve ‘Cesur Yürek’i izlemede baş etkene dönüştü. Kendisi, duygusal kahraman tipini iyi başarıyor doğrusu. Bu performansıyla yeni ‘Karadayı’ olmaya aday diyorum.

Sadece gündemdeki emperyalist güçlerin sömürü düzenini değil, radikal dincilerin yarattığı olumsuzlukları da dile getirerek mesaj dengesini sağlayan dizinin senaryosunda, balıkçıların geçim derdine ayna tutulması da hoşuma giden detaylardan. Ayrıca Tatar Ahmet olarak performansıyla diziyi zenginleştiren Hüseyin Avni Danyal başta olmak üzere karakterlerin çoğu güzel dizayn edilmiş. Kudret Sabancı’nın yönetmenliği de dizinin artılarından.

Bunlara karşılık ‘Cesur Yürek’te eksiler de bulunuyor haliyle. İlk saptamam Avukat Berrin’in abartılı tepkilerine! Modellikten oyunculuğa geçiş yapanlar kategorisinde yer alan Rüveyda Öksüz’ün canlandırdığı karaktere dikkat çekmek için aşırı yüklenilmesi yanlış olmuş. Hani Hâkime Feride’nin de kafa tutmaları boldu ama hem hâkimlik mertebesinin gücüyle makul duruyordu, hem de Bergüzar Korel’in yumuşatmayı başaran sunumuyla bunlar gayet ölçülü yansıyordu ekrana. ‘Cesur Yürek’teyse gereğinden fazla atarlı ve dik bir avukat profili var karşımızda. Bu tablonun gerçek yaşamla hiç uyuşmadığını belirteyim. Yani bu devirde hangi avukat polisin karşısına çıkıp kafa tutabilir böyle? Ya da polisi aramak yerine evini taşlayan serserilerin karşısına dikilip kırık camla saldırmaya kalkar? Hele camı karnına yemiş halde sergilediği yiğitlik havaları neydi öyle? Yani diyeceğim o ki, Avukat Berrin karakteri biraz daha iyileştirilmeli ve inandırıcı hale getirilmeli. Aksi takdirde ne boynuna şal doladığı Ömer’le ilişkisinden duygusallık yakalanabilir, ne de gerçeklerin peşindeki avukatlığının tadı hissedilir.

Hiçbir yerinde yanık oluşmadan koca alevlerden geçip çocuğu kurtaran Ömer’in bu becerisine hayret ettiren dizide değinilecek olumsuzluklardan biri de, füzelerin taşınmasında gösterdi yüzünü… Kaçakçılığı yapacak tekneyi ele geçiren Ömer ve arkadaşlarının Ruslara uydurduğu ‘Kaptan denize düştü’ yalanı sadece basit değil profesyonellik adına utanç vericiydi. Demek ki Amerikan filmleri gibi biz de, Rusların çocukça bahanelere inanacak derecede saf olduklarını düşünüp küçümsüyoruz. Umarım sonraki bölümlerde bunlar ve benzeri durumlar yaratılmaz.

‘CESUR YÜREK’ ÇOCUK DOKTORLARIMIZA HAKSIZLIK ETTİ!

‘Cesur Yürek’te gözüme çarpan olumsuzluklardan en önemlisini sona sakladım. Zira bu, başlı başına mesleki bir gaf! Ömer’i, ‘Karadayı’ misali mahalleliye kol kanat geren babayiğide dönüştürme etabında yaşandı bu durum. Komşulardan Hilal’in çocuğu özel hastaneye götürme sevdasıyla sarf ettiği sözler hem küçültücüydü hem de gerçekle bağdaşmıyordu. Çocuğun babası balıkçı olarak çalıştığına göre ‘Bu adam kaçak mı çalışıyor da herhangi bir sosyal güvencesi yok’ sorgulamasını mümkün kılan sahnede, ‘Acile götürüp getiriyoruz bir şey olduğu yok’ diyerek parasızlıktan gidemedikleri özel hastaneden medet uman Hilal, Ömer’i kahramanlaştırdı. Fakat aynı zamanda bu söylemiyle, devlette canla başla çalışan çocuk doktorlarına ve tüm sağlıkçılara da haksızlık etmiş oldu.

Oysa özellikle Suriyeli göçmenlerden sonra artan hastalarla katlanan yük bir yana, değişik hastalıklar ve sorunlu yeni doğanlarla baş etmek durumunda kalan çocuk doktorlarının çabası fazlasıyla takdire değer. İlaveten gidilen acillerde tedavi olanağı bulunmadığında veya yer yokluğunda özel hastanelere sevk yapıldığı da bir gerçek. Dahası gerçekten acil durumda olan bir hasta, özel hastanenin aciline gittiğinde para ödemesi gerekmiyor. Çünkü yasa böyle. Şayet doktor, durumun gerçekten acil olmadığına kanaat getirirse ‘yeşil alan’ genelgesi kapsamında katılım payı ve ilave ücret ödemek durumunda. Yani özel aciller de bedava.

Ama görünen o ki, ya bu sahneyi yazanların durumdan haberi yok ya da devletin hastanesi yerine özellere gitmeyi teşvik mantığı güdülmüş! Özveriyle çalışıp helak hale gelen asistan doktorlar başta olmak üzere tüm hekimlerimizle ve yoğunluğa rağmen yetmeye uğraşan resmi hastanelerimizle ilgili sahneler-haberler yaratılırken daha saygılı-bilgili olalım lütfen.

Sonuçta; Pek çok yapımda mafyalığın raconu ballandırıla ballandırıla öne çıkartılmakta. Aynı şekilde gizli güçlerle mücadele eden istihbaratçılık da parlatılmakta. Öyle ki bunları izleye izleye ya cümleten mafyatik takılacağız veya sağda solda derinlik aramaya başlayıp kendimizi kahraman sınıfına sokmak için çabalayacağız. Tabii bir de bunları akışına izlemek var… Lakin o zaman da bir anlamı kalmıyor ki onca aforizmanın, derin mesaj yüklü sahnelerin!

‘Kader hükmünü vermiş, emanet sahibini görmüşse kaçmak mümkün mü’ diyerek kaderin değişemeyeceğinin altını çizen ‘Cesur Yürek’ de mafyatik ama sadece erkeklerin değil kahramanlığa pek layık görülmeyen kadınların da hoşlanacağı türden bir yapım sınıfında. Tıpkı ‘Karadayı’, ‘Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’ veya ‘Deli Yürek’ gibi uzun ömürlülüğe de müsait. Ancak totalde iyi sonuç alan dizinin bunun için AB kesimini de yakalaması gerek. Bu ise konuyu derin dırdıra boğup mesajcılıkta aşırıya kaçmamakla ve benzeri işlerin taklidi misali söylemlerden ziyade kendine has bir tat ve aforizma fırtınası yaratmakla başarılır! Anlayacağınız ekranın yeni kahramanı olmak zor iş. Böylesi bollukta kendine özgü süreç yaşatmayı beceren ‘Cesur Yürek’ler ayakta kalabilir ancak diyerek bağlayalım sözümüzü.

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal