Çifte Saadet'i bekleyen tehlike

Ülkece ne çok gülmeye ihtiyacımız var şu günlerde, değil mi? Her şey gülmememiz için programlanmış sanki.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Geçim sıkıntıları bir yana çok daha beter iç karartıcılık sardı dört bir yanımızı. Acı dolu görüntülerden, savaş heveslerinden geçilmeyen haberler yürek burkan-kışkırtan yansımalarla dolu. ‘Savaşsız olmaz’ motivasyonunun sinsi yüzü beyinlere işlenmek isteniyor gibi. Bunları ve gelişmeleri izlerken adım adım sürüklenilen uçurumun dipsiz karalığını görmemek, üç maymunu oynayan taraftar zaafıyla eşdeğer. Sözün kısası; Sevindirici haberlerin minimumun da altına düştüğü dünyada binmişiz bir alamete gidiyoruz kıyamete… Dolayısıyla tavşana kaç tazıya tut ilkesini çıkarları için gerekli görenlerin çifte standartları yüzünden ufkumuz daha da kararmasın diye temennide bulunurken, yüz güldürecek şeylerin gerekliliğinin daha fazla hissedildiğinin de altını çiziyoruz haliyle…

Genel itibariyle baktığımızda sıradan vatandaşın yüzünü en çok ne güldürür? Her şeyin başı ‘para’ olduğuna göre… Eline geçen paranın zamlanması diyeceğim ama… Fiskeyle verilip kepçeyle geri alındığından bunu boş geçiyoruz. Maddi olanakların kısıtlılığında gerçek dünyada aradıklarını bulamayanların eğlenip gülmesi için ekrandaki hoşluklar kalıyor geriye. Özellikle de mizahi yönü ağır basan sıcak öyküler! Zira ekrandaki yapımların büyük kısmı da aile çatışmaları, mafya hesaplaşmalarıyla dolu. Yani tıpkı yaşam gibi negatif enerjiyle yüklüler ve şiddetle geriyorlar bizi. Bu nedenle bir parça gevşeyebilmek için FOX’un ‘Çifte Saadet’ine ihtiyacımız var dedik ve büyük hevesle bekledik. Ne umduk, ne bulduk? Kötü desek haksızlık ederiz, iyi dersek de kriterlerimizle çelişiriz. Öyleyse ‘Nasıl yorumlayalım’ açmazından kurtulmak için en iyisi, diziyi detaylarıyla incelemek.

ÇİFTE SAADET’E CUMBURLOP DALIŞIN MANTIĞI YOK

Gelmiş geçmiş aile dizilerinden özellikleri bünyesinde barındıran… FOX’un yeni ‘Kocamın Ailesi’ olmaya aday… ‘Annem Uyurken’ esintisini hissettiren ‘Çifte Saadet’i doğru yorumlayabilmek için öncelikle mantığından başlamak gerek… Bu noktadaki gerçek de, kadrosuna fazlasıyla güvenen dizinin mantığını alabildiğine boşladığı! İki kadını aynı evde yaşatarak dizilerin ‘çok eşli koca’ olayını hoş gösterme modasına komedi desteği sağlar pozisyona düşen ‘Çifte Saadet’, baştan sona mantıksızlıkla çıktı karşımıza.

Nedense dizilerde bir olay geliştirilirken ‘Nasılsa kurgudur, her şey yutturulur’ kafası fazlaca baskın çıkıyor. Oysa mantık her daim önemsenmeli ki, devamı iyi gelişsin ve iş beğenilsin. Burada da ilk takıldığım husus Perihan’ın 12 yıllık yokluğu! Sözde 12 yıl boyunca bir merkezde kalmış. Bu merkez bağışlarla işleri yürüttüğünden para sorun olmamış. Peki bu sürecin polis-prosedür kısmı nerede? Otobüs kaza geçirince ceset-kimlik tespiti yapılmıyor mu? Orada bulunmayınca nasıl öldüğüne hükmedilmiş? Ailesi, polise Perihan’ın resmini niye vermemiş? Kayıpların resmi polis kayıtlarında olacağından Perihan hafızasını kaybetmiş olsa dahi onu bulanlar teslim ettiğinde illa ki ailesine kavuşturulurdu. Dahası yayın organlarıyla duyurulurdu ki, Metin efendi de bakkal olduğuna göre mutlak görürdü. Artık her kim, nasıl bulmuşsa alıp polise teslim etmek yerine rehabilitasyon merkezine getirmiş. Var mı böyle saçmalık? Benzer mantıksızlık ‘Kocamın Ailesi’nin başlangıcında yaşanmıştı. Yazmıştık da. Sonra senaryo kendini toparlayıp mantıklı bir açıklamayla durumu kurtarmıştı. Hadi burada da olabilir diyelim. Peki, ya olayın rehabilitasyon merkezindeki gelişimi? Getirilen kişinin durumunun polise bildirilmesi gerekmez mi? Yok. Onlar da ‘Aman polise bildirmeye ne gerek var’ diye düşünmüşler zahir ve kuzu kuzu 12 yıl beslemişler. Kolundaki künyeye bakıp bileziğini ve çantasını saklayıp ‘Kısmet pabucu yarım’ diyerek sabah sporu yapmakla ve insancıl-şefkatli rehabilitasyon hayalciliğiyle meşguller çünkü. Sahi, şehirlerarası yolculuk yapan Perihan’ın çantasında kimlik yok muymuş? Düşündükçe, gelir gelmez mutfağa dalıp yemek derdine düşen… Şamatacı bir mutlulukla oradan oraya kelebek gibi uçuşan Perihan’ın hafıza kayıplı 12 yıllık yokluğundaki mantık gelişimi hepten kof çıkıyor.

Öte yandan hafızası canlanan Perihan’ın evdeki tavırlarında da mantık hak getire… 2004’te bu memlekette avokado, brokoli, Brüksel lahanası mevcuttu. Aynı şekilde internet de, bilgisayar da, o koltuklar da kullanımdaydı. Hiper market de vardı o yıllarda. Öyleyse gözlerini şehlalaştırıp, ağzını yamulatarak aval aval bakmak; ‘Bu ne, bu ne’ diye sormak neyin nesi?

Gelelim diğer Saadetler cephesine… Annelerinin sözde ölüm yıldönümü ve ailecek mezarlığa gidecekler. Ama o da ne? Birden bire ‘Tiridine tiridine bandım’ türküsüyle başlıyor bir şamata. Üzülmek ve anmak bu olsa gerek. Maşallah Perihan’ın annesi de dâhil kimsede hüzünden eser yok. Anne demişken… Kadının Hülya’dan yana çıkması, öz kızını evden uzaklaştırma gayreti ne iş? Hoş zaten Perihan’ın Gülşen hariç çocuklarında da aynı duyarsızlık var ama onlarınki bir dereceye kadar normal karşılanabilir.

Hülya deseniz, hepten tiridine bandım. Kadın onca yıl sanki ilk kez marketlerine gitmişçesine veresiye defterine şaşıyor, raflardaki etiketlere kafayı takıp sorguluyor. Mürüvvet’e ‘Bol bol su içilecek’ diyor sonra da su dolu bardağı elinden kapıyor. Yani Hülya’nın mesajcılığa soyunan ama gülünçleşen repliklerinde ve davranışlarında tutarsızlık hak getire.

Kısacası; Medyadaki haberden esinlenilerek yaratılan ‘hayır şakacısı damat-nikâhı bırakıp giden memur’ sahnesiyle… ‘Satanik’likten medet umularak gelişen kedi muhabbetiyle… Birbirlerinin sesini duymadan odalar arasında koşturan Perihan’ı ve Hülya’sıyla ‘Çifte Saadet’te herkese göre bir karakter var ama… Bu bollukta zora geldiğinde ciğeri yanıp su içme bahanesinin ardına saklanan Konya kaplanı Metin’i, cumburlop daldığı çifte saadet olayıyla ‘alyansların efendisi iki karılı’ ev kedisi Metin’e çeviren süreçte konu mantığı adına iler tutar bir şey yok. Oyuncuların hatırı da olmasa… Koyuver gitsin.

‘ÇİFTE SAADET’ KOMEDİ DEĞİL!

Henüz yayınlanmadan ön değerlendirmede bulunduğum ‘Çifte Saadet’in pek çok kez kullanılan hafıza kaybı detayından yola çıkma klişesine değinmiş; dizinin başarısı için birkaç noktayı belirtmenin ardından yaratacağı mizahla farklılık sağlayabileceğini vurgulamıştım.

Peki… ‘‘Fikret Kuşkan, Şebnem Bozoklu, Dolunay Soysert, Bala Atabek, Dila Danışman ve Bora Akkaş gibi isimlerden oluşan kadrosuyla komedi adına gayet güzel bir ‘Hücum’ tablosu yaşatabilir’’ tespitinde bulunduğum dizi bunu başarabildi mi?

Altı aylıkken annesini kaybeden çocuk anlatımıyla geçmişi özetleyip açılışını yapan ‘Çifte Saadet’e buradan getireceğim yorum, komediye niyetlenen dizinin aslında komedi olmadığı!

Şöyle ki; Türkiye şartlarında hayli gelişmiş bir anlayışın hüküm sürdüğü rehabilitasyon merkezinde uyanıp nerede olduğunu sorgulayan Perihan’ın hafıza tazelemesinden, Metin’in kıymetli kuşu Perihan’la şairane konuşma sahnesine geçip Hülya ile kurulan yeni aile düzenini yansıtan ‘Çifte Saadet’in ilk bölümünde ‘gülünç’ şeyler bol bol serpiştirilmiş, ısrarla gözümüze sokulmuş ama izleyiciyi güldürebilecek elle tutulur bir mizah çıkamamış ortaya. Hani özünde gülünç olan şeyler mizahın konusu olmaya yetmezmiş ya, tam da o hesap!

‘Çifte Saadet’in ilk bölümüne bakıyoruz… Hangi duruma gülebiliriz diye arayışa koyuluyoruz. Açıkçası görünen tabloda gülünçlük bol lakin güldürebilecek mizah özelliği maalesef yok. Bu yoksunluğun oyuncu performansından kaynaklanmadığının altını hemen çizelim.

Fikret Kuşkan, dıştan paniklese de aslında ‘Ben her iki karımla gül gibi geçinirim. Sorun, bunu karılarıma kabul ettirmek’ kafasını taşıyan Metin olarak mükemmel oynamakta. Dolunay Soysert ise disiplinli, pipirikli, modern eş Hülya olarak şahane. ‘Keşke farklı çizgideki karakterlerde de oynasa’ dediğimiz Şebnem Bozoklu’nun performansı da anaç eş rolündeki Perihan’a cuk oturmuş. Yani sorun sevilen isimlerden oluşan kadroda kesinlikle değil.

Dizinin ‘komedi’ olamayışındaki sebep, öncelikle konusu! Çünkü bir kadının hafızasını kaybedip ailesinden 12 yıl ayrı kalması, o süreçte adamın başkasıyla evlenmesi ve çocukların o kadını öz annelerinin yerine koyması, kadının eve dönüp gerçeklerle yüzleşmesi tam anlamıyla bir dram. Gerçek hayatta böyle bir şeyin yaşandığını düşünün… Büyüğünden küçüğüne ne kadar zor kabullenilebilecek problemler yaratacak bir olay değil mi? Oysa ‘Çifte Saadet’ böylesine derinlikli ve komediye uygun olmayan bir konudan, Rıfkı’nın ‘Bir taneydi, iki oldu. Millet bunun için uğraşıyor’ kafasıyla komedi çıkartmaya soyunmuş. Hal böyle olunca da ancak mizah değil gülünçlük türetilmiş.

Zaten dizinin ilk bölüm itibariyle bize sunduğu da bu… Allah aşkına biri bana söylesin… Her gördüğüne sanki çağlar öncesinden dönüp gelmişçesine abartıyla şaşıran, bu esnada da alt metinden bu yıllar zarfında ülkenin çok geliştiğinin propagandist mantığını işleyen Perihan’ın tavırlarına… Ya da mezarlığa gidilecekken kahvaltı sofrasından ilham gelmişçesine fırlayan Hülya’nın lor peynirli, dereotlu, kırmızı lahanalı omlet yapma ısrarcılığına kim gülebilir? Perihan’ı görenlerin bayılması, boyna dolanan sarımsaklar, ergen triplerindeki Birsen’in kardeş resmi çekip internet malzemesi yapması, ‘Kısmet pabucu yarım’ diye tempo tutulması, oyuncak bebeği gerçek sanan ruh hastası, İvedikvari paragöz Hurşut’un her işe maydanoz apartman emekçisi halleri, market çalışanına ‘Ürün yerleştirme var’ dedirtilmesi, koç Mürüvvet’in Hülya’yı evden uzak tutmak için seferber edilmesi çok mu komik? Değil.

Kısacası; Küçük çocuk avantajını, marketten abur cubur araklayıp ‘kedi kedi’ şeklindeki tekrarlarla şirinlik sergileyen pehlivan İzzet’le yaratmaya uğraşan ‘Çifte Saadet’çiler işin ‘aile dramı’ özünü bir tarafa bırakıp izleyiciye cazip görünmek adına komedi sunma hevesine öylesine kapılmışlar ki, bu gereksiz mizah gayreti ‘güldürmeyen gülünçlüğe’ dönüşüvermiş. Kimse kusura bakmasın ama kadrosuyla umutlandığım ‘Çifte Saadet’ten şöyle eli yüzü düzgün bir aile komedisi beklentisine giren ben, gülmeyi çok arzuladığım halde tebessüm bile edemedim. Keşke oyuncuların performanslarını küçük düşüren ve diziye zarar veren zorlamalar yerine, ölçülü ve doğal espriler tercih edilseymiş dedim.

Sonuçta; Tüm bu negatif saptamalara karşın henüz iş işten geçmiş değil. FOX’un ‘Çifte Saadet’i izleyiciye benimsetmesi, bizim de Saadet ailesini sevmemiz mümkün. Yeter ki dizinin özelliğine yönelik gerçekçi tespitlerde bulunulsun, abartılardan vazgeçilsin. Burada da öne çıkan nokta, her ne kadar komedi olarak algılansa dahi ‘Çifte Saadet’in, bir komedi olmadığı gerçeği! Bu nedenle onu, herkesin benimseyebileceği apartman-mahalle içinde yaşanan problemli aile öyküsü şeklinde geliştirmek daha doğru olacak diyorum. Tabii bir de çok hızlı tüketilen hafıza kaybı sürecinin yaratacağı konu sıkıntısı sorununa mantıklı çözüm bulunması lazım. Çünkü belli ki dizinin bundan sonrası Metin’in çifte karılı erkek hevesiyle ikisinden de vazgeçemeyip aynı eve tıkacağı Perihan-Hülya çekişmesinde geçecek. Gençlerin maceraları da bu üçlü muhabbete destek verecek… Ki bunlar da bıkkınlık yaratmaya müsait klişeler.

Dolayısıyla Cumartesi gecesinin keyifli aile dizisi olarak yerini sağlamlaştırabilmesi için ‘Çifte Saadet’in senaryosunu doğru yönlendirmesi şart. Aksi takdirde abartılı gülünçlüklerle ve izleyicinin kendinden bir parça bulamayacağı aile yapılanmasıyla uzun soluklu olması zor! Bunca huzursuzluk arasında bize günün sıkıntılarını unutturacak, kaba komediyle değil ayakları yere basan mizahıyla güldürecek, saçmalamayan bir aile dizisi istemişiz çok mu?

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal