Çanlar, yerli diziler için mi çalıyor?

Yabancılara dizi satabilme konusunda pazarlama becerilerinin ve dış bağlantıların en önemli yeri tuttuğu gerçeğinde, ‘Çanlar yerli diziler için çalıyor-çalacak’ diye telaşa kapılıp dizi sektörünün geleceğiyle ilgili kötücül söylemler geliştirmek anlamsız.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

‘Yarını iyileştirmenin yolu, bugün neyi yanlış yaptığını bilmektir’ diyor kişisel gelişim uzmanı Robin Sharma… Güzel bir nasihat. Ancak iş uygulamaya geldiğinde hiçbir şey söylenildiği gibi olamıyor. Nitekim olumsuzluklardan ders alıp aynı hataları tekrarlamama konusunda sürüyle yol gösterici söz bulunmasına rağmen insanlar aynı hataları defaatle yapmakta. En önemlisi de, hatalarla doğrular arasındaki dengede yanılgıya düşenlerin aşağı yukarı hep aynı yoldan ilerlemesi! Öyle ki, insan bu ısrarcılığa bakıp, acaba doğru sanılanlar mı yanlış diye düşünebiliyor bu evrede. Hataların ders vericiliği de güme gidiyor haliyle. Gelsin yeni hatalar.

Geçmişteki örneklerden ders alınmaması sonucu yaşanan pek çok bireysel ve toplumsal sıkıntılar bir yana, birbirinin benzeri işler üretmekte tam gaz yol alan dizicilerimiz de aynı ısrarcılıkta. Peş peşe gelen dizi finalleri bu kafanın ispatı. Dahası, zamansız gidişlere yol açanların hatalarından ders almama alışkanlığı, ‘Çanlar yerli diziler için mi çalıyor’ kaygısının müsebbibi olmakta. Bu final yoğunluğu elbette ki kötümserliği depreştirecektir. Ancak yersiz telaşa ve felaket tellallığına da hiç gerek yok. Çünkü erken finaller hâlihazırda ve yakın gelecekte dizi sektörünü sıkıntıya sokacak bir durum değil.

Hele dış piyasaya yönelik atılımlar açısından üç beş bölümde gelen finaller asla bir kriter olamaz. Zira uluslararası hedefte pazarlama gücüne sahip dizilerle bu olanağı yakalayamayan yapımlar zaten baştan belli. Yani vasat konuları-oyunculuklarıyla hasbelkader ekrana sürülürken hiçbir iddiası olmayanların ve finale yollanmayı hak edenlerin sektörü sarsma gücüne sahip olmadıkları aşikâr. Yerli izleyici tarafından hak ettiği ilgiyi göremeyen kaliteli yapımların 13 bölüm veya biraz üstünde gelen finalleri deseniz… Bu açıdan da rahat olmak lazım. Her bölümü yarıya bölerek oynatan yabancılara pazarlamak için bu sayı yeter de artar. ATV’nin 13 bölümde finale yollamasına karşın yurt dışından ilgi gören ‘Ölene Kadar’ mesela!

Öte yandan içerikleriyle Arap ve Latin ilkeleri dışındaki pazarlara hitap edebilecek işler üretememe hususu da dizi sektörünün handikabı olarak görülebilir. Ancak bu konu başlı başına yoruma açık. Şöyle ki, Avrupa ve Amerika pazarı zaten yeterince kendi dizilerini yaratıyor, dünyaya pazarlıyor. Dolayısıyla buralara onlarınkiyle aynı tarzda dizi pazarlamak öyle sanıldığı veya söylendiği kadar basit değil. Yani adamların orijinali kendine ait olan bir işin taklidini almak yerine farklı formatları tercih etmeleri daha mantıklı. Burada önemli olan bu farklı işin yeterli kalitede üretilmesi! Nasıl ki ‘Muhteşem Yüzyıl’ bunu başardı. Ayrıca sırf Avrupa ve Amerika pazarına dizi satmak için onlarınkiyle aynı ayarda, (misal Game of Thrones veya Sherlock) dizi üretmenin getireceği yüksek maliyet de var hesapta. Kaç yapımcı bunu karşılayabilecek güçte? Hem yerli izleyicinin çoğunun bu tarz kapsamlı içeriklere yeterli ilgiyi göstermediği malum. Bu nedenle sırf satış garantisi olmayan dış piyasa için böylesi pahallı diziler üretmeye heveslenmek, imkânsızlığın ötesinde maceracılık riski demek. İlaveten Amerika ve Avrupa gençliğinin ilgi gösterdiği vampir-korku, suç, aşk kategorilerinde onlarla aynı seviyede sunum ve özgün yaratıcılık gösterilemeyeceği aşikâr. Roadside Picnic, Twin Peaks, Powerless, American Gods, The Mist gibi çoğu, ünlü roman uyarlamalarına veya ilgi çekici konulara dayanan ileri düzey yabancı dizilerle başa çıkmak kolay mı? Olsa olsa ikinci sınıf taklitler çıkartırız ki, onlarda bile aynı beceriyi ve yapım çizgisini tutturamayız. Sakın ola dijital platformların atağına bel bağlanıp oralar için geliştirilen yeni dizilerden medet umulmasın. Bunların etkinliği de bir yere kadar. Zira başta bir parça farklı dursalar dahi ekran klişeleriyle çalışmaya alışkın oyuncuların-senaristlerin argo ile yarım yamalak cinsellik dışında yaratabilecekleri fark pek doğal ve ilginç olmayacağından bunlar da Netflix dizilerine alışkın yabancıların dişinin kovuğuna dahi gitmez.

Kısacası; Yabancılara dizi satabilme konusunda pazarlama becerilerinin ve dış bağlantıların en önemli yeri tuttuğu gerçeğinde, ‘Çanlar yerli diziler için çalıyor-çalacak’ diye telaşa kapılıp dizi sektörünün geleceğiyle ilgili kötücül söylemler geliştirmek anlamsız. 1968’den bu yana varlık gösteren yayıncılığımızdaki stabil tablo bunun güvencesi!

1974’teki ‘Kaynanalar’la başlayan yerli diziciliğimizin içerik tarzı ve işlenişleri hep aynı kaldığı halde ne izleyici bıkmıştır, ne de dizi sektörü çökmüştür. Aksine, izleyicinin aynı türden konulara gösterdiği ilgi devamlılığıyla günden güne gelişip bizimle aynı zevkleri paylaşan yabancıların vazgeçilmezine dönüşmüştür. Finallerde baş karakterleri öldürmeye başlayarak kendince bir tarz yaratan ve tekniğini yükselten dizi sektörümüzde, ekonomiyle paralel gelişebilecek, ufak tefek tökezlemeler yaşansa bile bu sistem, bundan sonra da aynı tas aynı hamam devam eder. Kimse merak buyurmasın.

Dizi kaygıcılığına kapılanlara bu yönden bir bakış açısı getirdikten sonra gelelim Kanal D ekranındaki son erken finali değerlendirmeye…

KARA YAZI’NIN FİNAL GERÇEĞİ

Önceki yazımda finallik dizilerle ilgili yorum yaparken bıçak sırtı olarak gördüğüm ‘Kara Yazı’ ve ‘Evlat Kokusu’ için çok kötümser olmamak adına ‘Henüz şansı var ama…’ diyerek bir ümit kapısı bırakmayı tercih etmiştim. Tabii maliyet-kazanç dengesi hatırlatmasını yaparak! Anlaşılan bu dengede ibre, maliyetten yana kaymış ve beş bölümlük hezimeti ‘Kısmet bu kadarmış’ mantığıyla sineye çeken oyuncuların kendi aralarında kutladıkları finale gidilmiş. Bu saatten sonra yapılacak yegâne şey, kendisine pek bir ümit bağlanan ama sonu hüsran olan ‘Kara Yazı’nın final gerçeğini, belki ders alınır umuduyla, değerlendirmek…

Dizinin finali için ilk sözüm, bu sonucun hiç sürpriz olmadığı. Çünkü ilk bölümün ardından paylaştığım ‘Senaryo kısırlığında ekranın Kara Yazısı’ başlıklı yazımda ‘‘Kara Yazı, hangi aklın ürünüyse tebrik etmek lazım. Yani başlangıçtan itibaren inandırıcılıktan uzak ve başka işlerle aynılık gösteren halleriyle ‘Pes’ dedirten bir tablo bundan daha iyi sunulamazdı’’ diyerek bu sonucu yaratan detaylara baştan dikkat çekip uyarmıştım. Akabinde, yazımla ilgili gelen mesajların içinde beni ‘karalamacı’ olarak görenler de çıkmıştı. Şimdi onlara cevaben soruyorum. Beş bölümde gelen final sonucunda diziye haksız eleştiride bulunmadığım, gerçekleri işaret ettiğim algılanabildi mi? Gerçekleri görmemeyi tercih edenlerin algısı ne yönde işler bilemem ama ‘Kara Yazı’nın erken final gerçeği, yaratılış mantığından işleniş performansına, baştan sona ibretlik! Peki, diziyi jet finale götüren unsurlar neler?

‘Kara Yazı’nın kara talihine sebep olan unsurları beş başlıkta toplarsak…

-14’üncülükle girdiği reyting yarışında gün değişiminden sonra 19’uncu olarak havlu atan ‘Kara Yazı’nın izleyici ilgisini çekememesindeki baş unsur, dizinin haddinden fazla güvenle yapılmış olması! Görünen o ki; bol reytingli işlerde imzası bulunan Sema Ergenekon-Eylem Canpolat ikilisinin kurduğu Dark Story’ye gaz vermek isteyenlerin övgülerini abartıp, dizinin yayın öncesi havasını ‘Dereyi görmeden paça sıvama’ cinsinden geliştirmeleri yapımla ilgilenenlerde ‘Biz bu işi hallettik’ rahatlığına çokça sebep olmuş. Bu ise gerek içerik, gerek yönetim açısından özensizliğe yol açmış. Dolayısıyla diziye ilk darbeyi vuran, yağlamalarla şişirilen ve hatalara zemin hazırlayan ‘aşırı özgüven’!

-‘Kara Yazı’nın erken finalindeki temel taşlardan biri de, aşırı özgüvenle paralel yaratılan senaryonun klişelerin ötesinde bir özgünlük taşımaması ve bariz biçimde göze batan konu harmanından yaratılmış olması. Yani dizinin içeriği o denli orijinal bir iş yapma mantığından uzaklaştırılmış ve başka dizilerden çağrışımlarla doldurulmuş ki, senaryo kendi benliğini kendi iç dinamikleriyle bütünleştirip farklı tatlar ortaya çıkartmayı unutmuş.

-Kendi benliğini ortaya çıkartamama noktasından ‘Kara Yazı’ aleyhine yaratılan olumsuzluğun uzandığı nokta, sadece oradan buradan çağrışımlarla izleyicide ‘Biz bunu zaten biliyoruz’ duygusunu uyandırmakla sınırlı değil. Aslında pek çok dizi, klişelerden dolayı tanıdık geliyor. Lakin ‘Kara Yazı’nın buradaki olayı çok daha farklı. Zira Neslihan Yeşilyurt yönetimindeki dizide klişeler ve benzeşmeler o denli yapay biçimde yorumlanıp sunulmuş ki, özünde bazı gizemli yönler barındıran ve çok iyi bir iş çıkartmaya müsaitken dibe vuran senaryonun anlatım diline alabildiğine samimiyetsizlik hâkim olmuş. Bu da, her sahnesi laf olsun süre dolsun misali karşımıza getirilen ‘Kara Yazı’nın çekiciliğini örselemiş.

-Dizideki karakter canlandırmalarındaki benzeşmeler de ‘Kara Yazı’nın izlenme isteğini aşağıya çeken etkenlerden. Haluk Bilginer, Emre Kınay, Zeynep Çamcı ve Ushan Çakır’ın performans cephesinde geçmiş rollerin gölgesi o denli barizdi ki, ‘Kara Yazı’daki karakterleri kendi kalıplarında hissetmemiz mümkün olamadı. Misal, Zeynep Çamcı’nın Yaren’de ‘Seviyor Sevmiyor’un Deniz’inden farklı bir duruş sergilediğini kim söyleyebilir? Aynı handikap diğer isimler için de geçerliydi. Dış görünüşlerinden mimiklerine, aynılıklardan ötürü geçmiş rolleri sürekli canlandı gözümüzde. Kuşkusuz bu nahoşluğun oluşmasında oyuncuların, henüz eski dizilerindeki karakterleri akıllardayken yeni bir işle ekranda boy göstermesinin katkısı büyük!

-‘Kara Yazı’nın ayağına dolanan bir diğer hata, kendisine atfedilen ‘iddialılık’ vasfını yerine getirmek isterken gereğinden fazla büyük oynamalar sergilemesi… Daha net ifadeyle hemen her karakterin yerli yersiz tepkilerde bulunduğu dizide canlandırmalar, doğallığı aşan üst perdeden performansla icra edildi. Keza sahnelerin kurulmasında da aynı büyüklük mantığı güdüldüğünden, izleyicinin o anın içine girmesi ve karakterlerle bağ kurup gördüklerini benimsemesi zorlaştı. Misal, Oğuz Bey’in üstünlük ispatıyla geliştirdiği fevri tavırları… Halil’in saçma sapan takıntıları… Yaren’in kulak tırmalayan abartılı tonlaması ve sert konuşmaları… Mehmet’in, çalışanını düşünen patronu yansıtma olayındaki çiçek dağıtımı benzeri yersizlikleri… Erdem’in sırf Mehmet’i kendine borçlu duruma düşürmek için kurduğu tezgâhın saçmalığı… Ve niceleri. ‘Kara Yazı’nın karakterlerini sindirmemizi engelleyen detaylar oldu.

-Kanal D’nin ‘Hayat Şarkısı’nı gözden çıkartacak kadar güvenerek ekrana sürdüğü ‘Kara Yazı’nın beş bölümde finale gitme kara yazısındaki son faktöre gelince… Muhakkak ki, ilk bölümden itibaren karşımıza çıkartılan akış mantıksızlıkları! Daha önce de vurguladığım gibi Halil’in geri kafalı, baskıcı erkek-baba kişiliğini gereğinden fazla mimleyip çekici dille sunarak kaş yapayım derken göz çıkartıp özendirici tehlike haline sokan dizide mantıksızlıktan bol bir şey yoktu. Öykünün temelini oluşturan olayın saçmalığından tutun da şahit-delil karartmak için Kapalıçarşı gibi bir tarihi-toplumsal mekânı dahi kapattırma gücünün absürdlüğüne… Koskoca iş adamı olan ve her makama sözü geçen Oğuz’un kılık değiştirip Halil’e yanaşma ihtiyacı hissetmesinden, Halil’in hapishaneye silahla girip kızını vurma hevesine… Çat kapı işe girilerek güvenlik görüntülerini silme becerisinden, Derya’nın öyle bir babaya rağmen başka yerde okuyup hamileliğini ve çocuğunu gizleyebilme başarısına… Dramatik içeriği, parodiye çeviren sayısız mantıksızlık vardı dizide. Haliyle ekrana çalınmak istenen bu maya tutmadı.

NETİCEDE; ‘Karadayı’ gibi tutkunu olduğum bir dizinin senaryosunda imzası bulunan Semra Ergenekon-Eylem Canpolat ikilisiyle doğan Dark Story’nin yüzünü güldüren bir başlangıç olamadı ‘Kara Yazı’. Buradaki başarısızlık etkenleri umarım yapımcılık konusunda varlık göstermeye çabalayanlara sağlam bir ders verir. Bir yerlerden üflenen havayla balonu şişirip yola çıkmanın işe yaramayacağı görülür. Oyunculara da tavsiyem, arka arkaya benzer rollerde yer almaktan ve sürekli aynı dış görünümle-tarzla izleyici karşısına çıkmaktan kaçınmaları. Aksi takdirde istedikleri kadar kaliteli oyuncu olsunlar ve gayret göstersinler sunumda bir farklılık yaratamıyorlar, en azından ilk etapta… Ki, dizilerin geleceğini de çoğunlukla ilk bölüm performansları etkiliyor!

Son tahlilde dizi sektörünü bekleyen bir kara yazı olmadığını bir kez daha vurgulayıp yeni dizilere yol gösterme babında, erken finale gitmeden başarıyı yakalayabilmenin, senaryodan ziyade yönetmen yorumuna ve oyuncu sunumuna bağlı olduğunun altını çizelim. Aynılıkların yaratacağı tiksintiye karşı bilinçli varlık olmanın gereğini savunan, ‘Bulantı’ romanıyla varlık-hiçlik dengesini sorgulayan ünlü düşünür-yazar Jean Paul Sartre’nin ‘Hayatta yapılacak o kadar çok hata var ki, aynı hatayı yapmakta ısrar etmenin bir anlamı yoktur’ sözüyle de noktamızı koyalım. Değerli isimleri, farklı yorumlarla görme temennisiyle…

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal