Bunu saymazsanız hatırım kalırdı!

Bazı detaylara istinaden ‘Bir Demet Tiyatro’ya benzetilip kıyasa kalkılma hatasına düşülmeden, kendi içinde değerlendirilmeyi hak eden ‘Bu Sayılmaz’, ekranın rutin gidişatını yıkan ve özel tarzını en güzelinden yansıtan bir yaratıcılık…

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Çağımızın en akıl karıştıran ve ‘Bu Sayılmaz’ dedirten unsuru nedir diye sorsalar, hiç tereddüt etmeden ‘Medya’ derim. Çünkü gerçeklerin yalan gibi sunulmasına, yalanlarınsa gerçek niyetine yutturulma heveslerine fazlasıyla müsait bir zemine oturtulmuş durumda. İnternetin de yarattığı avantajla gemi azıya alan medyanın, kitleleri yönlendirme ve şekillendirme gücü üstüne sürüyle laf edildiği muhakkak. Biz de türlü vesilelerle defalarca değindik bu konuya.

Nitekim ‘Anormaller’ romanıyla başarıyı yakalayan yazar Joey Goebel de ‘Bana satılmış bir medya ver… Sana cahil bir toplum sunayım’ diyerek çok çarpıcı biçimde özetlemiş durumu. İlaveten medyada eleştiri niyetine yazılan her yazının gerçekçi vurgulamalar taşımadığını, hatta kimi zaman birbirlerinden bakılarak yaratılan bu kolaycı karalamaların maksatlı dahi olabileceği hakikatini de akıldan çıkartmamak lazım. Dolayısıyla her türlü sıradanlığı baş tacı edip övgülerle yücelten… Buna karşılık fark yaratacak bir örnekle ortaya çıkanları hemen eleştiri yağmuruna tutarak yerden yere vurup ‘Bu Sayılmaz’ diyenlere de kulak asılmaz!

Nasıl ki, Fatih Portakal ve İsmail Küçükkaya’nın yeni sezonda olmayacaklarına dair haber pompalayanlara nispet edercesine tüm ilgi çekici habercilikleriyle varlık gösterdikleri FOX ekranında yolculuğunu başlatan komedi yapımı ‘Bu Sayılmaz’ için pırtlatılan kötücül yorumlara da aynı mantıkla bakmak… Ve dahi ‘Bunu saymazsanız hatırım kalırdı’ demek kaçınılmaz. Dahası ‘Sayan sayar, saymayanı kim sayar’ fikriyle yaklaşılması elzem olan sözde eleştiricilere karşı da birkaç lafla cevap vermek şart. Düsturumuz, doğrudan yana konuşmak olduğundan, üstümüze düşeni yapalım sözü uzatmadan…

‘BU SAYILMAZ’I BEĞENMEYENLER… ‘DE GET’İNİZ HELE!

Amerikan özentisiyle televizyonlarımızda başlatılan sit-com akımının birbirinin benzeri işlerle yarattığı kabak tadından bıkmayıp, evir çevir önümüze gelen yapımları alkışlayanların oklarını bilinçsizce fırlattıkları ‘Bu Sayılmaz’ için yapılan olumsuz eleştirilere baktığımda dikkatimi çeken ilk detay, hepsinin neredeyse birbirinin aynısı başlıklara sahip olduğu!

Biri çıkmış, sıcağı sıcağına ‘Bunu Saymıyoruz’ demiş… Ardından gelenler ‘Lütfen Bu Sayılmasın’ ile ‘Vallahi Sayılmaz’ kafasında buluşmuş. Ne kadar yaratıcı değil mi?

Başlıklar bu kadar yaratıcılık(!) ve farklılık(!) kokarken insanın, aynı kuyunun etrafında dönen bu başlıklar altında ne cevherler türetildiğini merak etmemesi mümkün mü? ‘Mümkün değil’ diyenler için cevabım basit… Hepsinin kıvamı, ‘Yok aslında birbirimizden farkımız’ tadında… Yani Türkçesi, tıpkı başlıklar gibi içeriklerin de aynı türküyü çığırdığı!

Neymiş efendim, gülünecek espri yokmuş. İzleyiciye böyle basit esprileri layık görmek saygısızlıkmış. Binnur Kaya’nın karakteri benimsenmemişmiş. Oyunculuklar havadaymış. Konusu pek anlaşılmamışmış. Vay niye sit-com’un setine seyirci koymuşlarmış da, dikkat dağıtıyorlarmış. Mış, miş, muş… Bozdur bozdur harca. Bu klişe ve mesnetsiz yorumların hepsine birden ‘De getiniz’ demek geliyor içimden… Ve içimde tutup patlamaktansa, en ferahından diyorum aha da… ‘De getiniz. Gerçeklere bir yol veriniz’!

‘BU SAYILMAZ’ DİYENLERİN EĞRİSİ, DOĞRUSU…

FOX’un 25 Film imzalı yeni yapımının eğrisine doğrusuna geçmeden önce, cümle olumsuz eleştiride bulunanlara bir sorum olacak… Kabare tiyatrosu nedir bilir misiniz? Cevap gerçekten önemli. Zira ‘Bu Sayılmaz’ın eğrisini doğrusunu vurgulamak ve yapıma yönelik negatif söylemlerin hepsini bertaraf etmek için yegâne unsur, kabarenin tanımı.

Tabii şimdi ukala ukala ‘Biliriz elbet’ diyenleri duyar gibi oluyorum. Lakin gerçekten bilenlerin çalakalem ahkâm kesmeyecekleri de malum, şayet art niyet taşımıyorlarsa! Neyse… Herkesin ardı da niyeti de kendine olsun. Biz gelelim ‘kabare’nin ne olduğuna.

Chat Noir isimli kahvehaneden başlayan kabare tiyatrosu için; toplumsal olumsuzlukları hicveden, popüler kültürü ve günceli de kapsayan pek çok konuyu iğneleyen, önyargıları kırıp bilinçlendirmeyi hedefleyen şarkılı-şiirli-skeçli bir tür diyebiliriz en basitinden. Tiyatrodan farkıysa, seyircinin de ortama katılımı olmakta! Ayrıca iğneleyici özelliğinden dolayı tüm dönemlerde yasaklamalarla karşılaştığını da belirtelim. Şimdi bu mini açıklamadan sonra gelelim ‘Bu Sayılmaz’ kanadındaki eğrilere-doğrulara…

Her şeyden önce stüdyo ortamına yerleştirilen seyircilerin huzurunda çekilen ‘Bu Sayılmaz’ın bir sit-com’dan ziyade ‘kabare tiyatrosu’ niteliğinde olduğunu vurgulamakta fayda var. Yani öyle dizi mi, skeç mi, o mu, bu mu diye kafa patlatmaya; eğri büğrü eleştiriler yapmaya gerek yok. Öte yandan, sit-com’ların da stüdyo ortamına sığdırıldığı gerçeğinde, aynı mekâna seyirci oturtulmasına kafayı takmak, başlı başına yersizlik delaleti. Hele bu yöntemin ‘gerçeklik’ hissini yok ettiğini söylemek, tam anlamıyla karavana atmak!

Ne yani şimdi oyuncuların dekor arkasından çat kapı daldığı ve sadece kamera önüyle verilen sit-com’larda gerçeklik tavan yapıyor da, seyirciyle yaratılan tiyatro atmosferindeki ‘Bu Sayılmaz’ın sunumu mu gerçeklik hissini yok edip dikkat dağıtıyor? Hadi oradan. Tiyatroda sahnede oyun icra edilirken koltuklarda oturan seyirci yok mu? Var. Kaldı ki, ‘Çok Güzel Hareketler Bunlar’, ‘Arkadaşım Hoş geldin’, ‘Güldür Güldür’ gibi şovlarda da kahkaha atan ve ikide bir kameraya takılan seyirci düzeni mevcut. Onlar gerçekliği zedelemiyordu da ‘Bu Sayılmaz’daki seyircili düzen mi gerçeklik hissini bozuyor. Vallahi haksızlık. Lütfen yapmayın.

Hem Murat Kaman’ın başarılı yönetmenliğinde ilerleyen ve her sahnenin geçişini aktarırken, izleyicinin de olaya dâhil olmasını sağlayarak adeta canlı tiyatro hissi uyandıran bir süreçte karşımıza getirilen ‘Bu Sayılmaz’ın bence en güzel ve fark yaratan ayrıntısı da bu. Çünkü böylece, tiyatroya olan desteğin alabildiğine ötelendiği günümüzde, maddi yokluktan ötürü tiyatro ortamında kabare izleme şansı yakalayamayan ve televizyon tutkusuna esir düşen insanımıza ‘tiyatro bilinci’ni bir nebze hatırlatma özelliği sergilenmekte. Bu fena bir şey mi? Tabii değil. Aksini iddia edebilmek için ya hiç tiyatroya gitmemiş olmak ya da tiyatroyu hiç sevmemek lazım. Ha bir de toplama eleştiri alışkanlığı var. Bilmem anlatabildim mi?

Gelelim ‘Bu Sayılmaz’ın mizah yönüne… Haşmetler sevmemiş, komik bulmamış ya… Bakalım, gerçekten de öyle mi… ‘Bana da bi kez bi joker, bi okey at… Bu sayılmaz’ diyerek hayallerle gerçeklerin istendiği gibi gitmediği hayata göndermede bulunan jenerik müziğiyle özünü belli eden yapımın kabare tiyatro niteliğiyle paralel gelişen komedi yönünde, dizilerden toplumsal alışkanlıklara, çıkarcı siyasilerden sanatı sıfırlayan teknolojik gelişmelerin rağbet görmesine… Bir dolu iğneleme mevcut. Anlayacağınız ‘Bu Sayılmaz’ın mizahı, klişelerle değil inceden inceye yaratılmış. Öyle mesaj bombardımanını göze sokan veya algı yaratma hedefini açık açık sergileyen cinsten de değil üstelik. Dolayısıyla karakterler üstünden geliştirilen mizahta kahkaha attırmaya odaklı esprilerin yerine, en samimisinden güldürüp arka planda düşündürmeyi amaçlayan yapımdaki komedi, tam kıvamında ve seviyesiyle kalitesi gayet yerinde! Misal verecek olursak… Bebeklerin havaya atılıp tutulma yanlışlığına kurban giden yetersiz genli Cansın’ın ‘Yağmur yağmıyor’ diyerek şemsiyesini açıp sokağa çıkması başlı başına bir espriydi… Küçük Semiha’nın Motor Ercan’la sergilediği damardan performans derseniz, az sözle ve donuk ifadeyle çok başarılı mizah ortamı yaratılabileceğinin kanıtıydı.

Velhasıl; ‘Şimdi bunla film çekiyorlar’ denerek taşlanan cep telefonunun kamera niyetine kullanılma alışkanlığından, çekilen ıvır zıvır şeylerin sosyal medyada paylaşılıp tıklanma oranıyla bir anda ünlü olmasına… Kedi düşkünü internet ortamındaki ilginin ne denli kısa sürdüğü gerçeğinden, dizilerin zengin oğlan-fakir kız aşklarının klişesine şamar atma yönüne… Ve Eray Kaman’ın canlandırdığı Şeref’le mahalleyi dolaşıp esnafın kanını emen Eyaletin Belediye Başkanı Azimet’in Meksikalı kokusu hassasiyeti üstünden, ABD Başkanı’na taşlara… ‘Bu Sayılmaz’ın iğneli komedisi her telden çalmakta. Tabii, hep dediğimiz gibi, anlayana!

Zeynep Karakaşoğlu, Elif Kekeç, Kamuran Süner imzalı içeriğiyle de romantik dizilerin parodisi gibi duran yapımın oyunculuk ayağı derseniz… Nergis Öztürk’ten Sadi Celil Cengiz’e… Dilşah Demir’den İhsan İlhan’a… Bülent Çolak’tan Ceren Soylu’ya… Burak Satıbol’dan Fulden Akyürek’e… Ünlü isimlerin oluşturduğu kadrodaki kaliteyi tartışmaya bile gerek yok. Tıpkı tiyatro sahnesine çıkar gibi el sallayıp seyirciyi-izleyiciyi selamlayarak kendilerini gösteren sanatçıların her biri üstüne düşeni en doğalından yerine getirmiş doğrusu. Performanslarda ne zorlama var, ne de göze batan bir eğretilik. Aksini söylemek büyük haksızlık olur.

‘Dananın kuyruğu kopcek’ diyen papağanın dilini düzeltmeye çalışan ve Ruhsar Gültekin tarafından rutinin ötesinde canlandırılan zengin anne İlayda’yı çok sevdim mesela… Keza Hakkı Ergök’ün duruşuyla ayrı bir değer kazanan Cenap Bey’in zenginliği de, komediyi, karakterin doğasından hissettiren klas havadaydı. Tebrikler.

‘Vays, vays, vaysss… Demek öyle ha boncuk’ diyen Küçük Semiha’nın, Binnur Kaya performansıyla devleşen acıların kadınlığı derseniz… İlk bölüm itibariyle sahnesi de yeterliydi, replikleri de. Hem vurucu güç olmada sürenin ne önemi var? Cep telefonuyla klip çekme merakı sayesinde sanatın ne hallere düşürüldüğünü resmeden Settar Tanrıöğen’in Sivaslı Cengiz’de yaşamın gerçekleriyle örtüşen ayaküstü iş bitiricilik tablosu da mizahın zarafetini yansıtan tatlardan.

Diyeceğim o ki, Mustafa Üstündağ’ın dizilerin ötesindeki rol gücünü açığa çıkartan ve kardeşlerinin aksine doğulu şivesi konuşarak karşımıza gelen Armağan’la, sanatının gücünden ziyade popüler kültürün absürtlük merakı sayesinde saman alevi gibi parlayıp sönen ünlülük tablosunu taşlayan ‘Bu Sayılmaz’da, rolüyle sırıtan ve komediyi yaşatamayan bir karakter bulunmamakta. Sayılmazların çakmak gazı meraklısı dedesini oynayan ve sessiz muzurluk mizahını oturduğu yerden idare eden Erol Taşçı da apayrı bir güzellik ve özellikte. Saygılar…

SONUÇTA; Bazı detaylara istinaden ‘Bir Demet Tiyatro’ya benzetilip kıyasa kalkılma hatasına düşülmeden, kendi içinde değerlendirilmeyi hak eden ‘Bu Sayılmaz’, ekranın rutin gidişatını yıkan ve özel tarzını en güzelinden yansıtan bir yaratıcılık… Sit-com diye sunulsa bile bariz ‘kabare tiyatrosu’ niteliğinde olan kaliteli bir çalışma! Suyu çıkartılmadan gerçekleştirilen komediyle de özlediğimiz mizah tadını layıkıyla hissettirmekte. AB’deki 4’üncülüğü es geçip Total’de 10’uncu oldu diye kötü şaka gibi görülen ‘Bu Sayılmaz’ı yerden yere vuran sözde eleştirel mantığa(ki, reyting yükselince eminim hepsi birden ağız değiştirecektir) selam olsun.

İlerleyen bölümlerde daha iyi sonuçlar alacağına inandığım ‘Bu Sayılmaz’da, bundan iyisi can sağlığı… ‘Meyve veren ağacı taşlarlarmış’ gerçeğinde, açık olsun yolları.

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal