Aman Çocuklar(bu mesajları) Duymasın

Yerli-yabancı filmlerin ve şakalı-çocuklu şovların, yarışmaların arasına serpiştirilmiş yeni diziler reyting kaygısı taşımadan varlık göstermekteler.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derlermiş… Yani Türkçesi, yokluk durumunda, anlık ihtiyacı karşıladığından, eldeki mevcudun değeri artar manasında. Yaz ekranındaki diziler için de durum bundan ibaret.

Yerli-yabancı filmlerin ve şakalı-çocuklu şovların, yarışmaların arasına serpiştirilmiş yeni diziler reyting kaygısı taşımadan varlık göstermekteler. Özellikle Pazar akşamının yayın akışı tam anlamıyla tek tabanca olmaya müsait boşlukta. Nasıl ki, ilk bölümüyle zirveye yerleşip tekrarıyla da yüksek izlenme oranı yakalayan ve ikinci bölümüyle hem Total, hem de AB’deki birinciliğini koruyan ‘Çocuklar Duymasın’ın zirve övgüsünün temeli de bu tek tabancalığa dayanmakta!

Bu durum aslında karşısında rakip bulunmayan yarışmacıların birinciliğine benziyor. Onların kürsüdeki yerini değerlendirirken nasıl gerçek başarıdan söz edilemezse, yine ve yeniden ekranlara dönen ‘Çocuklar Duymasın’ın birinciliğinde de, performansıyla bağlantılı ve gerçekten hak edilmiş bir başarı övgüsü söz konusu edilemez. Dolayısıyla tekrarlanan birinciliğe ve reytinglere sevinerek özgüven patlaması yaşayıp bunları, ilk bölüm içeriğine tepki gösterenlere karşı, ‘ağız payı’ olarak nitelendirmek çok yanlış! Onun yerine oturup senaryonun mantığını enine boyuna düşünerek diziyi geliştirmek daha denk düşer mevcut duruma. Çünkü hâlihazırda dizinin maksadını aşan performansı, ‘Aman çocuklar bu mesajları duymasın’ kıvamında!

Bu noktayı vurguladıktan sonra gelelim, 2017 üretimi ‘Çocuklar Duymasın’ın mesajcılık özelliğine ve oluşum gerçeklerine…

HER DEVRİN MESAJCILIĞI ‘ÇOCUKLAR DUYMASIN’IN GÖREVİ Mİ?

Yayın hayatı boyunca pek çok skandala sahne olan, hatta transfer edilerek seçim malzemesi dahi yapılmak istenen ‘Çocuklar Duymasın’ dizisi, sadece hacıyatmaz misali düşüp düşüp yeniden ayağa kalkmasıyla değil, her devirde gaflarıyla yankı uyandırmasıyla da dikkat çeken bir yapım. Zira mesaj verme ve dikte etme merakı alabildiğine hâkim diziye!

Bu mesajcılık olayı o denli bariz yapılıyor ve Haluk başta olmak üzere karakterler ağzıyla izleyiciye o kadar ustaca empoze edilmeye çalışılıyor ki, ‘Çocuklar Duymasın, her devrin mesajcısı mı’ diye sorgulamak kaçınılmazlaşıyor. Hani yapıcı mesajlar olsa sözümüz yok da… Gözümüze sokulan, beynimize doldurulan algı yaratma hedefli mesajların yanlışlara övgü dizme hususunda öylesine maşallahı var ki, hoş görülecek yanları kalmıyor kesinlikle. Üstelik yeni seride doz daha da artırılmış durumda. İlk bölümde mizah diye verilenler, güldürmekten ziyade kızdıran, baştan sona gaftan ibaretti mesela...

İnsanları ezip kaçan hafriyat kamyonlarına övgüler dizerek yaşanan trafik suçlarını ‘Olabilir. Kötüsü de var iyisi de’ vurdumduymazlığıyla karşılayıp adeta yollardaki hafriyat kamyonu magandalığına destek çıkan… Ve dahi İstanbul’un doğasını katletme pahasına gelişen inşaat sektörüyle, rant kapısı haline getirilmeye müsait dönüşümcülüğe övgüler dizen Haluk Efendi’nin özendiricilik sorumsuzluğu, Bilinçli Osman’ın çerez niyetine konduğu mesaj sofrasında, yenilir yutulur lokma değildi. ‘Sosyetik dar sokak’ ne demekti bir kere? Yani eski tarz alçak katlı binaların olduğu, herkesin birbirini tanıdığı, komşuluk ilişkili mahalleler ‘sosyetik’ denip kötüleniyordu da, ağaçları-yeşili yok edip dikilen ve içinde kimlerin yaşadığı belli olmayan devasa siteler mi makbul oluyordu? Anlayamadım. Haluk’un repliklerini yazanlar neyin ve kimin kafasını yaşıyordu, bilemedim. Hem iş alanlarının açılması sadece inşaat sektörüne mi bağlıydı? Dağı taşı ev haline getirilen şehirlerin reklamlarla pazarlanmaya çalışılan konut fazlasının ekonomiye yarattığı gereksiz yükü hesaplamadan; insanları lükse özendiren, tüketime odaklı inşaat sektörüne övgüler dizmek nasıl bir mantık işiydi? Neden üretim paydalı fabrikalar ve iş alanları yüceltilmedi de inşaatçılık göklere çıkartıldı? Öte yandan ‘kentsel dönüşüm’ propagandası yapmaya niçin ihtiyaç duyuldu? Sorular, sorular…

Gerçi ikinci bölümdeki masa başı sohbette hafriyatçılara bir kez daha yer verildi ve gaftan yağ gibi sıyrılmaya çalışan Haluk’un söylemi sözde yumuşatıldı ama… İlk bölümde ‘Ana… Bir kere inşaat sektörü olmasa kaç aile aç kalır biliyor musunuz’ diye bilmiş bilmiş konuşan Haluk’un savunmacılığındaki yanlışları hafızlardan silip aklamak için yeterli olamadı bu çaba ne yazık ki!

Öte yandan çaycı Hüseyin’le her işe burnunu sokma yüzsüzlüğündeki anasının sözde Anadolu insanlığındaki ‘Anammm’lı ‘Oğlummm’lu kükreşmelerinin abartısını ikinci bölümde bir parça azaltan dizinin itici mesajcılığına bir başka örnek, TEOG olayına yönelik tartışmalarda çıktı ortaya. Görünürde çocuklara çok yüklenilmemesi gerektiği, ailelerin çocuklardan daha fazla bu olaya merak sarıp sanki tüm hayat bu sınavdan ibaretmiş gibi baskı yapmalarının yanlışlığı vurgulanmak isteniyordu… Fakat ifadeler öyle sulandırılarak yapılmıştı ki, kötü örnek olması; sınava hazırlanan çocukların dizideki ergenlere ve dahi taş fırın Haluk’un sözlerine bakıp olumsuz etkilenmesi fazlasıyla mümkündü. Bu da kaş yapayım derken göz çıkartmaktı!

Fıs fıs İsmail’in yanında çalışan kadınlara sarkmasının komedi unsuru yapılarak işyeri tacizini normalleştirme yönünde mesajcılık sergileyen… Modern olan her şeyi küçümsemeyi vazife edinen Haluk’un ölçüsü kaçmış maçoluğuyla ‘Türk erkeği böyle olur’ demeye getiren… Dekolte Kafa Selçuk Bey üzerinden erkeklerin genç sevgili yapma övgüsüne girişip saç ektirmenin azgınlık belirtisi olduğuna dair çağrışım uyandıran… Çaycı Hüseyin ve yancısıyla, evin rızkını yok eden iddia kuponu doldurmayı marifet gibi sunup kumara özenti yaratan ‘Çocuklar Duymasın’da tüm bunların ötesinde yaşanan büyük skandal, ‘kitap’ olayı oldu!

Haluk ile Meltem’in başucunda FETÖ’nün yurtdışında açtığı okulları konu alan ‘Barış Köprüleri; Dünyaya açılan Türk Okulları’ kitabının dekor olarak kullanılması, özensizlik ve mesajcılıkta tüyü dikti. İlerleyen bölümlerde daha beteri çıkar mı bilinmez ama… Mırın kırın söylemle giderilmeye çalışılan hafriyat kamyonu sözcülüğünün ardından gelen bu rezaletin iler tutar tarafı yok. Lakin böyle durumlarda her daim bir açıklama hazırdır muhakkak. Nitekim bu kez de rutin gerçekleşiverdi hemen.

Gelen tepkiler üzerine beyanda bulunan ve sorumlu olarak öne sürülen sanat yönetmeninin savunmasını aldıklarını söyleyen Birol Güven, üzüntülerini belirtti. Bu olayı da, ‘dikkatsizlik’ olarak niteleyip içeriğine vakıf olunmayan kitabın tamamen aksesuar olarak kullanıldığı duyurusunu yaparak geçiştirdi. İyi güzel de, insan hiç mi dikkat etmez kullanılan detaylara? Bu kadar mı başıboş setler? Piyasada onca kitap varken bu nasıl seçilmiş sonra? Üstelik kitap öyle bir konmuş ki, sanırsınız okumaya teşvik babında, gizli reklam yapılmakta! Pazarlarda satılan baskılı t-shirt’leri giyenler bile zan altında kalırken, yaşanan kötü günlerin acısı aynı tazelikte hafızalardaki yerini korurken ve insanlar gerçek suçluların cezalandırılmasını hararetle beklerken böyle bir sorumsuzluk akıl alacak şey değil doğrusu. Hiç yakışmadı.

Dahası arka plandan göze çarptırılan bu kitap olayını ‘subliminal mesajcılık’ olarak yorumlamak da pekâlâ mümkün. Neticede onu oraya koyanın bilgisi ve kötü niyeti olmasa bile içeriği belli olan kitabın, görselliğiyle merak yaratıp izleyicinin bilinçaltında uyandıracağı bir mesajcılık söz konusu. Yani yapımcı durumu kurtarıcı açıklamada bulunsa dahi insanlar ister istemez akıllarında böyle bir yorum yapabilir. Tıpkı t-shirt olayı gibi altında bit yeniği aranıp onun oraya kasıtlı konduğunu düşünülebilir… Al sana ‘subliminal mesajcılık’!

Bu arada aklıma geldi… Geçmişte de çıplaklığa dair subliminal mesajcılıkla itham edilmemiş miydi ‘Çocuklar Duymasın’? Kahvenin duvarındaki cıbıl resimlerin izleyicinin bilinçaltını etkilemeye uygunluğundan dem vurulmamış mıydı? Birol Güven’in o zamanki cevabı da, durumun sadece mekâna uygun dekor hazırlama eyleminden ibaret olduğu, bilinçaltıyla ilgilerinin bulunmadığı şeklinde olmamış mıydı?

Yani o gün de bu gün de, dizinin içindeki mesajcı objelerin varlığı tamamen dekor niyetine ve izleyicinin bilinçaltını hedefleyen ‘subliminal mesajcılık’ olayıyla bağlantılı değil. Tesadüf işte… Hele de ‘cahil cesareti’ olarak nitelendirilen el çabukluğunda işler yürütülüyorsa böylesi tesadüfler ve gaflar kaçınılmaz her daim. Bu devirde hafriyat kamyonlarına övgüler dizilse bile, böyle hassas subliminal hatalara ‘Aman dikkat’ derim!

‘ÇOCUKLAR DUYMASIN’ OLAYINDAKİ GERÇEK!

Efesli filozof Heraklitos ‘Değişmeyen tek şey değişimdir’ demiş olsa da, bizdeki çoğu şey yıllara meydan okurcasına aynı kalmakta. CNN Türk’e 2011 yılında verdiği röportajda ‘’Çocuklar Duymasın'ı bugün yapsanız, satamazsınız. Çünkü içinde fikir yok. Anlatamazsınız...’’ itirafında(!) bulunan ve dizinin 2002’de TGRT’deki apar topar başlangıcını ‘Cahil cesareti’ olarak değerlendirip 2017’de hala aynı fikirsizliği satmayı başaran Birol Güven’in ‘Çocuklar Duymasın’ olayı da aynı kalanlardan. En en en ilk bölümünden günümüze, hep aynı mesajcı söylem tarzı ve güncel konularla, ayaküstü durumu idare etme mantığı hâkim diziye. Bunun sonucu karakterlerin duruşu, konuşmaları da değişimsiz tablolarıyla, Efesli Heraklitos’un değişim felsefesini boşa çıkartmakta haliyle. Aferin mi bize?

Esasında her geri dönüşünde içerik mantığı değişimsiz kalan ‘Çocuklar Duymasın’ın olayındaki gerçek, dizinin tam anlamıyla akılcı bir iş olduğu! Hani yapımcısı, bir tarihte içinde fikir filan bulunmadığı yönünde açıklamalarda bulunmuştu ya… Geçiniz. Durup durup ekrandan nasiplenmeye soyunan dizinin yaratılışındaki ana fikir gayet net ortada zira. Sit-com formatına hapsolan karakterleri, gündelik yaşamdaki konular bazında, Karagöz-Hacivat misali zıt söylemlerle donatıp dizi gemisini yürütmek! Yani bir tarafı, diğerinin dediğinin tersini savunmakla ve dikte edilmesi istenen fikirleri vurgulamakla görevlendirirsin... Bir de karakterleri, taş fırınlık-zeroluk-fısfıslık-kükreklik gibi, komedi açığını kapatacak şekilde tiplere sokarsan gırgır-şamata meraklısı izleyicinin ilgisini zahmetsizce çekme olayı tamamdır. Bu şablonda bir hafta bile yeter de artar diziyi çekmeye. Sonrası, kanallar arası git-gel.

Bu meyanda, cahil cesaretinin değil de öykü bulma zahmetine girmeden en basitinden iş çevirme akılcılığının ürünü olan sit-com olayını evire çevire kullanmayı çok iyi bilen ‘Çocuklar Duymasın’ın şans eseri aniden gelişen bir yaratıcılık olmayıp, 1999’daki Birol Güven imzalı ‘Ayrılsak da Beraberiz’ dizisinden klonlandığı gerçeğini de vurgulamak lazım! Zira orada da anlaşamayan bir çift ve buna rağmen aynı evde yaşama durumundan gelişen olaylar mevcuttu. Yani her iki dizinin çıkış noktası aynıydı. Dahası çaycı Hüseyin ile karısı temizlikçi Emine ‘Ayrılsak da Beraberiz’ dizisinden ‘Çocuklar Duymasın’a transfer edilmişti. Detaylı karşılaştırma yapıldığında iki yapım arasındaki benzerlikler daha da artacaktır kuşkusuz. Anlayacağınız ekstra bir yaratıcılık gerektirmeyen ve Matruşka gibi birbirinin içinden çıkan Birol Güven imzalı yapımlardaki olayın gerçeği, ‘Dön baba dönelim’den ibaret! Döne döne nevrimiz döndü, o da ayrı mesele…

SONUÇTA; Dizi yayınlanmadan yazdığım bir yazıda ‘‘Söyleminden içeriğine, eskiyle yeniyi başarıyla harmanlamayı bilen ve yenilik adına işin suyunu çıkartmamaya özen gösteren bir 2017 model ‘Çocuklar Duymasın’ izlemek temennisiyle… Yolları açık olsun’’ demiştim ama ne yazık ki daha en baştan işin suyu çıkartıldı her anlamda. ‘Yol açıklığı’ konusuysa…

Suzan Kardeş’ten sonra Kemal Kuruçay’ı da Bilinçli Osman olarak transfer ederek, tıpkı geçmişte ‘Ayrılsak da Beraberiz’de yapıldığı gibi, şimdi de ‘Seksenler’den izleyici köprüsü kurmayı hedefleyen… Espri adına dişe dokunur hiçbir şey sunamayan… Mesajcılığıyla, ‘Aman çocuklar bu mesajları duymasın’ dedirtip kendini aşan ‘Çocuklar Duymasın’, kürkçü dükkanı misali döndüğü ekranlarda ‘eskiden kalma’ yeni tarzıyla reyting alsa ve yolu şimdilik açık gibi görünse bile başarılı değil özünde. Gerçek şu ki, yeni sezonda işi daha zor olacaktır şimdikine göre… Tabii yeni sezonu görebilirse! Kanal D, bir TRT değil neticede. Hadi selametle…

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal