Abone Ol

''Teşhir kültürü tavan yaptı! Ayşe Arman yalanlarla yaşıyor!''

Epeydir sesi çıkmayan Perihan Mağden, Akşam gazetesi yazarı Nagehan Alçı'ya zehir zemberek açıklamalar yaptı.

''Teşhir kültürü tavan yaptı! Ayşe Arman yalanlarla yaşıyor!''

Bunca zamandır görünmeyen, Radikal'deki köşesinden, İstanbul'daki gözden ırak evine çekilen Perihan Mağden neden ortaya çıktı? Sebep 'durup durup artık bir ahkam keseyim' değil. Somut bir nedeni var röportaj teklifini kabul etmesinin: Mağden'in yeni kitabı,  'Ali ile Ramazan'  cuma günü kitapçılardaki yerini aldı. Müthiş sürükleyici bir 'kısa roman'. 'İki Genç Kız'ı andıran izler taşıyor ama ondan daha da vahşi.

Biz de kitaptan başlıyoruz ama sonra duramayıp Türkiye'ye dalıyoruz. Eee karşımızdaki Türkiye'nin en sivri dilli yazarı... Bunca zaman susmuş... Suskunluğunu bozmasının zamanı gelmiş de geçmiş...

Sit-com gazetecileri cam mekanda yaşasın

Perihan Mağden hem kitabını anlattı hem yaylım ateşine tuttu: Teşhir kültürü tavan yaptı. Lüks için kendini daha fazla teşhir etmen gerekiyor. Mesela Ayşe Arman. Yalanlarla yaşıyor. Twitter kullanan gazetecilere de yüklenen Mağden, 'Cam mekanda yaşasınlar. Herkes seyretsin, rahat etsinler' diyor

İki yetimin hikayesini anlatmışsınız 'Ali ile Ramazan'da. Ali ve Ramazan gerçek karakterler mi?
Evet. Onların hikayesi Hürriyet'te 1992'de neredeyse bir hafta üst üste yayınlandı. Biri tinerci, biri fahişe olan iki yetim erkeğin aşkı. Hepsi gerçek. Sadece bazı karakterleri ben yarattım. 'Fill in the blanks' (boşlukları doldur) yaptım yani.

Neden bu hikaye?
Çok etkilendim. Çok acayip bir hikaye. Okuduğumda Los Angeles'ta yaşayan bir arkadaşıma anlatmıştım. Film yapalım mı diye konuştuk, ben sinopsis gibi bir şey yazdım ama sonra vazgeçtik. Çünkü sinema demek, para peşinden koşmak demek. Ama hikaye peşimi bırakmadı. Köşe yazarlığını bırakınca neşeli bir kitap yazayım diyordum. Sonra Barbaros'a (Altuğ) bunu söyledim 'Bir de böyle bir hikaye var' dedim. 'Aa bunu yazmalısın' dedi.

Kitaplarınızda şiddet çok kuvvetli bir şekilde öne çıkan bir unsur. Şiddeti estetize ediyorsunuz, gerekçelendiriyorsunuz. Siz şiddete bu kadar sempatik mi bakıyorsunuz?
Şiddet üzerine hep düşünüyorum çünkü insana ait en temel şey ölüm. Yazdıktan sonra düşündüğüm bir şey var: Ben katillerimi o kadar çok seviyorum ki... Onlar kahramanlarım, hayran olduğum insanlar. Ama sonuçta katiller. Öte yandan bu çocuklara kimse bakmamış. Onların katil olması toplumsal bir mesele aslında. Rakel Dink'in dediği gibi: Bir bebekten katil yaratan toplum suçlu.

Ogün Samast'la da aynı empatiyi kurabilir misiniz?
Hayır. Onun arkasında devlet baba var. Tavuğuna kışt dememiş, hiçbir kişisel ilişkisi olmamış bir adamı öldürüyor. Orada dolduruş var, örgütleme var. O kiralık bir çocuk. Oysa benim anlattığım şahsi bir cinayet. Bir göz kararması. O göz kararması insana dair bir şeydir.

Bu, suçu hafifletir mi?
Bilmiyorum. Öyle de eleştirilebilir. Ama sonuçta çocukluktan beri tecavüze uğrayan, kurbanlaştırılmış bir çocuk var. Çocukken tecavüze uğramak cinayetten çok daha şiddetli bir şey.

Anlattığınız çocuklar gey mi?
Bunu bilmiyorlar. Reddediyorlar. Bence bu, Türk erkekleriyle ilgili. Türklerin geylikle ilgili bir sorunu var. Eğer aktifsen gey değilsin, 'fucker'sın. Ama aslında geysin çünkü erkekle yatmak istiyorsun.

AYŞE ARMAN SOSYOPAT, YALANLARLA YAŞIYOR

Siz kendinizi 'proje çocuk' olarak tanımlıyorsunuz. Hatta 'Perihan Mağden olmak mı yoksa başarılı bir banka müdürü olmak mı daha iyi' sorusunun cevabını bilmediğinizi söylemiştiniz.

Hiçbir zaman meşhur olmaktan hoşlanmadım. Başak burcuyum. Utangaçtan da öteyim. İçine kapalı bir hayat sürüyorum.

Birçok kişinin hayalini kurduğu bir şey sizi neden bu kadar rahatsız ediyor?
Bence bunun hoşa gitmesi post-modern toplumun sonucu. Sosyopatlık yükseliyor. Teşhir kültürü tavan yaptı. Daha iyi arabaya binip daha lüks evde oturmak için kendini her seferinde daha fazla teşhir etmen gerekiyor. Mesela Ayşe Arman'ın her ay bayrağı daha ileri dikmesi gerekiyor. Son derece huzursuz bir ruh herhalde. Teşhircilikte LÖSEV için bile sınır tanımadı.

Bunu 'kitlem ile her şeyi paylaşmak' ve 'yardım' olarak tanımlıyorlar?
'Yoğurdum ekşi' diyecek hali yok ya. Bir de sosyopatın en önemli özelliğidir. Yalanlarla yaşar. Kendilerine yalan söyleyerek gazlama. Mesela kendini teşhirden zevk alıyorsun ve bunu öyle gazlıyorsun ki 'yaşasın sit-com gazeteciliği' diyorsun.

Sosyopat ne demek?
Eskiden psikopat denirdi. Yalanla yaşayanlar, içine mitomanlık giriyor. Sosyopatlar 'borderline'dır yani sınır kişilik. En zor teşhir edilen vaka. Öyle iyi oynar ki 'şahane gönül alıcı insan' dersin. Tüm seri katiller sosyopattır.

Arman'ın sosyopat olduğu kanısına nasıl varıyorsunuz?
Yalanlarla yaşıyor. Bir de yanlış etiketleme sanayi var. Mesela 'LÖSEV yararına kızımın poposunu gösteriyorum'.

Sizde de çelişki var. Görünmekten hoşlanmadığınızı söylüyorsunuz ama çok görünen yazılar yazıyorsunuz. İçinizde iki ayrı Perihan mı var?
Hayır, ben olay çıkarmak istemiyorum. İstesem 500 bin satan bir gazetede yazardım. Sadece 50 bin okur meramımı anlasın istiyorum. Birisi bana cevap verince tiksiniyorum. Ne cüret oluyorum. Çünkü ben antropolog gibi onları uzaktan izlediğime inanıyorum. Bir antropoloğa kalkıp Yanomano kabilesinden biri cevap vermez. Bir sanatçı bana cevap verince 'Aaa Yanomano kabilesi cevap veriyor' diyorum.

Siz onların üzerindesiniz. 'Ne cüretle size cevap veriyorlar' diye mi düşünüyorsunuz?
Hayır, ben antropoloğum. O da yerli. Yerliliğini bilsin. Yüksekten değil, dışarıdan izliyorum. Psikoloji okumuşum. Kaç yıl köşe yazarlığı yapmışım. Sakalımı değirmende ağartmadım. Türkiye ve dünyaya bakıyorum. Çok özgün karakterler yaratabiliyoruz. Hıncal Uluç ya da Semra Hanım gibi.

ÖZKÖK İÇİN 'ERGENEKON'UN DİBİNE KADAR YOLUN VAR' YAZARDIM

Ertuğrul Özkök'ün yayın yönetmenliğini bırakmasının ardından birçok yazı yazıldı.
Siz  olsanız ne yazardınız? Çok kötü şeyler. 'Buradan Ergenekon'un
dibine kadar yolun var' yazacaktım.

Gazetecilerin Twitter merakına ne diyorsunuz?
Allah teşhirciliklerini artırsın! Çok büyük bir vitrin yapılsa, bütün sit com gazetecileri Taksim'de bir cam mekanın içinde birlikte yaşasa, onları tuvaletlerini yaparken, çiftleşirken seyretsek onlar da rahatlayacak, biz de! Hem de LÖSEV yararına!

HÜLYA AVŞAR NEDEN CEVAP VERİYOR?

Şimdi de isim veriyorsunuz, yazılarınızda da. Birilerini hedef alınca onların cevap vermesi neden normal olmasın?
İsim veriyorum çünkü bu insanlardan ve yanlış etiketlendirmeden nefret ediyorum. Bir de bir sürü insan Perihan Mağden gibi. Benim kullandığım noktalama işaretlerini kullanıyor, kelime oyunları yapıyorlar.

Bu, güzel bir şey değil mi? Demek ki örnek oluyorsunuz.
Hoşuma gitmiyor. Kabileden biri niçin benim gibi oluyor. Aramızda mesafe olsun istiyorum. Benim dilimi ve üslubumu taklit ederken ve yazıya neredeyse benim gibi başlayıp, benim gibi bitirirken bu insanlar şunu es geçiyor: Benim siyasi bir duruşum var hayatta. Onların yok ki. Benim derdim onlarla değil, Türkiye'nin bütünüyle.

İsim geçirmeden yazın?
Neden öyle yapayım? İnsanlar çamur üstlerine sıçramasın diye bundan imtina ediyor. Çünkü sosyopatlar çamur sıçratmaktan rahatsız olur. Ben onu kastediyorsam neden yazmayayım?

Yazın da cevap vermelerine şaşmayın.
Ama verdikleri cevabı beğenmiyorum. Çok düşük cevaplar. Ne Türkçeleri yeterli, ne zekaları. Onun için cevap vermemeleri çok daha doğru. Mesela Hülya Avşar bana neden cevap veriyor?

Artık haberci oldu da ondan.
Evet doğru. Kimse kabına sığmıyor artık. Madonna akşamları hard talk yapmaya çalışıyor mu? Ama bunlar hadlerini bilmiyor. Ve verdikleri cevap bana maalesef Hülya Avşar düzeyinden geliyor. Mesela Nuray Mert bana 'Biri onu tutsun. Onu kolundan tutar, döverim!' dedi. Bu cevap çok mu düzeyli? Hülya Avşar'ın bile düşmeyeceği bir şey. Ya da Haluk Şahin'in cevabı çok mu kaliteli?

Ne demişti Şahin?
Bu kadın deli, ruh hastası.  'Bu kadın deli' diye mahalle karıları söylüyorlar birbirlerine. Ertuğrul Özkök'ün verdiği cevap da farklı değil. Ben seni döverim üslubu.

GİDEYİM DEDİĞİMDE İSMET MEMNUN OLDU

Bu kadar çok söyleyecek şeyiniz varken meydanı neden boş bıraktınız?
Meydanı bıraktım da büyük bir eksiklik mi oldu? Bir kere kan uyuşmazlığı zirveye çıktı. Bence yazılarım İsmet (Berkan) için çok zorluk yaratıyordu. Özkök'le ilgili çok sert yazıyordum. Haluk Şahin'e, Nuray Mert'e hakaret etmiştim. Mesela beni Namık Kemal Zeybek, Mehmet Ali Kışlalı gibi isimler hiç rahatsız etmiyor. Onlar neyse o. Devlet Bahçeli ile oturur yemek yerim. Ama sağ gösterip sol vuranlar, ne idüğü belirsizler, askerin değirmenine su taşıyanlar, türbanlılar aleyhine yazı yazıp koşa koşa umreye gidenler beni çok rahatsız ediyor.

Radikal'e tekrar dönmeyi düşünüyor musunuz?
Ben İsmet'e (Berkan) 'gideyim' dediğimde bence çok memnun oldu. O gazeteye artık dönüşüm olmaz.

Başka bir gazete olabilir mi?
Teklif almıyorum. Bununla iftihar ediyorum. Teklif almayacağıma da eminim.

Neden?
Korkuyorlar. Bir de beni edepsiz ve terbiyesiz buluyorlar. Dindar gazetelere gelince, onların da yüksek ve sahte terbiye standartları var. Orada çok ahlaksız insanlar yazabiliyor ama onların vitrin çalışması iyi.

Taraf'ta yazmayı düşünür müsünüz?
Taraf'la iftihar ediyorum. Bünyemin kaldırdığı tek gazete. Herkes beni Taraf'la örtüştürüyor ama Taraf köşe yazarından geçilmiyor. Bir de ben onlardan para almaya utanırım. Sürünüyorlar. Ama benim gibi bu kadar sosyopatın lanetini çeken birinin parasal olarak mükafatlandırılması gerektiğini düşünüyorum. Ve hep çok iyi para aldım.

'Beni hiçbir zaman partiye, düğüne çağırmazlar' demişsiniz. Gazeteye çağırılmamak da böyle bir şey mi?
Evet, evet! Çünkü hanımefendi sanatçı değilim. Aslında öyle yerlere gidince de aşırı kibar davranırım!

Anlattıklarınızdan arıza kadın portresi çıkıyor. Bundan memnun musunuz?
Hiç değilim. Çok da sinir oluyorum. Deli, arıza. Son derece kontrollü ve aklı başında biri olduğumu düşünüyorum. Sadece çok ciddi ve korkusuz bir siyasi duruşum var. Bu yüzden 'arıza' olarak etiketlenmem yine yanlış etiketleme. İftira ve yalan sanayinin bir yan çalışması.

Akşam