Abone Ol

Gazeteci Uluç Gürkan: Garo Paylan bilerek ya da bilmeyerek tarihi ve hukuki gerçekleri çarpıtıyor

HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan’ın, Damat Ferit Paşa hükümetlerinde Maarif (Eğitim) ve Dahiliye Nazırlığı (İçişleri Bakanlığı) yapan Ali Kemal' i sahiplenen tweeti tartışmanın fitilini ateşlemiş oldu.

Uluç Gürkan: Garo Paylan tarihi ve hukuki gerçekleri çarpıtıyor

(Hülya Karabağlı - Turkiyegundemi.com Özel Haber) 

İkinci Meşrutiyet ve Mütareke döneminde İttihat ve Terakki karşıtı görüşleriyle tanınan Ami Kemal, milli mücadele karşıtlığı ile biliniyor. Nutuk ve Nazım Hikmet’in  ‘Memleketimden Manzaralar’ kitabında yer alıyor.

“Öncelikle, Ali Kemal Abdülhamit istibdadına karşı çıkmış değildir”

TBMM eski Başkanvekili, eski milletvekili, ODTÜ öğretim görevlisi, gazeteci Uluç Gürkan, yeni İngiltere Başbakanı Boris Johnson'un, Osmanlı İmparatorluğu'nun son Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) dedesi Ali Kemal hakkında “Abdülhamit istibdatına, sonra İttihatçıların milliyetçi politikalarına muhalif bir gazeteci- siyasetçiydi"  diyen HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan’a, “Öncelikle, Ali Kemal Abdülhamit istibdadına karşı çıkmış değildir” dedi.

İngiltere’nin yeni başbakanı Boris Johnson üzerinden HDP’li Paylanın da katıldığı kervanla  Ali Kemal’in aklanmaya çalışıldığına dikkat çeken Gürkan, “Garo Paylan, bilerek ya da bilmeyerek Ali üzerinden de Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili tarihi ve hukuki gerçekleri çarpıtıyor” dedi.

Gazeteci, öğretim görevlisi ve eski milletvekili Uluç Gürkan, bir kesimin ‘vatan haini’ olarak kabul ettiği  Ali Kemal tartışmasında HDP’li Garo Paylan’ın yazdıklarını Türkiye Gündemi’ne şöyle değerlendirdi:

“Arabuluculuk rolünün hafiyelik noktasına vardırdığı sonradan ortaya çıkmıştır”

İngiltere’nin yeni başbakanı Boris Johnson üzerinden dedesi Ali Kemal aklanmaya çalışılıyor. HDP milletvekili Garo Paylan da bu kervana katılmış bulunuyor.

Garo Paylan, “Ali Kemal önce Abdülhamit istibdadına, sonra İttihatçıların milliyetçi politikalarına muhalif bir gazeteci-siyasetçiydi” diyor. Karşı çıktığını söylediği milliyetçi İttihatçı politikaları da şöyle tanımlıyor:

“ Ermeni tehcirine karşı çıktı. İçişleri Bakanı olduğunda, Ermeni Soykırımının faillerini yargı önüne çıkarmak için mücadele etti. İstanbul’daki yargılamalar sonucunda, soykırımın bazı failleri mahkûm oldu.”

Garo Paylan, bilerek ya da bilmeyerek Ali üzerinden de Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili tarihi ve hukuki gerçekleri çarpıtıyor. Şöyle:

“Ali Kemal vicdanlı bir siyasetçiydi. Ermeni Soykırımı gibi büyük bir suçun hesabının sorulmasını istedi. Başarsaydı; soykırımcı, linççi, darbeci gelenek devletten temizlenecekti. Suç cezasız kaldı. Tekrarladı. Tekrarlıyor...

Ankara hükümeti ile İngilizlerin yaptığı gizli anlaşma ile, Malta’da bulunan İttihatçılar, Ermeni Soykırımındaki sorumlulukları hakkında yargılanmadan Ankara’ya geldi. Ali Kemal hain olarak yaftalandı. İzmit’te linç edilerek öldürüldü… Ruhu şad olsun…”

Öncelikle, Ali Kemal Abdülhamit istibdadına karşı çıkmış değildir.

Mülkiye’de kapatılan öğrenci derneği yerine yeni bir dernek kurmak girişimi nedeniyle dokuz ay hapis yatmış sonrasında bir süre Halep’e sürgün kaldıktan sonra Paris’e (1984) gitmiştir. Paris'te bulunduğu sırada Jön Türkler ile Abdülhamit arasında arabulucu bir çizgi izlemeye çalışmıştır Bu arabuluculuk rolünün hafiyelik noktasına vardırdığı sonradan ortaya çıkmıştır.

Ali Kemal, Paris’te İstanbul'daki İkdam gazetesine Paris izlenimlerini anlatan batı kültürüne hayranlık ile yoğrulmuş yazılar ve çeviriler göndermiştir. İkdam'da kendi röportajlarıymış gibi kaleme alınmış pek çok yazının Fransız basınından çeviriden ibaret olduğunu sonradan Hüseyin Cahit tarafından ortaya çıkarılmış ve bu hadise ikisi arasında Ali Kemal'in ömrünün sonuna kadar sürecek bir kalem kavgasının başlamasına neden olmuştur.

1897'de Abdülhamit tarafından Brüksel Elçiliğinde ikinci kâtipliğe atanmıştır.

II. Meşrutiyet'in ilanından bir gün önce İstanbul'a dönmüş, İkdam gazetesinin başyazarlığının üstlenmiştir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne karşı ağır eleştiriler içeren yazılar yazmıştır.

Ali Kemal'in yazıları 31 Mart Olayı'nın çıkmasında etkili olmuştur. 31 Mart ayaklanmasını bastırmak için Selanik'ten gönderilen Hareket Ordusu İstanbul'a gireceği sırada Ali Kemal yeniden Paris'e kaçmıştır.

İttihat ve Teraki Yönetiminin iktidardan uzaklaşmasının ardından 1912 affıyla İstanbul’a geri gelen Ali Kemal İkdam Gazetesi'nde başyazar olarak yazılarına devam etmiş, ancak altı ay sonra hükümet Bâb-ı Âli Baskını ile devrilince Viyana'ya sürülmüştür. Üç ay sonra İstanbul'a dönünce 14 Kasım 1913’te Peyam Gazetesi’ni yayınlamaya başlamıştır.

Ali Kemal, 22 Temmuz 1914’te, I. Dünya Savaşı'nın başladığı sıralarda, İttihat ve Terakki’nin baskısıyla gazetesini kapatmak zorunda kalmıştır.

Ali Kemal, Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalanmasından sonra 14 Ocak 1919'da yeniden faaliyete geçen Hürriyet ve İtilâf Fırkası'nin genel sekreteri olmuş, 4 Mart 1919'da kurulan Birinci Damad Ferit Paşa hükümetinde Maarif Nazırlığı (Eğitim Bakanlığı), bu hukumetin mayıs'ta istifasının hemen ardından kurulan ikinci Damad Ferit Paşa hükümetinde ise Dahiliye Nazırlığı (İçişleri Bakanlığı) görevine getirilmiştir.

“Bu görevde iken Kuva-yi Milliye ve Mustafa Kemal Paşa aleyhine emirler yayımlamıştır”

Atatürk Nutuk’ta bu emirlere değinmiştir:

“25 Hazirana kadar Amasya’da kaldım. Hatırlardadır ki, o tarihlerde Dahiliye Nâzırlığı görevinde bulunan Ali Kemal Bey, benim görevden alındığımı ve artık benimle hiç bir resmî muameleye girişilmemesi gerektiği konusunda şifre ile bir genelge yayınlamıştı.”

23 Haziran 1919 tarih ve 84 sayılı olan bu genelgede Atatürk’ün “günün siyasetini pek bilmediği için… yeni görevinde asla başarılı olamadığı” ve “İngiliz Olağanüstü Temsilcisi’nin istek ve ısrarıyla görevden alındığı” yazılmış ve şöyle denilmiştir:

“Dâhiliye Nezareti’nin size kesin emri, artık o zatın görevden alınmış olduğunu bilmek, kendisi ile hiçbir resmî işleme girişmemek, hükümet işleri ile ilgili hiçbir isteğini yerine getirmemektir… Bu önemli ve tehlikeli günlerde… en büyük görev, barış konferansınca geleceğimiz üzerinde karar verilirken… artık aklımızı başımıza devşirdiğimizi göstermek, akıllıca ve tedbirlice davranışları benimsemek... değil midir?”

İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin kurucularından olan Ali Kemal, Hükümet içinde çıkan bir anlaşmazlık yüzünden 26 Haziran 1919'da bakanlıktan istifa etmiştir.

Atatürk Nutuk’ta bu istifaya ilişkin şu bilgiyi vermiştir:

“Ali Kemal Bey, istifa yazılarında, özellikle bunun padişaha ait olanında: «Osmanlı topraklarının çeşitli yerlerinde başgösteren ayaklanma ve karışıklık belirtileri üzerine, ihtilâl ateşinin hemen çıktığı yerde, yayılmadan bastırılıp söndürülmesi ve yok edilmesi için tedbir almak, yalnız kendi makamını ilgilendirirken, padişahın gösterdiği yakın ilgi ve güveni çekemeyen bazı arkadaşlarının birçok yersiz sebepler ileri sürerek ihtilâlin daha da genişlemesine yol açtıklarından» söz ettikten sonra «resmî görevinden çekilmekle birlikte, özel olarak hizmet ve sadakata devam edeceğini» ekliyor ve sözlü olarak da «resmî görevinden ayrılmasını fırsat bilen hasımlarının hücumundan ben kulunuzu koruyunuz» istirhamında bulunuyor.”

Bakanlıktan ayrıldıktan sora Peyam-ı Sabah Gazetesi’nin başyazarlığına dönen Ali Kemal, yazılarında acımasız eleştirilerini İttihat ve Terakki’nin devamı olarak gördüğü Anadolu hareketine yöneltmiştir. Ancak Büyük Taarruz'un başarılı olup, İzmir'in kurtulmasından sonra 10 Eylül 1922'de "Gayelerimiz Bir İdi ve Birdir" başlıklı bir yazı yazmıştır.

Bu günlerde bir İngiliz muhibi olarak Ali Kemal’in, Atatürk’ün tanımlamasıyla “asıl gerçek görevi başında” ne yaptığı konusunda Nutuk’ta şu bilgi verilmektedir:

“Canınız sıkılmazsa, Sait Molla’nın Rahip Frew’a yazdığı mektuplardan birini gözden geçirelim:

«Ali Kemal Bey’e, son felâketi üzerine üzüntünüzü bildirdiğinizi söyledim. Bu zatı elde bulundurmak gerekir. Bu fırsatı kaçırmayalım. Bir hediye takdimi için en uygun zamandır… Ali Kemal Bey, talimatınıza harfi harfine uyacak, Zeynelâbidin Partisi’yle de işbirliği yapmaya çalışıyor. Kısacası işler bulandırılacak…»

Garo Paylan’ın, “Ali Kemal Ermeni Soykırımının faillerini yargı önüne çıkarmak için mücadele etti” dediği olay, İstanbul işgal altıdayken İngilizlerin baskısıyla kurulan 1919 Osmanlı Divan-ı Harbî Örfi mahkemelerindeki sözde yargılamalardır. Ali Kemal’in Maarif Nazırı olduğu 26 Nisan 1919’da yayımlanan “Divan-ı Harbilerin Teşkilat ve Vazifeleri Hakkındaki Kararname” ile bu mahkemelerde “yargılananların savunma yapma ve avukat tutma” hakları dahi ellerinden alınmıştır.

Bu ortamda, Ali Kemal’in Dahiliye Nazırı olarak Atatürk’ü görevden azline ilişkin genelgesinden bir gün önce 22 Haziran 1919’da İstanbul Divan-ı Harbi mahkemesi, önde gelen İttihatçılarla ilgili kararını açıklamıştır. Anayasal düzeni zorla kaldırmaya teşebbüs” ve “Ermeni kırımı” gerekçeleriyle Talât, Enver ve Cemal Paşalar ile Nazım Bey’i gıyaplarında ölüm cezasına çarptırılmış, diğer yargılananlara da uzun süreli hapis cezaları verilmiştir.

“Garo Paylan’ın övdüğü bu mahkemeler öylesine adaletsizdir ki”

Ancak, Garo Paylan’ın övgü düzdüğü bu mahkemeler öylesine adaletsizdir ki, kurduran İngilizleri bile çileden çıkarmıştır. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe 1 Ağustos 1919’da Londra’ya gönderdiği raporunda, Divan-ı Harbi mahkemelerindeki duruşmaları “maskaralık” olarak nitelemiş, bunun Osmanlı Hükümeti’nin yanında İngiltere’nin de itibarını zedelediğini belirtmiştir.

İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliği’ne Amiral Calthorpe’un yerine atanan Amiral John de Robeck de Osmanlı Divan-ı Harbi mahkemelerindeki yargılamaları “başarısızlık” olarak nitelemiş ve bu mahkemelerin vardığı bulgular için de “kat’i surette dikkate alınamaz” demiştir.

Malta’daki yargılama ise Garo Paylan’ın çarpıtmaya çalıştığı gibi Ankara Hükümeti ile İngilizler arasında gizli bir anlaşma ile kapatılmamıştır. İngilizler, Malta’da Sevr Antlaşması uyarınca, Osmanlı yetkilileri hakkında Ermeni katliamı suçlamasıyla bir soruşturma açmıştır. İngiliz Kraliyet Başsavcılığınca yürütüle bu soruşturma, “maskaralık” olarak gördükleri Osmanlı Divan-ı Harbi kararının temyizi niteliğinde yürütülmüştür.

İki yıla yakın süren bu soruşturmada, İngiliz Hükümeti’nin Osmanlı yetkililerinin hukuken olmasa da gerekirse siyaseten cezalandırılmaları konusundaki bütün baskısına karşın, İngiliz Kraliyet Başsavcılığı dava açmak için yeterli kanıt olmadığını belirterek 29 Temmuz 1921’de “kovuşturmaya yer olmadığı” kararı vermiştir.

Ali Kemal kimdir? Bu bilgilerin ışığında son sözü Nazım Hikmet’e bırakalım:

"- Kim bu Ali Kemal?"

"- Gazete muharriri.

İngiliz’den para alır.

Adamıydı Halifenin.

Gözlüklü, şişman.

Kan damlardı kaleminden, fakat murdar, fakat pis bir kan.

Gün olur daha derin, daha geniş yara açar kalemin düşmanlığı mavzerin düşmanlığından."

(Hülya Karabağlı - Turkiyegundemi.com Özel Haber)