Abone Ol

Brock Turner, bilinci yerinde olmayan kıza çöpün arkasında tecavüz etti!

Geçen yıl 20 yaşındaki Brock Turner, bilinci yerinde olmayan bir genç kıza çöp bidonunun arkasında tecavüz etti. Zengin bir ailenin oğlu ve aynı zamanda olimpik bir yüzücü olan Turner sadece 6 ay ceza alınca ortalık ayağa kalktı.

Bilinci yerinde olmayan kıza çöpün arkasında tecavüz etti!

2015’te ABD’nin California eyaletinde Palo Alto’daki Stanford Üniversitesi'nde iki İsveçli erkek üniversite öğrencisi bir çöp tenekesinin arkasında genç bir erkeğin baygın bir kadına tecavüz ettiğini gördü. Tecavüzcü erkek kaçmaya çalıştı, ancak olaya tanık olan iki erkek öğrenci, polis gelene kadar onu orada tuttu ve Stanford Üniversitesi 1. sınıf öğrencisi 20 yaşındaki Brock Turner tutuklandı.

Tecavüz ettiği 23 yaşındaki kadın, kendine geldiğinde hastanedeydi ve hiçbir şey hatırlamıyordu. 1 sene süren dava sürecinin ardından Turner, madde etkisi altındaki kişiye tecavüz girişimi, madde etkisi altındaki kişiye yabancı objeyle tecavüzden suçlu bulundu. 6 yıla kadar hapisle yargılanan Turner, 6 ay hapis cezası ve 3 ay denetimli serbestlik cezasına çarptırıldı. Turner hayatı boyunca kamuya açık olan cinsel suçlular listesinde olacak. Brock Turner’ın babası Dan A. Turner da bir mektup yayınladı ve bu mektupta “oğlunun eskiden kaburgayı ve cipsi çok sevdiğini ancak artık çok az yediği” ve “20 dakikalık bir eylemin hayatından 20 sene götürdüğü” gibi ifadeler kullanırken “bu cezanın oğluna uygun olmadığını” söyledi.

OKUL PARTİLERİNDE İÇKİ YASAKLANDI

Zengin bir ailenin oğlu ve aynı zamanda olimpik bir yüzücü olan Turner sadece 6 ay ceza alınca ortalık ayağa kalktı. Hürriyet yazarı Ömür Gedik, köşesinde bu konuyu işledi. Gedik'in yazısının konuyla ilgili bölümü şöyle: "Change.org’da “tecavüze bu ceza çok az” kampanyaları başlatıldı. Suçun hafifletici sebebi Turner’ın ve tecavüz ettiği kızın fazla alkol alması ve bilinçlerinin yerinde olmamasıydı. Üniversitede yapılan araştırmalarda kız öğrencilerin yüzde 2’si üniversite partilerinde tecavüze uğradıklarını açıkladı. Tabii ki bunun da nedeni olarak partilerdeki alkol tüketimi gösterildi. İşte bu araştırmalar ve Brock Turner’ın az cezayla kurtulduğu tecavüz olayından sadece bir yıl sonra, Stanford Üniversitesi okul partilerinde ağır alkol tüketimini yasakladı. Buna göre öğrenciler yüzde 20 oranının üstünde alkol barındıran içkileri partilerde tüketemeyecek. Yani artık kimse alkolü bahane edemeyecek. Ve belki gerçekten de tecavüzler, şiddet azalacak. Kurallara uymayan ise okuldan atılacak. Bu karar tecavüzün nedeni olarak doğrudan alkolü gösteriyor olsa da suç oranlarını gerçekten azaltabilir. Ve tabii bu durumda diğer üniversitelerde de uygulanabilir."

MAĞDURUN MEKTUBU

Ceza onandıktan sonra 23 yaşındaki mağdur kadın, mahkemede tecavüzcü Turner’ın yüzüne okuduğu mektupta yaşadığı süreci, yargılama sırasında kendisine yöneltilen suçlamaları, olayı nasıl sürekli yeniden yaşadığını anlattı. Bianet'te Müge Atala'nın Türkçeleştirdiği mektup şöyle:
Sayın Hakim,

Sakıncası yoksa ifademin büyük bir kısmını doğrudan davalıya okumak istiyorum.

Beni tanımıyorsun ancak benim içimde bulundun ve bugün bu yüzden buradayız.

17 Ocak 2015 Cumartesi günü evde sakin bir gece geçiriyorduk. Babam biraz yemek yapmıştı, ben de haftasonu bizi ziyarete gelmiş olan kızkardeşimle masada oturuyordum. Tam zamanlı çalışıyordum ve uyuma vaktim yaklaşmıştı. Evde tek başıma kalmayı, televizyon izleyip bir şeyler okumayı planlamıştım; kızkardeşim ise arkadaşlarıyla partiye gidecekti. Sonra kızkardeşimle zaman geçirebileceğim tek gecemin bu olduğunu fark ettim, yapacak daha iyi bir şey de yoktu, öyleyse neden evimin on dakika ötesindeki aptal partiye gidip saçmasapan, delicesine bir dans tutturup kızkardeşimi utandırmayayım, diye düşündüm. Oraya giderken “Lisans öğrencisi oğlanların diş telleri vardır hâlâ,” diye şakalaşıyordum. Kızkardeşimse bana “Üniversiteli erkeklerin verdiği bir partiye kütüphane çalışanları gibi bej bir hırkayla gidiyorsun,” diye takılıyordu. Kendime “büyük anne” adını takmıştım çünkü orada en büyük kişinin ben olacağımı biliyordum. Salakça suratlar yapıyordum, gardımı indirmiştim ve üniversiteyi bitirdiğimden beri alkol toleransımın epey düştüğünü göz önüne almadan, fazlaca hızlı içiyordum.

Sonrasında hatırladığım ilk şey bir koridorda, sedyede uzandığımdı. Ellerimin üzerinde ve dirseklerimde kurumuş kan ve bandajlar vardı. Belki de düştüm ve kampüste idare ofisindeyim, diye düşündüm. Çok sakindim ve kızkardeşimin nerede olduğunu merak ediyordum. Bir görevli saldırıya uğradığımı açıkladı. Hâlâ sakindim; görevlinin yanlış kişiyle konuştuğundan emindim. Partideki kimseyi tanımıyordum. Nihayet tuvaleti kullanmama müsaade ettiklerinde bana vermiş oldukları hastane pantolonunu aşağıya indirdim, külodumu indirmeye davrandım ve hiçbir şey hissetmedim. Ellerimin tenime dokunma ve hiçbir şeyi avuçlayamama hissi hâlâ hatırımda. Eğilip baktım; hiçbir şey yoktu. Vajinamla diğer herhangi bir şeyin arasındaki tek şey olan o ince kumaş parçası yoktu ve içimdeki her şey susturulmuştu. Bu hissi anlatabilecek sözcükleri bulamıyorum hâlâ. Nefes almaya devam edebilmek için belki de polisler kanıt olsun diye külodumu kesmişlerdir, diye düşündüm.

Sonrasında boynumun arkasını tırmalayan çam iğnelerini hissettim ve onları saçımdan çekip çıkarmaya başladım. Belki de çam iğneleri ağaçtan başımın üzerine düşmüştür, diye düşündüm. Beynim, yüreğimin yıkılmamasına uğraşıyordu. Çünkü yüreğim yardım et bana, diyordu, yardım et bana.

Üzerime dolanmış bir battaniyeyle, arkamda üzerimden dökülen çam iğnelerinden iz bırakmak suretiyle odadan odaya girip çıkıyordum; içinde oturduğum her odada bir yığın çam iğnesi bırakmıştım. “Tecavüz Mağduru” yazan kâğıtları imzalamam istendi ve gerçekten bir şey olduğunu düşündüm. Giysilerime el konmuştu ve çırılçıplak duruyordum; hemşireler ise vücudumdaki çeşitli sıyrıkları cetvelle ölçüyor ve fotoğraflarını çekiyorlardı. Üçümüz saçıma karışmış çam iğnelerini tarayıp çıkarmaya çalışıyorduk; bir kâğıt torbayı altı el doldurup duruyordu. Beni sakinleştirmek için bunlar çiçek böcek dediler, çiçek böcek sadece. Vajinama ve anüsüme bir dolu sürüntü çubuğu sokuldu, iğneler yaptılar, haplar vediler, iki yana açılmış bacaklarımın tam arasına fotoğraf makinesini doğrulttular. Uzun, sivri ve kıvrık uçlu çubuklar sokuldu içime; sıyrık olup olmadığını görmeleri için vajinama soğuk, mavi bir boya sürüldü.

Böyle geçen birkaç saatten sonra duş almama müsaade ettiler. Akan suyun altında vücudumu inceleyedurdum ve karar verdim: artık vücudumu istemiyordum. Ondan inanılmaz korkuyordum, içine neyin girmiş olduğunu, pis olup olmadığını, kimin dokunduğunu bilmiyordum. Vücudumu bir ceket gibi çıkarıp diğer her şeyle birlikte hastanede bırakmak istiyordum.

O sabah bana söylenen tek şey bir çöplüğün arkasında bulunduğum, kuvvetle muhtemel bir yabancının içime girdiği ve sonuçlar hemen çıkmayacağından yeniden HIV testi yaptırmam gerektiğiydi. Ancak şimdilik eve gidip normal hayatıma geri dönmeliydim. Bana kocaman sarıldılar, ben de bana vermiş oldukları yeni eşofmanlarımla hastaneden çıkıp park yerine yöneldim; yeni eşofmanlar diyorum zira sadece kolyemin ve ayakkabılarımın bende kalmasına müsaade etmişlerdi.

Kızkardeşim beni aldı arabayla; yüzü gözyaşlarıyla ıslanmış, ızdıraptan buruşmuştu. İçgüdüsel olarak, anında onun acısını dindirmek istedim. Gülümsedim ona, bana bakmasını söyledim, buradayım işte, iyiyim, her şey yolunda, buradayım. Saçım yıkalı ve temiz, bana tuhafötesi bir şampuan verdiler, sakinleş ve bana bak. Bu komik yeni eşofmanlarıma bak; beden eğitimi öğretmenlerine benziyorum, hadi eve gidelim ve bir şeyler yiyelim. Kızkardeşim bilmiyordu ki eşofmanlarımın ardında, tenimde çizikler ve bandajlar vardı, vajinam acıyordu ve dürtülmelerden dolayı tuhaf, koyu bir renge bürünmüştü, külodum ortada yoktu ve konuşmaya devam etmek için fazla boş hissediyordum. Bilmiyordu ki ben de korkuyordum, ben de mahvolmuştum. O gün eve gittik ve kızkardeşim saatlerce beni kollarında tuttu.

Erkek arkadaşım ne olduğunu bilmiyordu; ancak o gün aradı ve “Dün gece senin için çok endişelendim, korkuttun beni, eve sağ salim gelebildin mi?” dedi. Dehşete kapıldım. O zaman öğrendim ki o gece kendimi kaybettiğim anlardan birinde onu aramış ve anlaşılması güç bir sesli mesaj bırakmıştım; telefonda da konuşmuşuz meğer ancak o kadar fena gevelemişim ki benim için korkmuş, tekrar tekrar gidip kızkardeşimi bulmam gerektiğini söylemiş. Yine bana sordu, “Dün gece n’oldu? Eve sağ salim gelebildin mi,” diye. Evet diye cevap verdim ve telefonu kapayıp ağladım.

Erkek arkadaşıma ve annemle babama aslında bir çöplüğün arkasında tecavüze uğramış olabileceğimi, ancak bunu kimin, ne zaman, nasıl yaptığını bilmediğimi söylemeye hazır değildim. Bunları söylersem yüzlerinde korkunun belirdiğini görecektim ve benim korkum on kat artacaktı, o nedenle tüm bunlar gerçek değilmiş gibi davrandım.

Bunları zihnimden atmaya çalıştım ancak o kadar ağırdı ki konuşmuyor, yemiyor, uyumuyor, kimseyle iletişime geçmiyordum. İşten sonra çığlık atabilmek için tenha bir yere sürüyordum arabayı. Konuşmuyordum, yemiyordum, uyumuyordum, kimseyle iletişime geçmiyordum ve en çok sevdiklerimden bile yalıtmıştım kendimi. Olayın ertesindeki bir hafta boyunca o geceyle ya da bana ne olduğuyla ilgili hiçbir telefon ya da güncelleme mesajı almadım. Bunların kötü bir rüyadan ibaret olmadığını kanıtlayan yegâne sembol, çekmecemde duran hastanede vermiş oldukları eşofman üstüydü.

Bir gün işteydim, telefonumdan haberlere bakıyordum ve bir yazıya rastladım. İlk defa o yazıda nasıl bilincim yitmiş, saçım darmadağın olmuş, uzun kolyem boynuma dolanmış, sütyenim elbisemin dışına çıkmış, elbisem omuzlarımın üzerine, belimden yukarı sıyrılmış halde serilmiş, botlarıma değin çırılçıplak, bacaklarım iki yana ayrılmış bir halde bulunduğumu, içime tanıyamadığım biri tarafından yabancı bir cismin sokulmuş olduğunu okuyup öğrendim. Bana ne olduğunu böyle öğrendim – işyerinde, masamda oturup haberleri okurken. Bana ne olduğunu ben, dünyadaki tüm diğer insanlarla birlikte aynı anda öğrendim. İşte o an çam iğnelerinin ne manaya geldiğini çıkardım; bir ağaçtan düşmemişlerdi. Külodumu çıkarmıştı, parmakları içime girmişti. Bu kişiyi tanımıyordum bile. Hâlâ da tanımıyorum. Kendimle ilgili bunları okuduğumda ‘bu ben olamam’ dedim.

Bu ben olamam. Bu bilgilerin hiçbirini hazmedemiyor, kabul edemiyordum. Ailemin bunu internette okuduğunu tahayyül bile edemiyordum. Okumaya devam ettim. Bir sonraki paragrafta hiçbir zaman affetmeyeceğim bir şey okudum: ona göre ben bundan hoşlanmıştım. Tekrarlıyorum; bu hisleri anlatabilecek sözcükleri bulamıyorum.

Yazının sonunda, bana yapılan cinsel saldırıyla ilgili ince ayrıntıları öğrendikten sonra onun yüzme başarılarının listesi çıktı karşıma. [Kadın] bulunduğunda nefes alıyordu, yanıt vermiyordu, külodu cenin pozisyonuna kıvrılmış çıplak karnının 15 santim ötesinde duruyordu. Bu arada [erkek] çok iyi yüzüyor. Ha, yaptığımız iş yüzmek idiyse eğer, benim skorumu kayda geçin, onunkini değil. Ben iyi yemek pişiririm, bunu da ekleyin başarılarıma; nihayetinde vardığımız nokta, meydana gelmiş tüm bu mide bulandırıcı şeyleri sıfırlamak adına ders dışı başarılarını listelemekti sanırım.

Haberlerin çıktığı günün gecesi annemle babama oturmalarını rica ettim ve onlara saldırıya uğradığımı, üzücü olacağından haberlere bakmamalarını, benim iyi olduğumu, burada ve iyi olduğumu bilmelerini söyledim. Ancak bunların daha tümünü aktaramamışken annem beni tutmak zorunda kaldı zira ayakta duramıyordum artık. İyi değildim.

Olayın meydana geldiği günün ertesi gecesi, o, adımı bilmediğini, teşhis için karşısına çıkarılsam yüzümü çıkaramayacağını, aramızda hiçbir diyaloğun geçmediğini, sadece dans edip öpüştüğümüzü belirtmişti. Dans etmek sevimli bir söz; acaba yaptığımız, parmakları şıklatıp fırıl fırıl dönmekten mi ibaretti, yoksa kalabalık bir odada vücutları birbirini öğütürcesine yapıştırmak anlamına mı geliyordu? Merak ediyorum; öpüşmekten kastı yüzlerin sakar hareketlerle birbirine yaslanması mıydı sadece? Dedektif ona beni yurt odasına götürmeyi planlayıp planlamadığını sorduğunda ‘hayır’ diye cevap vermişti. Dedektif ona kendimizi nasıl çöplüğün arkasında bulduğumuzu sorduğunda bilmiyorum demişti. O partide başka kızları da öptüğünü itiraf etmişti ki onlardan biri de kızkardeşimdi ve oğlanı savuşturmuştu. Birisiyle takılmak istediğini kabul etmişti. Ben sürünün yaralı ceylanıydım; tamamen yalnız ve kırılgan, fiziksel olarak kendimi korumaktan acizdim ve o beni seçmişti. Bazen oraya hiç gitmeseydim tüm bunlar da olmayacaktı, diye düşünürüm. Ancak sonrasında fark ettim ki olacaktı; bir başkasına olacaktı bunlar. Sarhoş kızlara ve partilere dört yıllık erişim alanına girmek üzereydin ve bu ayağınla başlamış biri olarak yarışa devam etmemen isabet olmuştu.

Olayın ertesi gecesi hoşlandığımı düşündüğünü söylemişti zira sırtını sıvazlamışım. Bir sırt sıvazlama. Rıza gösterdiğimi söylediğime, konuştuğumuza dair hiçbir söz yok; bir sırt sıvazlama, o kadar.

Bir kez daha, haberlerde [popomun] ve vajinamın tamamen görülür halde açıkta olduğunu, göğüslerimin avuçlandığını, içime çam iğneleri ve çerçöple birlikte parmakların girdiğini, bir çöplüğün arkasında çıplak tenimin ve başımın yere sürtündüğünü ve tüm bu sırada ereksiyon halindeki bir üniversite birinci sınıf öğrencisinin yarıçıplak, bilinçsiz vücudumun üzerinden geçtiğini öğrendim. Ancak hatırlamıyorum; öyleyse nasıl hoşlanmadığımı kanıtlayabilirim ki.

Olayın davalık olması imkânsız diye düşündüm; tanıklar vardı, vücudumda kir vardı, saldırgan kaçmış ama yakalanmıştı. Anlaşmazlığı çözme yoluna gidecek, resmi olarak benden özür dileyecekti ve ikimiz de yolumuza devam edecektik. Bunun yerine bana karşı kullanmak için özel yaşamımla ilgili ayrıntılar bulmak üzere güçlü bir avukat, uzman tanıklar ve özel inceleyiciler tuttuğu söylendi bana; söz konusu cinsel saldırının aslında bir yanlış anlaşılma olduğunu göstermek üzere, benim ve kızkardeşimin hikâyelerini yanlış çıkarmak için açıklar bulacaklardı. Saldırgan, sadece kafasının biraz karışmış olduğu yönünde tüm dünyayı ikna etmek için elinden geleni ardına koymayacaktı.

Bana yalnızca saldırıya uğradığım söylenmedi; hatırlayamadığımdan dolayı bunun istenmeyen bir şey olduğunu teknik olarak kanıtlayamayacağım da söylendi. Ve bu beni çarptı, bana zarar verdi, beni neredeyse kırdı. Saldırıya ve neredeyse tecavüze uğradığımın, bunun tamamen ortalıkta bir yerde gerçekleştiğinin, ancak bunun henüz bir saldırı sayılıp sayılmayacağını bilemeyeceğimizin söylenmesi, olabilecek en üzücü kafa karışıklığıydı. Durumla ilgili yanlış bir şeyler olduğunu açıklığa kavuşturmak için tüm bir yıl savaşmam gerekti.

Davayı kazanmamamız ihtimaline karşı hazırlıklı olmam gerektiği söylendiğinde buna hazırlıklı olamam, dedim. Uyandığım andan itibaren suçluydu o. Kimse onun bana verdiği zarar konusunda konuşmaktan caydıramazdı beni. En kötüsü de onun benim olayı hatırlamadığımı bilmesinden dolayı senaryoyu yazmada kalemi elinde bulunduracağı yönünde uyarılmamdı. İstediği her şeyi söyleyebilirdi ve kimse buna itiraz edemezdi. Gücüm yoktu, sesim yoktu, savunmasızdım. Hafıza kaybım bana karşı kullanılacaktı. İfadem zayıftı, eksikti ve belki de bunu kazanmaya yetmeyeceğime inandırılıyordum. Bu çok zarar verici bir şeydi. Avukatı sürekli inanabileceğimiz tek kişinin Brock olduğu, zira [kadının] hatırlamadığı yönünde jüriye hatırlatmalar yapıp duruyordu. Bu çaresizlik travma yaratıyordu.

İyileşmeye zaman ayırmak yerine, avukatın saldırgan, agresif, beni konudan saptırmaya yönelik, kendimle ve kızkardeşimle çeliştirmeye yönelik, cevaplarımı manipüle etmek üzere kurgulanmış sorularına karşı hazırlanmak adına, o geceyi dayanılmaz derecede acı verici ayrıntılarıyla hatırlamaya ayırıyordum zamanımı. Avukatı “Hiç sıyrık fark ettiniz mi?” diye sormak yerine “Hiç sıyrık fark etmediniz, değil mi?” diye soruyordu. Bu bir strateji oyunuydu ve sanki ben kendi değerimi inkâr noktasına gelebilirdim. Cinsel saldırı olduğu apaçık ortadaydı, ancak bunun yerine ben mahkemedeydim ve şu tür sorulara cevap veriyordum:

Kaç yaşındasınız? Kilonuz kaç? O gün ne yediniz? Akşam ne yemiştiniz? Yemeği kim yaptı? Yemekle birlikte içtiniz mi? Su bile mi içmediniz? Ne zaman içtiniz? Ne kadar içtiniz? Hangi bardaktan ya da şişeden içtiniz? İçkiyi size kim verdi? Normalde ne kadar içersiniz? Sizi partiye kim bıraktı? Saat kaçta bıraktı? İyi de tam olarak nerede bıraktı? Ne giymiştiniz? Bu partiye neden gidiyordunuz? Oraya gittiğinizde ne yapacaktınız? Söylediğinizi yaptığınızdan emin misiniz? Peki saat kaçta yaptınız? Bu mesaj ne anlama geliyor? Kime mesaj atıyordunuz? Ne zaman çiş yaptınız? Nerede çiş yaptınız? Dışarıda kimle birlikte çiş yaptınız? Kızkardeşiniz sizi aradığında telefonunuz sessizde miydi? Sessize aldığınızı hatırlıyor musunuz? Sahi mi çünkü 53. sayfada çalacak şekilde ayarladığınızı belirttiğinizi hatırlatmak isterim. Üniversitedeyken içer miydiniz? Parti delisi olduğunuzu mu söylemiştiniz? Kaç defa kendinizden geçtiniz? Erkek öğrenci evlerinde düzenlenen partilere hiç gittiniz mi? Erkek arkadaşınızla ciddi mi düşünüyorsunuz? Onunla cinsel olarak aktif misiniz? Ne zaman çıkmaya başladınız? Hiç aldattınız mı? İlişkilerinizde aldattığınız oldu mu? Onu ödüllendirmek istedim derken ne demek istediniz? Saat kaçta uyandığınızı hatırlıyor musunuz? Hırkanız üzerinizde miydi? Hırkanız ne renkti? O gece olanlardan hatırınızda kalan başka bir şey var mı? Yok mu? Tamam, öyleyse müsaade edelim Brock boşlukları doldursun.

İsmimi sormaya dahi tenezzül etmemiş, beni gördükten sadece birkaç dakika sonra soymuş bu adam için bahane bulmaya çalışmak adına, önemsiz ayrıntıları biriktirmeye yönelik, özel hayatımı, aşk hayatımı, aile hayatımı ameliyat masasına yatıran daralmış, keskin uçlu, anlamsız sorularla yumruklandım. Fiziksel bir saldırının ertesinde bana saldırmak üzere tasarlanmış soruların saldırısına uğramıştım bir de: bakın, söyledikleri birbirine tutmuyor, aklı uçmuş, zaten alkolik, muhtemelen takılmak istemiş, [erkek] sporcu ya zaten, ikisi de sarhoşmuş, her neyse, [kadının] hatırladığı hastane anıları olaydan sonra olan şeyler, neden onları hesaba katalım ki, Brock’un kaybedecek çok şeyi var o nedenle şu an oldukça zor anlar yaşıyor.

Ve sonra ifade verme sırası ona geldi. İşte o anda tekrar mağdur edildim. Size hatırlatmak isterim; olayın ertesi gecesi beni yurt odasına götürmeyi hiçbir şekilde planlamadığını söylemişti. Neden bir çöplüğün arkasında bulunduğumuzu bilmediğini söylemişti. Gitmek için ayağa kalkmıştı çünkü bir anda kovalanıp saldırıya uğradığından dolayı iyi hissetmiyordu. Ve sonra benim olayları hatırlamadığımı öğrendi.

Ve bir yıl sonra, önceden tahmin edilebileceği üzere yeni bir muhabbet çıktı ortaya. Brock’un tuhaf bir yeni hikâyesi vardı şimdi; tüm o öpüşmelerle, dans etmelerle, el tutuşmalarla ve sevgi yumağı modunda yere yuvarlanmalarla dolu, kötü yazılmış bir gençlik romanı gibi geliyordu kulağa adeta ve en önemlisi de bu yeni hikâyede rıza belirivermişti. Olaydan bir yıl sonra hatırlayıvermişti: tamam ya, bu arada [kadın] aslında evet demişti, her şeye olur demişti.

Bana dans etmek isteyip istemediğimi sorduğunu söyledi. Belli ki evet demişim. Yurt odasına gitmek isteyip istemediğimi sormuş, ben de evet demişim. Sonra parmaklayabilir miyim diye sormuş bana, ben de evet demişim. Çoğu erkek “Seni parmaklayabilir miyim?” diye sormaz. Çoğunlukla olaylar doğal seyrinde ilerler, karşılıklı anlaşma dahilinde meydana gelir, soru-cevap şeklinde değil. Ancak belli ki ona tam izin vermişim. Temize çıktı yani şimdi.

Bu hikâyede bile neredeyse hiç diyalog yok, o beni yarıçıplak yere yatırana dek toplamda üç sözcük çıkmış ağzımdan. Hayatımda hiç üç sözcük söylememin ertesinde girilmedi içime. O gece benim ağzımdan bir tam cümle çıktığını duyduğu iddiasında bulunmadı; dolayısıyla haberlerde bizim “tanıştığımızdan” bahsediliyor ama ben emin değilim tanıştığımızı söyleyecek kadar ileri gidebileceğimden. Gelecek için referans olsun; bir kızın rıza gösterebileceği noktasında kafan karıştıysa kızın bir tam cümleyi söze döküp dökemediğine bir bak. Bunu bile yapamadın sen. Sadece tek bir dizi tutarlı sözcük söyleyebiliyor mu. Söyleyemiyorsa eğer demek ki rıza göstermiyor. Belki falan değil; göstermiyor. Kafa karışıklığı derken? Bu bir sağduyu meselesi, insan onuru meselesi.

Ona göre bizim yerde olmamızın tek sebebi benim düşmemmiş. Şunu kafana not et: bir kız yere düştüğünde onun kalkmasına yardımcı ol. Eğer yürüyemeyecek kadar bile içmişse ve düşüyorsa onun üstüne abanma, geçme üzerinden, iç çamaşırını çıkarma, vajinasına elini sokma. Bir kız yere düştüğünde kalkmasına yardım et. Elbisesinin üzerine hırka giymişse göğüslerine dokunayım diye çıkarma onu. Belki üşümüştür ve bu yüzden giymiştir hırkayı. Eğer sen ağırlığını kızın içine itelerken kızın çıplak [poposu] ve bacakları çam kozalaklarına ve iğnelerine sürtünüyorsa kalk onun üzerinden.

Hikâyenin sonrasında iki kişi sana yaklaştı. Sen kaçtın çünkü korktuğunu söyledin. Bana göre sen yakalanacağından korkmuştun; iki dehşet verici İsveçli yükseklisans öğrencisinden korkmamıştın yani. Durup dururken saldırıya uğradığını düşünmen gülünçtü. Hele ki sana yapılan saldırının benim bilincini yitirmiş vücudum üzerinde bulunan senle hiç alâkası olmadığını düşünmen. Suçüstü yakalandın sen, hiçbir açıklamaya mahal vermeksizin yakalandın. Seni tuttuklarında neden demedin “Durun! Her şey yolunda, kıza sorun, orada duruyor işte, size anlatacaktır,” diye? Yani benim rızamı alıvermiştin, öyle mi? Uyanıktım, öyle mi? Polisler oraya gelip seni tutan şeytan İsveçliyle görüştüklerinde İsveçli o kadar çok ağlıyordu ki tanık olduğu şeylerden dolayı konuşamıyordu bile. Ha, bir de o iki adamın tehlikeli olduklarını gerçekten düşündüysen, kaçıp kendini kurtarmak için yarıçıplak bir kızı terk etmiş bulundun. Olayı nasıl bir çerçeveye oturtmaya çalışırsan çalış; anlamlı olmuyor.

Avukatın defalarca belirtti [kadının] ne zaman bilincini yitirdiğini tam olarak bilemiyoruz, diye. Ve sen haklısın; belki de hâlâ gözlerimi kırpıştırıyordum ve henüz tamamen elden ayaktan kesilmemiştim, olabilir. Onun suçu, onun benim tam olarak hangi saniyede bilincimi yitirdiğimin bilmesine bağlı değildi; mesele kesinlikle bu değildi. Kendimi yerde bulmadan çok daha önce bile lafları geveliyordum ve rıza göstermek için fazla sarhoştum. Her şeyden önce bana hiç dokunulmamalıydı bile. Brock, “Yanıt vermediği hiçbir anı görmedim. Yanıt vermediğini bir an bile düşünsem hemen dururdum,” demişti. Mesele şu: ancak gerçek anlamda yanıt veremeyecek halde olduğumda durmayı planlıyorduysan hâlâ anlamıyorsun demektir. Benim bilincim yitikken bile durmadın ki sen! Seni biri durdurdu. Bisikletli iki adam karanlıkta benim hareket etmediğimi fark ettiler ve seni tutmak durumunda kaldılar. Sen benim üzerimdeyken bunu nasıl fark edemedin peki?

Dururdum ve yardım alırdım, dedin. Bunu diyorsun ama ben, senin bana nasıl yardım edeceğini, bana bu durumdan nasıl çıkacağım konusunda adım adım yardımda bulunacağını bana açıklamanı istiyorum. O şeytan İsveçliler beni bulmasalardı gece nasıl sonlanırdı, bilmek istiyorum. Soruyorum sana: iç çamaşırımı botlarımın üzerinden geri yerleştirir miydin? Boynuma dolanmış kolyeyi çözer miydin? Bacaklarımı kapatır, üzerimi örter miydin? Sütyenimi elbisemin içine geri sokuşturur muydun? Saçlarımdan çam iğnelerini çıkartmada bana yardımcı olur muydun? Boynumdaki ve sırtımdaki sıyrıklar acıtıyor mu, diye sorar mıydın bana? Sonra bir arkadaşı bulup “Onu sıcak ve yumuşak bir yere taşıyabilir miyiz,” diye sorar mıydın? O iki İsveçli hiç gelmemiş olsalardı olayın seyri nasıl olurdu, diye düşündüğüm zaman uyuyamıyorum. Bana ne olurdu o zaman? İşte buna vereceğin iyi bir cevabın hiçbir zaman olmayacak; bir yıldan sonra bile açıklayamadığın şey bu işte.

Kitaba elini basıp hepimizi evet benim istediğim, evet benim izin verdiğim ve senin bilmediğin sebeplerden ötürü iki adamın saldırısına uğramış gerçek mağdur olduğun konusunda bilgilendirmen mide bulandırıcı, hastalıklı, bencilce ve aptalca. Bunu yapman, senin beni itibarsızlaştırmak ve ifademi geçersiz kılmak için her şeyi yapabileceğin, beni incitmenin makul bir şey olduğunu açıklayabileceğin konusunda istekli olduğunu gösteriyor. Benim zarar görmem pahasına hiç yılmadan kendini, kendi itibarını kurtarmaya çalıştın.

Ailem, başımın çam iğneleriyle dolu halde bir sedyeye kemerle bağlı olduğu, gözlerim kapalı halde vücudumun kir içerisinde olduğu, elbisemin yukarı sıyrılmış, eklemlerimin karanlıkta uyuşmuş halde olduğu fotoğraflar görmek durumunda kaldı. Ve bundan sonra bile ailem senin avukatının şu sözlerini dinlemek zorunda kaldı: fotoğraflar olaydan sonra çekildi, o nedenle onları dikkate almasak da olur. Evet, ona bakan hemşire, içinde kızarıklıklar ve sıyrıklar olduğunu onayladı ama birisini parmakladığında bu olur zaten ve Brock zaten itiraf etti bunu. Avukatını, kızkardeşimi bana karşı kullanırken dinlemek zorunda kaldı ailem. Hakkımda baştan çıkarıcı bir parti delisi olduğuma dair, sanki bir şekilde bu olayların başıma gelmesi zaten kaçınılmazmış türünden bir portre çizme çabasını. Salak olduğumdan ve konuşma tarzımın komik olmasından dolayı telefonda sesimin sanki sarhoşmuşum gibi duyulduğunu. Sesli mesajımda erkek arkadaşımı ödüllendirdiğimi söylediğimi ve bundan ne kastettiğimi hepimizin bildiğini. Sizi temin ederim ki benim ödüllendirme programım başkasına devredilemez; hele ki bana yaklaşan isimsiz bir adama hiç devredilemez.

Buradaki mesele, tüm bunların, mahkeme süreci boyunca ailemin ve benim katlanmak durumunda kaldığımız şeyler olduğudur. Brock geceyi şekillendirirken sessizce oturup sineye çektiğim şeyler tüm bunlar. Acı çekiyor olmak yeter. Birinin insafsızca bu acıların ağırlığını ve geçerliliğini söndürmeye çalışması ise başka bir şey. Ancak nihayetinde Brock’un desteksiz beyanları ve avukatının çarpık mantığı kimseyi aptal yerine koyamadı. Hakikat kazandı; hakikat kendi adına konuştu.

Sen suçlusun. 12 kişilik jürinin tamamı en ufak şüphe götürmeksizin seni üç ağır cürümden dolayı suçlu buldu; bu da her cürüm başına 12 kişi demek, yani suçu tasdik eden 36 evet demek, yüzde yüz, oybirliğiyle suç demek. Ve sonunda bitti diye düşündüm; sonunda yaptığı şeyi üstlenecek, benden özür dileyecek, ikimiz de yolumuza devam edip iyileşeceğiz dedim. Sonra senin ifadeni okudum.

Organlarımdan birinin şiddetle içeri doğru patlayacağını ve öleceğimi umuyorsan eğer merak etme, neredeyse o noktaya geldim. Hedefine çok yakınsın. Saldırı bir kaza değildir. Bu, yanlış kararların verildiği bir başka “sarhoş üniversiteliler birlikte olmaya kalktı” hikâyesi değil. Bir şekilde hâlâ bunu anlayamıyorsun. Bir şekilde hâlâ kafan karışık görünüyorsun.

Şimdi davalının ifadesinden kısımlar okumak ve bunlara cevap vermek fırsatından yararlanacağım.

“Sarhoş olduğumdan dolayı en doğru kararları alamadım, o da alamadı,” demişsin.

Alkol bir bahane değil. Peki bir faktör mü? Evet. Ama beni soyan, parmaklayan, başımı yere sürten, neredeyse tamamen çıplak kalmama neden olan alkol değildi. Çok içmek benim de kabullendiğim amatörce bir hataydı ama suç teşkil etmiyordu. Bu odada bulunan herkesin keşke bu kadar fazla içmeseydim şeklinde pişman oldukları bir gece olmuştur ya da bir gece içkinin dozunu kaçırıp bu şekilde pişman olduğunu bildikleri bir yakınları vardır. İçmekten pişman olmak, cinsel saldırıda bulunmaktan pişman olmakla aynı şey değildir. İkimiz de sarhoştuk; fark şu ki ben senin pantolonunu ve iç çamaşırını çıkarmadım, sana uygunsuz bir şekilde dokunmadım ve kaçmadım. Fark bu.

“Onu tanımak isteseydim odama gitmeyi teklif etmez, telefon numarasını sorardım,” demişsin.

Telefon numaramı sormadın diye sana karşı fena halde sinirli değilim. Beni tanısaydın bile bu durumda olmak istemezdim. Benim erkek arkadaşım beni tanıyor ancak bir çöplüğün arkasında beni parmaklamak istediğini belirtseydi ona tokat atardım. Hiçbir kız bu durumda olmak istemez. Hiç kimse. Bu kişilerin telefon numaralarını bilip bilmediğin umrumda değil.

“Etrafımdaki herkesin yaptığı şeyi benim de yapmamın, yani içmenin sorun yaratmayacağını düşündüm aptalca. Hatalıydım,” demişsin.

Tekrarlıyorum; içmekten dolayı hatalı değildin. Senin etrafındaki herkes bana cinsel saldırıda bulunmuyordu. Sen hiç kimsenin yapmadığı şeyi yaptığın, yani partiye gidenlerden hiçbirinin beni artık görüp koruyamayacağı, kendi kızkardeşimin de beni bulamayacağı karanlık bir yere gizlenmiş haldeki çıplak, savunmasız vücuduma karşı pantolonunun ardındaki sertleşmiş [penisini] ittirdiğin için hatalıydın. Tarçınlı viski yudumlamak değil senin suçun. Vücuduma parmağını sokmak için külodumu çıkarıp bir şeker pakediymişçesine atmandı hatalı olduğun nokta. Niye hâlâ bunları açıklıyorum ki.

“Duruşma sırasında onu mağdur etmeyi hiç istemedim. Olayı bu hale getiren avukatım ve onun davaya yaklaşma yoluydu,” demişsin.

Avukatın senin günah keçin değil; seni temsil ediyor o. Avukatın inanması güç, çileden çıkarıcı, aşağılayıcı birtakım şeyler söyledi mi? Kesinlikle. Soğuk olduğu için sertleştiğini söyledi. Buna söyleyecek söz bulamıyorum.

“Üniversite kampüsünde içme kültürüne ve beraberinde gelen cinsel rahatlığa karşı ses çıkarmak” üzere deneyimini paylaşacağın, lise ve üniversite öğrencilerine yönelik bir program hazırlama aşamasında olduğunu söylemişsin.

Kampüsteki içme kültürüne karşı ses çıkarmak – buna karşı mı ses çıkarıyoruz yani? Benim geçen tüm bir yılı buna karşı mı mücadele ederek geçirdiğimi sanıyorsun? Kampüste cinsel saldırıya veya tecavüze karşı ya da rızayı tanımayı öğrenmek adına farkındalık değil de kampüsteki içme kültürü senin meselen. Kahrolsun Jack Daniels. Kahrolsun Skyy Vodka. Lise öğrencilerine içmekle ilgili konuşma yapmak istiyorsan git bir Adsız Alkolikler toplantısına katıl. İçme sorunundan muzdarip olmak, içip biriyle zorla seks yapmaya çalışmaktan farklı bir şey; farkı görebiliyorsun, değil mi? Kadınlara nasıl saygı duyulacağını göster erkeklere; nasıl daha az içeceklerini değil.

İçme kültürü ve beraberinde gelen cinsel rahatlık. Bir yan etkiymişçesine beraberinde gelen – tıpkı sipariş ettiğin hamburgerin yanındaki kızarmış patatesler gibi. Rahatlık da nerden dahil oluverdi oyuna? Şöyle bir başlık okumuyorum ben: Brock Turner, içkinin dozunu kaçırmaktan ve beraberinde gelen cinsel rahatlıktan suçlu bulundu. Kampüste [Cinsel] Saldırı. Al bu da powerpoint sunumunun ilk slaytı olsun.

Yeterince açıklama yaptım. Artık omzunu silkip kafan karışmış halde kalmayı sürdüremezsin. Uyarı işaretlerini görmemişsin gibi davranamazsın. Neden kaçtığını bilmezlikten gelemezsin. Kötü niyetle bana tecavüz etmekten dolayı hüküm giymiş bulunuyorsun ve anca alkol tüketmiş olduğunu kabul ediyorsun. Alkol seni kötü şeyler yapmaya sevk etti diye hayatının nasıl üzücü bir şekilde altüst olduğundan dem vurmaya kalkma. Kendi davranışlarının sorumluluğunu nasıl alabileceğini öğrenmeye çalış.

Son olarak “İnsanlara bir gecelik içki içmenin bir hayatı nasıl mahvedebileceğini göstermek istiyorum,” demişsin.

Bir hayatı mahvetmek, tek bir hayatı, seninkini mahvetmek – benimkini unutmuşsun. Senin için tekrar dile getireyim öyleyse: “İnsanlara bir gecelik içki içmenin iki hayatı nasıl mahvedebileceğini göstermek istiyorum.” Seni ve beni. Sen sebepsin, ben de sonucum. Beni bu cehennemin içinden beraberinde sürükledin, o geceye tekrar tekrar batırıp çıkardın beni. İkimizin de kulesini yıktın; ben de seninle aynı anda yıkıldım. Sendeki hasar somuttu; aldığın unvanlardan, derecelerden, okula kaydından oldun. Bendeki hasar ise içteydi, görünmüyordu; onu yanımda taşıyorum. Beni değerimden, özelimden, enerjimden, zamanımdan, güvenliğimden, mahremiyetimden, özgüvenimden, kendi sesimden ettin; ta ki bugüne dek.

Görüyor musun, ikimizin ortak bir noktası var ise o da sabahları kalkamıyor olmamızdı. Ben acı çekmenin yabancısı değilim. Sen beni mağdur ettin. Haberlerde ismim “alkolden baygın haldeki kadın” diye geçiyordu; on hececikten ibaretti, o kadar. Bir süreliğine kendimin tamamen bundan ibaret olduğuna inandım. Gerçek ismimin, kimliğimin ne olduğunu yeniden öğrenmek için kendimi zorlamam gerekti. Kendimin tamamen bundan ibaret olmadığını yeniden öğrenmeliydim. Sen en iyi üniversitelerden birinde okuyan, ülkenin medarı iftiharı bir yüzücüyken, suçlu bulunana dek masumken ve kaybedecek çok şeyin varken ben, bir erkek öğrenci evinde düzenlenen bir partiden kalan, bir çöplüğün arkasında bulunan sarhoş bir kurbandan ibaret olmadığımı yeniden öğrenmeliydim. Herhangi bir şeye değer olup olmadığımı anlamanın bir yılını aldığı, geri döndürülemez şekilde incinmiş bir insanım ben.

Bağımsızlığım, doğal sevincim, nazikliğim ve keyfini sürdüğüm, oturmuş haldeki yaşam tarzım tanınmaz ölçüde çarpıldı. İçime kapanık, öfkeli, kendini değersiz gören, yorgun, kolay rahatsız olan, içi boş biri haline geldim. Yalnızlık zaman zaman katlanılmaz oluyordu. Bana o geceden önceki yaşamımı da geri veremezsin. Sen parçalanmış itibarın için endişelenirken ben her gece buzdolabına kaşıklar koyuyordum ki sabah kalktığımda ve gözlerim ağlamaktan şişmiş olduğunda soğumuş kaşıkları gözüme tutayım da şişlik geçsin, gözlerim görebilsin diye. Her sabah işe bir saat geç varıyordum, merdiven boşluğunda ağlayabilmek için izin istiyordum; o binada kimsenin sesini duyamayacağı en iyi yerleri tek tek söyleyebilirim sana. Acı o kadar dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı ki patronuma işi bırakacağımı söylemek zorunda kalmıştım; günden güne devam etmek imkânsız olduğundan biraz zamana ihtiyacım vardı. Biriktirdiğim paraları olabileceğim en uzak yerlere gitmek için harcadım.

Geceleri beş yaşındaki bir çocuk gibi yanan bir ışık olmadığında yalnız uyuyamıyorum çünkü bana dokunulduğu kâbuslar görüyorum ve uyanamadığım oluyor; uyumak için yeterince güvenli hissetmek için güneşin doğuşunu beklediğim de oldu. Üç ay boyunca sabah saat altıda yatağa girdim.

Eskiden bağımsızlığımla övünürdüm; şimdiyse akşamları yürüyüşe çıkmaktan, normalde kendimi rahat hissedeceğim içkili arkadaş buluşmalarına katılmaktan korkuyorum. Sürekli birinin yanında olma ihtiyacını duyan, erkek arkadaşının yanında durmasını, yanında uyumasını, korumasını isteyen bir küçük kabuklu deniz canlısından farkım kalmadı. Kendimi bu denli güçsüz hissedişim, hayatın içinde bu denli çekinerek ilerliyor oluşum, sürekli gardımı almış halde, kendimi savunmaya hazır, öfkelenmeye hazır halde oluşum – tüm bunlar utanç verici.

Kendimin hâlâ zayıf haldeki parçalarını yeniden inşa etmek için ne kadar çok çalıştığım konusunda en ufak fikrin yok. Ne olduğu hakkında konuşabilmem bile sekiz ayımı aldı. Artık arkadaşlarımla, çevremdeki kimseyle iletişim kuramıyordum. Ne zaman konuyu açsalar erkek arkadaşıma, kendi aileme bağırıp çağırıyordum. Bana olanları unutmama bir türlü müsaade etmedin. Duruşmanın, mahkemenin sonunda yorgunluktan konuşamıyordum. Tükenmiş oluyordum, sessizleşiyordum. Eve gidip telefonumu kapatıyor ve günlerce konuşmuyordum. Kendi başıma yaşadığım bir gezegene bilet aldın sen bana. Ne zaman yeni bir haber yazısı çıksa, yaşadığım yerdeki herkes gerçeği öğrenecek ve beni saldırıya uğramış kız olarak bilecekler diye paranoya yaparak yaşıyordum. Kimsenin bana acımasını istemiyordum ve mağdurluğu kimliğimin bir parçası olarak kabul etmede hâlâ öğrenme aşamasındayım. Yaşadığım yeri, evimi yaşanması güç bir yer haline getirdin benim için.

Bir gün ambülans ve terapi masraflarımı geri ödeyebilirsin. Ancak bana uykusuz gecelerimi geri veremezsin. Bir film izlediğimde ve filmde bir kadına zarar verildiğinde kontrolü kaybedip hıçkırarak ağlamaya başlayıvermem, daha hafif bir deyişle bu deneyim, diğer mağdurlara karşı empati hissimi güçlendirdi. Stresten kilo kaybettim; insanlar buna değindiklerinde onlara son zamanlarda çok koştuğumu söylüyordum. Bana dokunulmasını istemediğim zamanlar oluyor. Kırılgan olmadığımı, güçlü olduğumu, sağlıklı olduğumu, öfkeden kudurmuş ve zayıf olmadığımı yeniden öğrenmem gerekiyor.

Bunu söylemek istiyorum. Bana dayatmış olduğun tüm bu ağlamaları, bu acı duymaları kaldırabilirim. Ama kızkardeşimin acı çektiğini gördüğümde, kızkardeşim okula doğrudürüst devam etmediğinde, sevinmekten mahrum kaldığında, uyumadığında, telefonda neredeyse nefesten kesilecek kadar çok ağladığında ve bana sürekli olarak beni tek başına bıraktığı için özür dilediğinde, özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim deyip durduğunda, kendini senden daha suçlu hissettiğinde seni affetmem. O gece onu aramış ve bulmaya çalışmıştım ama önce sen beni buldun. Avukatının son beyanı şu sözle başlıyordu: “Kızkardeşim iyi olduğunu söyledi ve kim onu ablasından daha iyi tanıyabilir.” Kendi kızkardeşimi bana karşı kullanmaya çalıştın. Saldırı noktaların o kadar zayıf, o kadar düşüktü ki resmen utanç vericiydi. Kızkardeşime dokunamazsın.

Kurtulduğumu, yara almadan işin içinden çıktığımı düşünüyorsan, sen en büyük darbeyi almış haldeyken ben bir mutlu sona direksiyonu kırdım zannediyorsan yanılıyorsun. Kimse kazanmıyor. Hepimiz mahvolduk, tüm bu acı çekmelerden hepimiz bir anlam çıkarmaya çalışıyoruz.

Bunu bana hiç yapmamalıydın. İkincisi, sana bunları anlatabilmem için beni bu kadar uzun süre mücadele ettirmemeliydin, bunu bana hiç yapmamalıydın. Ancak buradayız. Hasar verildi bir kere; kimse tersine döndüremez. Ve şimdi ikimizin de önünde bir seçim var. Bunun bizi yok etmesine izin verebiliriz; ben öfkeli ve yaralı kalabilirim, sen ise inkâra devam edebilirsin veya durumla doğru düzgün yüzleşebiliriz, ben acıyı kabul ederim, sen ise cezayı kabul edersin ve yolumuza devam ederiz.

Yaşamın sona ermedi, önünde hikâyeni yeniden yazabileceğin onlarca yıl var. Dünya kocaman bir yer, Palo Alto’dan ve Stanford’dan kat kat büyük bir yer ve sen, faydalı ve mutlu olabileceğin bir alan açacaksın kendine burada. Şu anda ismin kirlenmiş halde, dolayısıyla kendine yeni bir isim yapman yönünde sana hodri meydan diyorum; dünya için öyle iyi bir şey yap ki herkesin aklını başından al. Bir beyne, sese ve kalbe sahipsin. Bunları akıllıca kullan. Ailenden sana karşı sınırsız sevgiye sahipsin. Bu bile tek başına seni her şeyin içinden çekip çıkarabilir. Benimki, tüm bu süreç içerisinde beni yukarılara taşıdı. Seninki de taşıyacak ve yoluna devam edeceksin.

Bir gün tüm bunları daha iyi anlayabileceğine inanıyorum. Bu hikâyeyi benzer bir hikâyenin bir daha yaşanmasının önüne geçecek şekilde kullanabileni, daha iyi, daha dürüst bir kişi olacağını umuyorum. İyileşme, yaşamını yeniden inşa etme yolundaki çabalarını tamamen destekliyorum çünkü ancak bu şekilde başkalarına yardım etmeye başlayabilirsin.

Hakkında verilen hükme geleyim. Şartlı tahliye memurunun raporunu okuduğumda inanamadım; sonrasında derin bir mutsuzluğa bürünecek bir öfke yedi içimi. İfadelerim çarpıtmalarla zayıflatılmış ve bağlamından koparılmıştı. Mahkeme süreci boyunca çok mücadele ettim ve şu anki durumumu ve dileklerimi on beş dakikalık bir karşılıklı konuşma içerisinde değerlendirmeye çalışan -ki konuşmanın çoğu yasal sistemle ilgili sorularıma cevaplarla geçmişti- bir şartlı tahliye memurunun minimuma indirdiği sonucu kabul edemiyorum. Bağlam da önemli burada. Brock’un da ifade vermesi gerekiyordu daha ve ben onun yorumlarını okumamıştım.

Yaşamım öfke, ızdırap ve belirsizlikle dolu bir bir yıldan fazla süredir askıya alınmış durumdaydı ve benimle benzer özelliklere sahip bir jüri, katlanmış olduğum adaletsizlikleri geçerli kılan bir hükme vardı. Eğer Brock öncesinde suçunu kabul etmiş, pişman olmuş ve bir uzlaşmaya varma yoluna gitmiş olsaydı, onun samimiyetine riayet ederek, hayatlarımızda ileriye bakma fırsatı yakalamaktan dolayı minnettar olarak hakkında daha hafif bir ceza düşünmüş olurdum. Ancak bunun yerine o, mahkemeye gitme riskini aldı, yaralara bir de hakareti ekledi ve kamuoyunda kişisel yaşamıma ve cinsel saldırıya dair ayrıntılar bir bir masaya yatırılırken aynı acıyı tekrar yaşamak zorunda bıraktı beni. Beni ve ailemi açıklanması imkânsız, gereksiz bir acı çekmeyle dolu bir yılın içine itiverdi ve dolayısıyla kendi suçunu sanki suç değilmişçesine göstermeye çalışmanın, benim yaşadığım acıyı sorguya çekmenin ve bizi adalet için bu denli uzun bekletmiş olmanın sonuçlarına katlanması gerekiyor.

Şartlı tahliye memuruna Brock’un hapislerde çürümesini istemediğimi söyledim. Demir parmaklıklar ardında olmayı hak etmediğini söylemedim. Şartlı tahliye memurunun şehir hapishanesinde bir yıl veya daha az süre yönündeki tavsiyesi ise yumuşak bir zaman aşımından, Brock’un saldırılarının ciddiyetiyle ve katlanmak zorunda bırakıldığım acının sonuçlarıyla dalga geçmekten başka bir şey değil. Memura ayrıca gerçekten istediğim şeyin Brock’un kendi hatasını anlaması ve kabul etmesi olduğunu da söyledim.

Ancak ne yazık ki davalının ifadesini okuduktan sonra fena halde hayalkırıklığına uğradım ve davalının yaptıklarından dolayı samimi bir pişmanlık veya sorumluluk sergilemede başarısız olduğunu düşünüyorum. Onun mahkemeye gitme hakkını kullanmasına sonsuz saygı duymuştum, ancak 12 jüri üyesinin kendisini üç cürümden oybirliğiyle suçlu bulmasından sonra bile kabul etmiş olduğu tek şey alkol almış olmak. Yaptıklarının tümünün sorumluluğunu üstlenmeyi başaramayan bir kimse, hafifletilmiş bir cezayı hak etmez. Brock’un tecavüzü “rahatlık”la seyreltmeye çalışması oldukça rahatsız edici. Tanım gereği tecavüz rahatlığın yokluğudur; tecavüz rızanın yokluğudur ve Brock’un bunun ayrımına varamaması beni derinden kaygılandırıyor.

Şartlı tahliye memuru, davalının gençlik dolu olduğunu ve daha öncesinde hüküm giymemiş olduğunu göz önünde bulundurdu. Kanımca Brock, yaptığı şeyin yanlış olduğunu bilecek yaşta. Bu ülkede on sekiz yaşına bastığınızda savaşa gidebiliyorsunuz. On dokuz olduğunuzda birine tecavüz etmenin bedelini ödeyecek yaşta oluyorsunuz. Brock genç ama neyin daha iyi olduğunu bilecek kadar da yaşı ileri.

Bu bir ilk ihlal olduğundan ötürü müsamaha gösterilmesini anlayabiliyorum. Öte yandan toplum olarak herkesin ilk cinsel saldırısını yahut parmakla tecavüzünü affedemeyiz. Mantıklı değil bir kere. Tecavüzün ciddiyeti net bir şekilde iletilmelidir; tecavüzün deneme-yanılmayla yanlış olduğunu öğrenebileceğimiz imasını barındıran bir kültür yaratmamalıyız. Cinsel saldırının sonuçları yeterince ağır olabilmeli ki insanlar sarhoş olduklarında dahi doğru bir karar almaya çabalayacak ölçüde korku duyabilsin; önleyici olabilmesi için ağır olmalılar. Brock’un prestijli bir üniversitede yıldız sporcu olduğu gerçeği, müsamaha hakkına sahip olduğu şeklinde algılanmamalı; bunun yerine cinsel saldırının toplumsal sınıf gözetmeksizin herkes için bir suç teşkil ettiği yönünde güçlü bir toplumsal mesaj göndermek için fırsat olarak algılanmalı.

Şartlı tahliye memuru, Brock’un zor kazanılmış bir yüzücü bursundan feragat etmiş olduğu gerçeğini hesaba kattı. Eğer ben, iki yıllık bir yüksekokulda öğrenim gören ve sportif olmayan bir adam tarafından tecavüze uğrasaydım onun cezası ne olurdu peki? Ayrıcalıksız bir özgeçmişe sahip ve ilk kez suç işleyen bir kişi, üç cürümle suçlansa ve alkol tüketmek dışında yaptığı hiçbir şeyin sorumluluğunu üstlenmediğini ifşa etse bu kişinin cezası ne olurdu? Brock’un veya bir başkasının ne kadar hızlı yüzdüğü, bana olanların etkisini azaltmıyor.

Şartlı tahliye memuru, bu davanın, benzer tabiattaki diğer suçlarla karşılaştırıldığında davalının alkolün etkisi altında olma düzeyinden dolayı daha az ciddi olarak değerlendirilebileceğini belirtti. Bendeki etkisi ciddi oldu ama. Bu konuda söyleyeceklerim bu kadar.

Brock, cinsel suçlu olarak yaşamboyu tescil edilmiş bir kişi. Bunun son geçerlilik tarihi yok. Tıpkı bana yaptıklarının geçerliliğini yitirmemesi, birkaç yıl sonra geçivermemesi gibi. Yaptıkları benimle kalacak; kimliğimin bir parçası oldu ve nasıl hareket edeceğimin, hayatımın geri kalanını nasıl yaşayacağımın seyrini sonsuza dek değiştirdi.

Üzerinden bir yıl geçti ve Brock’un elinde epey uzun bir zaman dilimi oldu. Bir psikologla görüşüyor mu? Bu geçtiğimiz sene içerisinde ilerliyor olduğunu gösterecek ne yaptı? Birtakım programları hayata geçirmek istediğini söylüyor; öyleyse bunu gösterecek ne yaptı?

İçeride tutulduğu süre boyunca kendisine hayatını yeniden kurması adına gerekli terapinin ve kaynakların sağlanmış olduğunu umuyorum. Kampüste cinsel saldırı konusunda kendisini eğitmesini rica ediyorum ondan. Uygun cezayı kabul edip topluma daha iyi bir insan olarak yeniden katılma konusunda kendini zorlayacağını umuyorum.

Sonuç olarak size teşekkür etmek isterim. O sabah hastanede uyandığımda bana yulaf ezmesi hazırlayan stajyerlere, yanımda bekleyen yetkiliye, beni yatıştıran hemşirelere, beni dinleyen ve hiçbir şekilde yargılamayan dedektife, kararlılıkla yanımda duran avukatlarıma, kırılganlıkta cesaret bulmayı bana öğreten terapistime, nezaketinden ve anlayışından dolayı patronuma, acıyı güce dönüştürmeyi bana öğreten harika anneme ve babama, nasıl mutlu olabileceğimi bana hatırlatan arkadaşlarıma, sabırlı ve sevgi dolu erkek arkadaşıma, kalbimin diğer yarısı yenilmez kızkardeşime, yılmadan mücadele eden ve bana inancını hiç yitirmeyen idolüm Alaleh’ye teşekkür ederim. Mahkeme sürecine katılıp zamanlarını ve ilgilerini esirgemeyen herkese teşekkür ederim. Bölge Savcısına bana iletilmek üzere ülkenin dört bir yanından mektuplar gönderen siz kızlara, benimle ilgilenen sayısız tanımadığım kişiye teşekkür ederim.

Her şeyden önemlisi beni kurtaran, henüz hâlâ tanışmadığım o iki kişiye teşekkür ederim. Bu hikâyede kahramanların da yer aldığını kendime hatırlatmak için kâğıda çizip yatağımın duvarına yapıştırdığım iki bisikletle uyuyorum. Ve bu şekilde birbirimizi kolladığımızı da hatırlatıyorum kendime. Tüm bu insanları tanımış olmak, onların korumasını ve sevgisini hissetmiş olmak hiçbir zaman unutamayacağım bir şey.

Son olarak tüm kızlara seslenmek istiyorum: sizin yanınızdayım. Kendinizi yalnız hissettiğiniz geceler yanınızdayım. İnsanlar size inanmadıklarında ya da sizi reddettiklerinde yanınızdayım. Her gün sizler için mücadele ediyorum. O yüzden hiçbir zaman mücadele etmekten vazgeçmeyin. Size inanıyorum. Deniz fenerleri gemileri kurtarmak adına tüm bir adaya ışık tutmaz; orada öylece parlarlar. Her bir gemiyi kurtaramayacak olsam da umuyorum ki bugün konuşuyor olmamla ufak bir miktar ışığı içinize çektiniz, susturulamayacağınızın ufak bilgisini edindiniz, adaletin yerini bulduğuna dair ufak bir memnuniyet duydunuz, ileriye yol aldığımıza dair ufak bir güvence hissettiniz ve hiç tartışmasız önemli olduğunuzun, dokunulmaz olduğunuzun, güzel olduğunuzun, inkâr edilmeksizin her günün her anı değer verilmeniz, saygı duyulmanız gerektiğinin, güçlü olduğunuzun ve bunu sizin elinizden kimsenin alamayacağının kocaman bilgisini edindiniz. Tüm kızlara sesleniyorum: yanınızdayım. Teşekkür ederim.

hürriyet